Bir ateistin iddialarına cevaplar-8

Onuncu İddia: "Tanrı ırk ve cinsiyet ayırt ediyor. Bir tanrının başka inançlara sahip insanlar ile görüşmeyi yasaklamasının nedeni ne olabilir? Foyasının ortaya çıkacak olması mı? Peki nasıl bir yaratıcı, bir cinsiyeti, bir diğerinin hizmetine sunduğunu iddia edebilir? İşini bilen bir erkek insan tarafından üretilmiş bir tanrı mı? Hiç Allah'ı dişi ya da cinsiyetsiz olarak algılayan birini gördünüz mü? Tanrı figürüne bilinçli olarak hep bir erkek olarak algılanacak şekilde anlamlar yüklenmiş. Kadın cinsiyeti, genelde yarım-eksik insan olarak görülmüş.

Cevabımız:

-Allah, diğer insanlarla görüşmeyi yasaklaması şöyle dursun, onlarla görüşmeyi müslümanlara bir görev olarak vermiştir. İslam dinini başka insanlara tebliğ etmek, öğretmek, dolayısıyla onlarla görüşüp konuşmak müslümanların asli görevidir. Böyle olmasaydı, 13 asır boyunca, nüfus bakımından dünya insanlarının beşte birine, yüz ölçüm bakımından dünyanın yarısına nasıl hâkim olabilirdi… "Biz seni ancak bütün insanlara bir müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik"(Sebe', 34/28)mealindeki ayet ortada iken, bu yalana cüret etmek gerçekten insanı hayretten hayrete düşür..Allah akıl, fikir versin…!

-Allah'ın "erkek" olarak gösterildiği iddiası da diğer iddialar gibi temelden çürüktür. Bu konuda pek çok delil ortaya koymak mümkündür. Ancak şu ayet meali yeterlidir: "O'nun benzeri hiçbir şey yoktur"(Şura, 42/11). Demek ki Allah ne kadına ne de erkeğe benzer…

-Arapçada zamirler hem "eril" hem "dişil" olarak kullanılır. Dil bakımından "eril zamirler" Allah için kullanılmıştır. Çünkü bu iki zamirden bir çeşidinin kullanılması gerekir. Eğer "dişil" kullanılsaydı, bu defa niye "eril" kullanılmadı denilecekti. Kaldı ki, Tarih boyunca, insanlık camiasında erkekler daha güçlü, daha otorite kabul edilmiştir. Evrenin yaratıcısı için "erkek" zamiri daha yakışır. Fakat bu hiç bir zaman onun -haşa- cinsiyet sahibi olduğunu göstermez. Yukarıdaki ayet ve benzeri ayet ve hadisler bu konuda çok açıktır.

***

On birinci İddia: Kadını aşağılayan bazı ayetler: Nisa 3 - 34 -128, Bakara 228, Nur 31, Ahzab 50 - 51. Ayrıca, bilimsel olarak Erkek ve Kadın kadar doğal olduğu kanıtlanmış, eşcinsellik ve çift cinsiyetlilik için de dinlerin bakış açısı fazlasıyla hatalı.

Cevabımız:

İslam'da kadının ikinci sınıf vatandaş kabul edildiğini gösteren hiçbir delil yoktur.

-Kur'an'da, "Nisa, Mümtahine, Mücadele, Talak" gibi kadınlarla ilgili sureler vardır. Fakat hiçbir erkekle ilgili hususi bir sure yoktur. Bu da Kur'an'da kadınlar için "pozitif ayrımcılık" yapıldığının göstergesidir.

-Cahiliye döneminde kızlara hor bakan cahiller Kur'an'da şöyle kötülenmiştir: "Birisine bir kız çocuğu müjdelenirse, üzüntüsünden yüzü simsiyah kesilir..." (Nahl, 16/58 )

-Hz. Peygamber: "Üç, iki, hatta bir kız çocuğunu, haklarını koruyarak yetiştiren babanın, Cennette kendisiyle beraber olacağını" ifade buyurmuştur" (Ibn Mâce, Edep; 3).

Hadis-i şerifi görmezlikten gelmek, ortada bir cehalet olduğu kadar bir nankörlük ve körlük olduğunu da gösteriyor. Şimdi ilgili ayetlere bakalım:

Nisa:3: "Himayeniz altındaki yetim kızlarla evlenince haklarını gözetemeyeceğinizden, adaleti sağlayamayacağınızdan endişe ederseniz, onlarla değil, size helâl olup arzu ettiğiniz diğer kadınlarla iki, üç veya dört hanım olmak üzere evlenin. Eğer bu takdirde de aralarında adaleti gerçekleştirmekten endişe ederseniz, bir kadınla veya elinizin altında olan cariyelerle yetinin. Bu durum, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.

"İslam dini Arabistan Yarımadasına yayıldığı sırada, bir kısım cahiliye âdetleri de bütün tesirleriyle hükmünü icra ediyordu. İslamiyet bunlardan bazılarını tamamen kaldırıyor, bazılarını mutedil hale getiriyordu. Bunlardan birisi de Cahiliye dönemindeki sınırsız kadınla evlenme meselesi idi. İslamiyet gelmeden önce Arap Yarımadasında erkekler, sayı tahdidi olmaksızın, istedikleri kadar kadınla evlenebilirlerdi. İşte Kur'an-ı Kerim bu cahiliye âdetine bir sınırlama getirdi; azami olarak dörde kadar evlenebileceğini açıkladı."

-Bununla beraber Kur'an'da bu dört sayısını/daha doğrusu birden fazla evlilik konusunu da belli şartlara bağlamıştır. "Eğer hanımlarınız arasında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, sadece bir tane ile yetinin..." (Nisa, 4/3)mealindeki ayette bu gerçeğin altı çizilmiştir.

-Bu çok evliliğe cevaz verilmesinin hikmetlerinden biri de fazla çocuk sahibi olmak ve yetiştirmektir. Çünkü dört kadından doğan çocukların sayısı elbette bir kadından doğan çocuk sayısından saha fazla olacaktır. Evliliğin asıl sebebi, insan mahsulatını tahsil etmektir. Çocuk yapmak, çocuk yetiştirmek çok zor bir iştir. Şehvet duygusu ise, bu meşakkatli işin peşin bir ücretidir. Her millet nüfusunun çok olmasını istediği bir gerçektir. Hatta Peygamberimiz de: "Evlenin, çoğalın, zira ben, kıyamet gününde sizin çokluğunuzla iftihar ederim"(Beyhaki, 7/81) diye buyurmuştur.

-Tarihin her devrinde milletler arasında ortaya çıkan kanlı savaşların acımasız tesiriyle erkek nüfusu azalıp, kadın nüfusu bir kaç misli artar. Böyle bir durumda bir erkeğin bir kaç kadını koruması bir vazife olur. Türkiye, Birinci Dünya, Almanya da İkinci Dünya Savaşından sonra bunu yaşamıştı.

Bu gibi durumlarda şu üç formülden biri devreye girecektir:

1. Her erkek yalnız bir kadınla evlenecek ve her üç kadından ikisi aile hayatını, çocuk sevgisini, annelik şefkatini tadamayacaktır.

2. Her erkek bir kadınla evlenecek, fakat diğer kadınlarla da gayrimeşru münasebetler kuracak; kadın bu durumda yine aile hayatını, annelik şefkatini ve çocuk sevgisini tadamayacaktır.

3. Bir erkek birkaç kadınla evlenecek, meşru daire dahilinde aralarında adalet prensiplerine riayet ederek haysiyet ve şereflerini koruyacak, vicdani rahatsızlıktan kurtaracaktır. İşte İslam dini, bu gibi şartların olduğu zamanları göz önünde bulundurarak, bu çok güzel ve onurlandırıcı olan son formülü devreye sokmuştur.

-Kadının hasta olması ve daha başka sebeplerden ötürü de çok evliliğin -şartların tahakkuk etmesi durumunda- zorunlu bir hal alacağı da bir gerçektir.

Nisa: 34: "Kocalar eşleri üzerinde yönetici ve koruyucudurlar. Bunun sebebi, Allah'ın bazı insanlara bazılarından daha fazla nimet vermesi ve bir de kocalarının mehir verme, evin masraflarını yüklenmeleri gibi malî yükümlülükleridir. O halde iyi kadınlar: itaatli olan ve Allah kendi haklarını nasıl korudu ise, kocalarının yokluğunda, onların hukuklarını koruyan kadınlardır. Dikbaşlılığından yıldığınız kadınlara gelince: Onlara evvela öğüt verin, vazgeçmezlerse yatakta yalnız bırakın ve bunlarla da yola gelmezlerse onları hafifçe dövün.Şayet size itaat ederlerse, onlara yüklenmek için bir sebep aramayın. Unutmayın ki üstünüzde çok yüce ve büyük olan Allah vardır."

-Kur'an'ın hiçbir ayetinde erkeklerin kadınlardan üstün olduğuna dair bir ifade yer almamıştır.

Soruda belirtilen hususları maddeler halinde cevaplayalım:

Hâkimlik: Ayette erkekler "Kavvamdır" deniliyor. Bu kelime, hâkim manasına değil, yönetici, gözetmen, sorumlu manasına gelir. Bununla beraber, -aşağıda da ifade edileceği üzere- İslam'da reis olmak hizmetkâr olmak anlamına gelir.

Üstünlük: Ayette erkeğe bu sorumluluğun verilmesinin gerekçesi olarak gösterilen "erkeklerin üstünlüğü" fazilet üstünlüğü değildir. Ayette belirtilen üstünlük, aile geçimini sağlama noktasındaki üstünlüktür. Yani, erkek kuvvette, sabırda, aile geçimini temin etmede kadından daha üstündür/daha kabiliyetlidir/daha dayanıklıdır demektir. Nitekim, ayetin ilgili ifadesinin özetle meali şöyledir: "Kocalar eşleri üzerinde kavvamdır/yönetici ve koruyucudurlar. Bunun sebebi, Allah'ın bazı insanlara bazılarından daha fazla nimet (maddi-manevi güç -kuvvet) vermesi ve bir de kocalarının mehir verme, evin masraflarını yüklenmeleri/evi geçindirmeleri gibi malî yükümlülükleridir".

Fazilet üstünlüğü: İslam'da gerçek üstünlük, fazilet, kıymet ve değer üstünlüğüdür. Yoksa, birçok hayvanın insanlardan güç kuvvet bakımından daha üstün olduğu bilinmektedir. Nitekim, "Allah katında en değerli/ en üstün olanınız Allah'a karşı en çok saygılı olanınızdır" (Hucurat, 49/13) mealindeki ayette üstünlük kriteri (erkeklik-kadınlık değil), Allah'a karşı gösterdikleri saygı olduğu ifade edilmiştir.

-Evin Reisi: Bir evde hiç bir reis olmazsa anarşi olur. İki reis olursa kavga olur. Kadın reis olursa, riyasetin temel özelliği olan kuvvet, metanet, sözünü dinletmek gibi konularda -şefkat kahramanı olan birer anne oldukları için-otoriteyi kurmalarının zor olduğuna insanlık tarihi ve insanlık ailesi şahittir. Demek ki bir evde sözü dinlenen bir büyük, bir reis olmazsa o ailede anarşi kol gezer. Böyle sözü dinlenir bir büyüğün büyük çoğunlukla ancak erkelerden olabilirliği herkesin bildiği bir realitedir. Çocukların -yüzde doksanın üzerinde bir oranda-anneden ziyade babadan çekindikleri, onun sözünü daha fazla dinledikleri gerçeği, gün gibi ortadadır.

Bu durumda siz olsanız evin sorumluluğunu kime verirsiniz? Demek ki, evin reisi olmak, daha üstün olmak anlamına değil, aile huzur ve barışını ve de geçimini temin etmek manasına gelir.

İtaat: Kadınların erkeklere itaat etmesi, onlar için bir küçüklük değildir. Evde bir erkeğin makul olan sözlerini yerine getirmenin ne zararı vardır. Evde sözü dinlenecek bir kimseye ihtiyaç olduğuna göre ve bu kişi de erkek olduğuna göre, çocuklara örnek olma adına kadının kocasına itaat etmesi kadar makul bir durum olamaz. Dairede çalışan kadınların yabancı erkelerin emirlerini harfiyen yerine getirdikleri ortada iken, kendi eşine karşı duyarlı davranması kadar doğal bir şey olabilir mi?

-Bununla beraber, bu itaat kavramı, bir amir-memur durumunu çağrıştırmamalıdır. Çünkü, İslam'da evvela İslam'a aykırı, bir emir ve rica olamaz. Allah'a muhalif olan yerde kula itaat edilmez. Bu sebeple bu itaat, aile içerisinde kadının dik kafalılık etmemesini ön gören bir kavram olarak görülmelidir.

Bu açıklamadan, erkeğin hanımına itaat etmemesi diye bir anlam da çıkarılmaz. Nitekim, Peygamberimiz, meşhur Hudeybiye olayında, kurbanların kesilmesini istediği halde, sahabeler vaziyetin şaşkınlığından ötürü yerlerinden kımıldamamışlardır. Ve bu durumu eşi Hz. Ümmü Seleme ile istişare etmiş ve dediklerini yerine getirmiştir.

İslam'ın bu karşılıklı anlayışları benimsediğini çok iyi bilen Bediüzzaman hazretleri: Ailenin huzur ve mutluluğunu "hürmet-i mütekabile=karşılık saygı" erdemine bağlamıştır.

Dayak: Peygamberimiz’in (a.s.m) Veda haccında konuyla ilgili olarak söylediği şu sözleri, ilgili ayetin de bir nevi açıklaması durumundadır: "Kadınlar hakkında Allah'tan korkun. Onlar, Allah'ın yanınızdaki aveneleridir, emanetleridir (bu emanetlere riayet edin). Onların da sizin hoşlanmadığınız/istemediğiniz kimseleri evinize almamaları sizin onlar üzerindeki hakkınızdır. Şayet öyle bir şey yaparlarsa (istemediğiniz kimseleri evinize alırlarsa), -onların canını yakmadan- dövebilirsiniz. Memleketin örfüne göre onları giyindirmek, yedirip içirmek sizin görevinizdir"(Müslüm, hac,147; İbn Kesir, Nisa 34. ayetin tefsiri).

-Görüldüğü gibi bu hadis-i şerifte "kadını dövme ruhsatı", erkeğin istememesine rağmen kadının bir kimseyi eve alması gerekçesine bağlanmıştır. "erkeğin istemediği, hoşlanmadığı kimse", şüphe uyandıran bir konumda olan kimse anlamına gelir. Bu ise erkeği çilden çıkaran bir husus olduğu ortadadır. Bu ökesini hafif bir dayakla atlatması en uygun bir psikolojik tedavi bile sayılabilir.

-Aslında evin içerisinde kadının kendisine terettüp eden görevlerini yapmaması da "nüşuz/serkeşlik" anlamına gelmekle beraber, bunun en kritik noktası, erkek açısından şüphe uyandıracak davranışlarda bulunma halidir. Öyle anlaşılıyor ki, ayette söz konusu edilen "nüşuz/serkeşlik" de ailenin huzurunu içten dinamitleyen "şüpheli ortam" anlamına gelir.

Aslında, ilgili ayette (nisa, 4/34)-meal olarak- yer alan: "O halde iyi kadınlar (…) kocalarının gıyabında/yokluğunda, onların hukuklarını, onurlarını koruyan kadınlardır" cümlesinden de böyle bir işareti görmek mümkündür.

(Kur'an'ın, bu ailevî "kaba davranışı", zor sezinlenebilecek "çok kibar" bir kalıpta anlatması, onun ifade inceliğini ve nezaketli üslubunu göstermektedir.)

-İşte, böyle bir ortamı hazırlayan bir kadının-hadiste ifade edildiği şekilde- hafifçe dövülmesi, şişirilmiş balon haline gelen erkeğin şak diye patlamaması, yuvayı bir anda dağıtmaması için, hikmetli bir sübap görevini yapacak ve adamın kafatası tenceresinde kaynayan türlü, türlü şeytanî telkinlerden uçuşan buharların yavaş, yavaş beyni terk etmesine imkân sağlayacaktır. Bununla beraber, ayette "önce öğüt, sonra uzak-küs durma, en son çare olarak da dövmenin" sahneye konulmasının ön görülmesi, Allah'ın adalet, ilim ve hikmetine inanan kimselerin üzerinde uzun uzadıya düşünüp kavramaya çaba göstermeleri gereken bir hikmet tablosudur.

-Bazı alimlerin de ifade ettikleri gibi, Hz. Peygamber’in (a.s.m) bu "dövme" ruhsatını asla kullanmaması ve "eşini döven sizin hayırlınız değildir" diye buyurması, - caydırıcı bir unsur olarak Kur'an'da yer almasına rağmen-, bu ruhsatı kullanmanın uygun olmadığının bir kanıtı olarak değerlendirilebilir (krş. İbn Aşur, Nisa, 4/34. ayetin tefsiri).

Nisa:128: "Eğer bir kadın kocasının kötü muamelesinden ve kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, bazı fedakârlıklar göstererek sulh olmak için gayret göstermelerinde mahzur yoktur. Barışma, elbette daha hayırlıdır. Nefisler menfaatlerine düşkün yaratılmıştır. (Ey kocalar!) Eğer siz iyi davranıp arayı düzeltir, kadınların hakkını çiğnemekten sakınırsanız unutmayın ki Allah, yaptığınız her şeyden haberdardır (İyi davranışlarınızın karşılığını size fazlasıyla verecektir).

-Serkeş Erkek: Bir erkeğin serkeşlik etmesi durumunda onun da kadın tarafından hafifçe dövülmesini tavsiye etmek herhalde hikmetten uzak olan bir husus olduğu izahtan vabestedir. Çünkü, genel olarak kadının böyle bir şey yapması mümkün değildir. Çünkü, genel olarak erkeler kadınlardan daha güçlüdür. Zayıf olan birini, kendisinden daha güçlü olan birisini dövmekle terbiye etmeye tahrik etmek, bilerek veya bilmeyerek zayıf olan kişiye açıkça fenalık etmek manasına gelir.

Bu hikmeti çok iyi bilen Rabbimiz, erkeğin serkeşlik yapması durumunda "kadının onu dövmesini" tavsiye etmemiştir. Bilakis en makul ve hikmetli ve olabilirliği her zaman mümkün olan "sulh ve barışma"yı tavsiye etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Eğer bir kadın, kocasının nüşuzundan/ geçimsizliğinden, yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, (karşılıklı bazı feragatler yapıp anlaşarak) aralarını düzeltmelerinde bir sakınca yoktur. Sulh (her zaman ayrılmaktan daha) hayırlıdır. Her ne kadar (erkek ve kadındaki) nefisler aşırı cimriliğe hazır duruma getirilmiş (kendi arzularını karşı tarafın arzularından daha fazla öncelemeyi ön gören bir yapıya sahip kılınmış olmakla beraber, yine de) eğer (siz ey erkekler/Veya ey eşler!)güzel geçinip (kadınlara/veya birbirinize eziyet etmekten) sakınırsanız, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır"(Nisa, 4/128). Demek ki erkek dikkafalılık ederse, bunu önlemenin çaresi barıştır. "Yumuşak dil yılanı deliğinden çıkartır" prensibini kullanmak özellikle kadınlara düşer. Burada kadına yapılan hiç bir haksızlık yoktur.

Bakara: 228: "Erkeklerin hanımları üzerinde bulunan hakları gibi, hanımların da kocaları üzerinde meşru çerçevede hakları vardır. Şu kadar ki erkeklerin onların üzerindeki hakları bir derece daha fazladır. Unutmayın ki Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir."

-Bu karşılıklı haklar, bir ailenin huzur ve mutluluğunu sağlayan her türlü davranışla, her türlü ödev ve görevlerle ilgilidir. Ahlaki açıdan, karşılıklı saygı ve sevgiden tutun, birbirinin hasbel-beşer olacak kusurlarını görmezlikten gelmeye kadar; her türlü maddi-manevi zarar vermekten kaçınmaktan tutun, konuşmalarında incitici sözlerden kaçınmaya kadar, bir aile için gereken bütün fedakarlık ve samimiyetin tezahürlerini ihtiva eden geniş bir ifadedir. "erkeklerin onların üzerindeki hakları bir derece daha fazladır" mealindeki ifadeden maksat, mirastaki farklılık ve cihatla mükellefiyettir.

"Erkeklerin onların üzerindeki hakları bir derece daha fazladır" mealindeki ifadeden maksat, mirastaki farklılık ve cihatla mükellefiyettir. Mirasta kadın erkek kardeşinden az aldığı kısmını kocasından alarak telafi eder. Cihattan sorumlu olmaması bir ayrıcalıktır.

- Bununla beraber, İslam alimleri bu ifadeden farklı ve ilginç şeyler anlamışlardır:

-Mesela, Zeyd b. Eslem, bundan "erkeğin emrine itaati" anlamışken, Şabi bunu "erkeğin kadına mehir vermekle yükümlülüğünü" anlamıştır.

Mucahid'e göre, bu ifadeden maksat, mirastaki farklılık ve cihatla mükellefiyettir.

İbn Abbas ise, bundan "erkeğin kadına karşı daha toleranslı davranmasını; örneğin kendisinin kadına karşı sorumlu olduğu hakkını tastamam yerine getirmekle beraber, onun kadının üzerindeki hakkı kadın tarafından noksan bırakıldığı takdirde bunu müsamaha ile karşılamasını" emreden bir kriter olarak anlamıştır (bk. Maverdi, ilgili ayetin tefsiri).

-Razi, erkeğin değişik yönleri itibariyle kadından daha güçlü olduğunu, kadının Allah'ın ona bir emaneti olduğunu belirttikten sonra, bu ifadenin erkekler için ciddi bir tehdit ve kadınlara haksızlık etmemeleri yönünden onlara ciddi bir uyarı niteliğinde olduğunu ifade etmiştir(bk. Razi, ilgili ayetin tefsiri).

Görüldüğü gibi, ilk etapta erkeğe farklı bir üstünlük derecesi, ayrıcalıklı bir hak gibi görünen bu ifadenin tamamen kadının lehinde, erkeğin aleyhinde bir kriter olarak kabul edildiği görülmektedir.

Nur:31: Tesettürler ilgilidir. Bu konu sitemizde oldukça fazla işlenmiştir.

Ahzab: 50-51. ayetleri de sitemizde detaylı açıklanmıştır.

Bu ayetlerin hiç birinde kadınlara bir haksızlık söz konusu değildir.

Devam edecek

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum