Devletler, milletler savaşı ve kaynaklar meselesi

Emek ve ittihad-26

Bazıları, "Sünnet-i Nebeviyeyi hedef-i maksad eden ittihad-ı İslâm, hürriyeti tahdid eder ve levazım-ı medeniyeye münafîdir" diyorlar.

Elcevab: Asıl mü'min, hakkıyla hürdür. Sâni'-i Âlem'e abd ve hizmetkâr olan, halka tezellüle tenezzül etmemek gerektir. Demek ne kadar imana kuvvet verilse, hürriyet de o kadar kuvvet bulur.

Amma hürriyet-i mutlak ise, vahşet-i mutlakadır, belki hayvanlıktır. Tahdid-i hürriyet dahi insaniyet nokta-i nazarından zarurîdir.

Sâlisen: Bazı sefih ve lâübaliler hür yaşamak istemediklerinden, nefs-i emmarenin esaret-i rezilesi altına girmek istiyorlar.

Elhasıl: Şeriat dairesinden hariç olan hürriyet, ya istibdad veya esaret-i nefis veya canavarcasına hayvanlık veya vahşettir. Böyle lâübaliler ve zındıklar iyi bilsinler ki, dinsizlikle ve sefahetle sahib-i vicdan hiçbir ecnebiye kendilerini sevdiremezler ve benzetemezler. Zira mesleksiz ve sefih sevilmez. Ve bir kadına yakışır -istihsan ettiği- libası erkek giyse maskara olur.” (Hutbe-i Şamiye)

Serbestiyet ve malikiyetin merkez düşüncesi Rahmet hazinelerinin sonsuzluğu ve Rahman’ın sınırsız ve mutlak olmasıdır. Bunun insan zihnine düşen hesabı; sonsuz ve sınırsız olanın parçalandıkça azalmayacağı olan sonsuzun sonsuz parçaları ve her parçanın sonsuzluğu olan yoğunluk teorisidir. Buna göre, her bir kul sonsuz ve sınırsız bir rahmet ve bereket ile kuşatılmıştır. Bu sebeple herkes hürdür ve herkes eşit mülke sahiptir. Yani, birinin zengin olması diğerini fakir etmez. Ya da eşitlik için herkesin fakir olması, yalnızca devletin zengin olması şart değildir. Çünkü Rahman aynı zamanda mutlak zengin olduğu gibi, her bir kulu acz ve fakrı ile sonsuz bir mülke bizzat da sahip olabilir. Bunun için asıl hürriyet hem bireysel hem sosyal ve hepsinin merkezinde ekonomik bir serbestiyet demektir. Bunun da kaynağı fıtrattır. Yani, serbestiyet kazanılmış olmayıp doğuştan gelen bir fıtrat olduğu gibi ekonomik mâlikiyet de kazanılmış değil zaten fıtratına konulmuş bir taahhüd-ü İlâhîdir. İslâm’ın en büyük iddiası olan “tevhid" hakikati bu ikisini de (serbestlik ve malikiyet) her bir birey için tanımlamıştır. Bunun dışındaki bütün sistemler (başta ‘sistem’) eksiktir.

Modern İktisad'ın kabul ettiği sınırlı kaynaklar ön kabulüne karşıt Bediüzzaman "sınırsız kaynaklar" ile ekonomiye başlıyor. Şöyle: 

“Nur-u iman, dünya ve âhiret âlemlerini çeşit çeşit nimetlere zarf iki sofra ile tasvir eder ki; mü'min olan kimse iman eliyle ve zahirî, bâtınî duygularıyla ve manevî, ruhî olan letaifiyle o sofralardan istifade ediyor. Dalalet nazarında ise, zevilhayatın daire-i istifadesi küçülür, maddî lezzetlere münhasırdır.

İman nazarında, semavat ve arzı ihata eden bir daire kadar tevessü' eder. Evet bir mü'min, Güneş'i kendi hanesinin damında asılmış bir lüküs; kameri bir idare lâmbası addedebilir. Ve bu itibarla Şems, Kamer kendisine birer nimet olur. Binaenaleyh mü'min olan zâtın daire-i istifadesi semavattan daha geniş olur. Evet Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan ﻭَ ﺳَﺨَّﺮَ ﻟَﻜُﻢُ ﺍﻟﺸَّﻤْﺲَ ﻭَ ﺍﻟْﻘَﻤَﺮَ ٭ ﻭَ ﺳَﺨَّﺮَ ﻟَﻜُﻢْ ﻣَﺎ ﻓِﻰ ﺍﻟْﺒَﺮِّ ﻭَﺍﻟْﺒَﺤْﺮِ

âyetlerin belâgatıyla, imandan neş'et eden şu hârika ihsanlara, in'amlara işaret ediyor.” (Lem’alar)

Modern iktisadın çevre duyarlılığı olarak ifade edilen "kaynaklarımız tükeniyor" haykırışı bir anlamda bu iktisad anlayışına insanları mecbur ve mahkûm ediyor. Halbuki rahmet hazinesi sınırsızdır. Tükenen kaynaklar sebebiyle başkalarının rızkına göz dikip dünyayı çatışma alanına çeviren modern anlayış tıkanmaktan başka bir son üretmiyor. Bediüzzaman'ın yerini “sınıflar çatışmasına bırakmıştır” dediği devletler, milletler savaşının sebebi bu kaynaklar meselesidir.

Dünyada ya da herhangi bir yerde tükenen bir şey yoktur: Rahman’ın farklı tecellileri vardır. "Yok" diye başlayan hiç bir cümle doğru değildir. İmkanın, kaynağın helal dairede kullanımı vardır. "Şu yok bu yok" diyen hiç bir ifadeye itibar etmemek lazım. Rahmeti ithamdır; rahmeti itham eden rahmetin neticelerinden mahrum kalır. Bunlar kaderin cilveleridir. Kaderi tenkid eden başını örse vurur, kılar. Bu önce zihinlerde varlık-yokluk, imkan-emek, gayret-netice kavramlarını yeniden kurgulamak gerekecektir. Rızık endişesi olarak ifade edilen durum açlık korkusundan başka, ‘doyamama’ sendromuna işaret ediyor.

Ancak zaman Kur'an’ı tefsir etmekte de hızını arttırıyor. Şöyle ki: 

Yeni Sanayi Devrimi var olan ekonomik modele yeni bir bakış açısı ile bakmayı gerektiriyor. “Kurulu sistemlerin sadece toplumun belli bir bölümüne hizmet etmekten çıkarak, yaşayan her insanın en basit ihtiyaçlarını karşılayabilir hale dönüşmesi gerekiyor” deniyor. Amaç yaşayan her bir kişinin potansiyelini artırabilmek. Herkesin oluşan zenginlikten pay almasını sağlayabilmek.

Silikon Vadisi ve Doğu yakası teorisyeni Carlota Perez’in altını çizdiği de bu. Bilişim teknolojileri devriminin yayılma aşamasında, toplumun tümünün kalkınması ve gerçek potansiyeline ulaşması imkânı ile tüm topluma yayılmış bir refah sağlanabilir.

“Dünya, hizmet ve ürün sağlayanlarla bunlara talebi olanları buluşturan “uçtan uca” (peer to peer) olarak adlandırılan yeni bir ekonomi kulvarına girdi” deniyor.

Uçtan uca; ürün, yer, araç, uzmanlık, hizmet, personel paylaşımı sağlayan ve genel olarak da “paylaşım ekonomisi” de denilen yeni bir ekonomi bahsedilen. Bunu sağlayan platform da internet bağlantılı akıllı telefonlar. Yeni bir ekonomi şekli, işçi işveren ilişkilerini büyük ölçüde ortadan kaldırarak her bireyi kendi işine ait bir alanın maliki yapmaktadır. Bunun getireceği ‘serbestiyet ve mâlikiyet’ dönemi aklın ve bilimin ürettiği teknolojinin sonucu olduğu gibi insanîyet-i kübra olan büyük medeniyet ‘din’in de bir güncel hukuk argümanıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum