Bediüzzaman’ın tarikatla ilgili sözleri yanlış yorumlanıyor

Bediüzzaman’ın tarikatla ilgili sözleri yanlış yorumlanıyor

​Metin Karabaşoğlu ile yapılan röportaj serisinin 13. bölümü…

Risale Haber-Haber Merkezi

Röportaj: Şener Boztaş (Alternatif Bakış-TV 111)

NUR TALEBELERİNİN BÖYLE BİR ÜSLUP KULLANMALARI ÜSTADLARINDAN ALDIKLARI DERSE AYKIRI

Tasavvuf ve tarikat konusuna gelelim. Bediüzzaman’ın iki ifadesi var. Birincisi, “zaman tarikat zamanı değil imanı kurtarmak zamandır.” İkincisi, “zaman cemaat zamanıdır şahsiyet enaniyet zamanı değil.” Bu ikisi şöyle birleştirilerek okunuyor: “Zaman tarikat zamanı değil cemaat zamanıdır.” Cemaat de Nur Cemaati olarak algılanıp bugüne kadar maalesef bir tarikat karşıtlığı gibi bir algı her iki tarafta da beslenmiş durumda. Bu işin aslı esası nedir?

Bir kere Nur Talebelerinin böyle bir üslup kullanmaları Üstadlarından aldıkları derse aykırı. İki İhlas Risalesi var Bediüzzaman’ın yazdığı. 20. Lem’a ve21.Lem’a. 21.Lem’ayı hususi olarak Nur Talebelerinin beraberlikleri çerçevesinde okuyabiliriz. Ağırlıklı olarak böyle bir okuma tarzı da vardır. Ama 20. Lem’ada bütün olarak geniş, asıl cemaat manası var. Bütün Müslümanların ayrı ayrı gruplar, cemaatler halinde bir ihtilaf ahlakı içerisinde farklılıklarını bir çatışma konusu değil bir organizma bütünü içerisinde ele alır. Nasıl göz, kulak, kalp, böbrek, karaciğer, akciğer hepsinin görünüşü ayrı, dokusu ayrı, sistemi ayrı, çalışması ayrı fonksiyonu ayrı, onun gibi. Ama hepsinin toplamında şu hayat dediğimiz Rabbimizin mucizesi tahakkuk ediyor. Ete kemiğe bürünmüş insanlar olarak yaşıyoruz. Aynı şekilde böyle bir organizma olarak o farkları, organizma içerisindeki ama hepsi aynı ortak netice için, ortak meyve için çalışan bir organizma bütünlüğü olarak Bediüzzaman’ın birinci İhlas Risalesinde önce onu yazması manidar.

ÜMMET BÜTÜNÜ İÇERİSİNDE, FARKLILIĞIMIZ İLE BERABER OLMAYI ÖĞRENMELİYİZ

Bir kere ümmet bütünü içerisinde, farklılığımız içerisinde beraber olmayı öğrenmeliyiz. Bu bir çatışma konusu değil bir berekettir. Önemli olan, yeter ki o farklılık içerisinde uyumu sağlayalım. Bediüzzaman’ın bu dersi verdiğini görüyoruz. 20.Lem’adaki dersi hakkıyla alabilmiş olsak biz böyle ehl-i tariki inciten bir dil kullanabilir miyiz? Veya başka bir tarzda hizmet eden bir Müslümanı inciten bir dil kullanabilir miyiz? Ama başkalarının da hataları vardır, ayrı. Bu manada her Müslüman, kişi ve grubun hataları olmuştur, o ayrı. Biz burada gene çuvaldızı kendimize batıralım.

ÜSTADIMIZ BEDİÜZZAMAN ASLA BÖYLE BİR ŞEY ÖĞRETMİYOR

Biz Üstadımızın bize öğrettiği ders ve ahlakı hakkıyla yansıtamadık hayatlarımıza. Asabiyetler nedense daha kolay geliyor. Ümmet içerisinde bir fert olmak sanki sıradan oluyorsun ama ümmetin üstünde bir cemaat filan olmak nefse daha hoş geliyor. Ama Üstadımız Bediüzzaman asla böyle bir şey öğretmiyor. Birinci İhlas Risalesinde açık ve net ifadeler var. Tabiiyeti metbuiyete tercih etmek. Senin Üstadın senden bunu istiyor. Önde olmak, yukarıda olmak meselesi değil. Sen geride ol, vazifeni yap. Bırak başka bir mümin kardeşin önde olsun. Sen bununla sevin. Bununla iftihar et.

Bu noktada öyle bir tarz, sunum, anlayış veya dil kullandık mı? Baştan aşağıya, serapa yanlış yaptık demiyorum. Ama yanlışımız da oldu bu noktada arızalı dilimiz, sunumumuz, söylemimiz oldu. Asabiyetler ürettik. Bu Üstadımıza rağmen bizim ürettiğimiz bir şeydi. Bunu bir kere belirtmemiz lazım. Üstadımıza rağmen ürettik ama Üstadımızın bazı kelimelerini, sözlerini bunun için kullandık.

BEDİÜZZAMAN TARİKATA DAİR HARİKULADE TAKDİRKÂR TANIMI NİYE YAPTI?

Mesela “zaman tarikat zamanı değildir imanı kurtarmak zamandır” sözünü bunun için kullandık. Şunu düşünmedik. Bu sözü söyleyen Üstadımız niye Telviat-ı Tis’a’yı yazdı? Ve Telviat-ı Tis’anın başında en başta birinci telvihte tarikata dair o harikulade takdirkâr tanımı niye yaptı o zaman? Tarikat, tasavvuf kötü bir şeyse... Düşünmemiz lazımdı. Hem “zaman tarikat zamanı değildir iman kurtarmak zamanı” diyecek hem de diyecek ki “Tasavvuf, tarikat, velâyet, seyr-ü sülûk namları altında şirin, nuranî, neşeli, ruhanî bir hakikat-i kudsiye vardır ki, o hakikat-i kudsiyeyi ilân eden, ders veren, tavsif eden binler cilt kitap, ehl-i zevk ve keşfin muhakkikleri yazmışlar, o hakikati ümmete ve bize söylemişler.”

Şimdi tasavvufu zamanı geçmiş, artık hükmü kalmamış mazinin bir hikayesi olarak gören takdirkar söz söyleyebilir mi? Devamı da geliyor. Bu defa tarikat nedir sorusu. “Elcevap: Tarikatin gaye-i maksadı, marifet ve inkişaf-ı hakaik-i imaniye olarak, Mirac-ı Ahmedînin (a.s.m.) gölgesinde ve sâyesi altında kalp ayağıyla bir seyr ü sülûk-i ruhanî neticesinde, zevkî, hâlî ve bir derece şuhudî hakaik-i imaniye ve Kur'âniyeye mazhariyet; "tarikat," "tasavvuf" namıyla ulvî bir sırr-ı insanî ve bir kemâl-i beşerîdir.”

BEN EHL-İ TARİKİM AMA BU KADAR GÜZEL TARİF EDEMEM

Ehli tarik bir hocam vardı üniversiteden. Tasavvufla temayüz etmiş bir isim. Yanlış bir şekilde Üstada ve Risale-i Nur’a ilişen bir söz söylediğinde bir gerilim olmuştu. Hocamızla konuştuk. İncinmişliğimizi ifade etmiştim. Kendisine okudum bunu. Beraberiz böyle sohbette. “Buyurun hocam. Bediüzzaman’ın tasavvufla ilgili sözü bu. Tarikat nedir sorusuna cevabı bu. Burada bir sorun görüyor musunuz, burada bir iğneleme, kötüleme görüyor musunuz?” dedim. Hocam, “Ben ehl-i tarikim ama bu kadar güzel tarif edemem. Allah razı olsun hazret bitirmiş her şeyi. Bu kadar kısa bir cümle içerisinde tasavvufun bu kadar güzel bir tarifini görmedim. Allah razı olsun ondan” dedi.

TARİKAT İLE İLGİLİ SÖZLERİNDEN BİRİ ASIL DİĞERİ KAYDA BAĞLI

Fakat biz böyle anlayıp böyle anlattık mı? Ehl-i tasavvufa üstadımızın şu birinci telmihteki tarikat tarifini hiç konuştuk mu? “Zaman tarikat zamanı değildir imanı kurtarmak zamanıdır” diyen de Üstadımız. Aynı anda bu ikisini aynı anda söylemek bir çelişki olacağına göre demek ki bunlardan biri asıl diğeri kayda bağlı. Bunu görmemiz lazımdı.

Resmi bir görevde olan, tasavvuf alanında profesör olan bir isim var aynı zamanda ehl-i tarik bir isim. Onu bir söyleşide görmüştüm. Ona soruyorlar bu böyle böyle bir şey var diye. Diyor ki “Bediüzzaman orada o zamanına atıfla söylüyor. İman hakikatlerine doğrudan taarruzların olduğu, Kur’an’ın yasaklandığı, Allah’ın varlığı, birliği, peygambere iman, ahirete iman, kitabullaha imanın külli bir taarruza maruz kaldığı bir zamanda kenara çekilip kendi seyr- sülukunuz, kendi manevi terakkinizle meşgul olmamanız gerekiyor. Şu an imanımızın esasına bir taarruz var bütün kuvvetimizi oraya teksif etmemiz gerekiyor. Bediüzzaman bu manada söylemiştir yoksa ‘bitmiştir, hükmü geçmiştir, değersizdir’ anlamında söylemiyor” diyor. Allah razı olsun ama ehl-i tarik profesör büyüğümüzden önce bunu bizim anlamamız gerekiyordu. Doğrusu bu çünkü.

RİSALE-İ NUR, SADECE NUR TALEBELERİ İÇİN YAZILMAMIŞ

1950’lerde, Kemalizm’in o ağır sultası yıkılmış, millet el koymuş Allah’ın izniyle Demokrat Parti gelmiş. Ve ilk icraatı 18 sene sonra ezanı serbest bırakmak, aslına döndürmek olmuş. Radyodan Kur’an okunmaya başlanmış. O şartlarda bu defa Bediüzzaman’ın o ikinci Emirdağ Lahikasında bir mektubunu görüyoruz. “Ben eskiden böyle, böyle derdim. Şimdi elhamdülillah o ortadan kalktı. Esasat-ı imaniyeye taarruz eden rejim çözüldü. İmanın esaslarına gelen hücumlara karşı Risale-i Nur cevap verdi. Risale-i Nur telifi tamamlandı. Ve herkese ulaşabilir durumda” diyor.

“Bunun üzerine biz de ehl-i tasavvuf olalım” demiyor. Ama “bir ehl-i tasavvuf mümin kardeşinize artık bunu demeyiniz” demek bu. 1932 şartlarında “ya kardeşim gel, iman esasına hücum ediliyor. Buna odaklanalım” o zaman söyleyeceğiniz sözdü bu. Manasını bir kere orada görüyoruz.

Tasavvuf içinde bazı yan kolların hataya düştüğünü görüyoruz. Ana damar kendini bundan muhafaza etmiş ama böyle o batını, deruni damarı kullanarak dinin esasatıyla ilgili bir gevşeme ve bid’alara karşı müsamaha için tasavvufi neşve veya idrak hali suiistimal edilebilir mi endişesinin de olduğunu o mektubunda söylüyor. Fakat “on iki büyük tarikatın muhassalasından bunların hepsi bid’alara girmediler. Müsaade etmediler.” Bunu da ifade ediyor. Dolayısıyla zaman kaydına bağlı bir şey olduğunu söylüyor.

Diğer taraftan şöyle bir şey de var. Risale-i Nur, nur talebeleri için yazılmamış sadece. Risale-i Nur, hangi meşrepten olursa olsun usulü imaniye noktasında bir taarruza, bir soruya maruz kalan müminlerin iman noktasında şüphelerini kurtarmaları, sorularına cevap bulmaları ve imanlarının tahkimi ve takviyesini hedefliyor öncelikli olarak.

RİSALE-İ NUR’DA “TARİKATINI, ŞEYHİNİ BIRAK BİZE GEL” GİBİ BİR ŞEY YOK

Ehl-i tarik Risale-i Nur’dan istifade etmek istiyor, ediyor. “İstifade etmen için tarikatını bırakman lazım. Bırak şeyhini bize gel” gibi bir şey yok Risale-i Nur’da. O tarikatına devam, şeyhine intisabına devamla birlikte Risale-i Nur’dan istifade edebilir. Hatta Seydişehirli bir zata atıfta bulunuyor Emirdağ’daki bir mektupta onun gibi örnekler.

Ehl-i tarik onlar. Tarikat, tasavvuf içerisinde bir seyr-u sülukları var. Ama usulü imaniye noktasında Risale-i Nur’u da okuyorlar ve istifade ediyorlar. Bediüzzaman “ya madem okuyorsunuz gelin bu tarafa” demiyor. Bu bir köşe kapmaca meselesi değil ki. Buyur Allah yolunu mübarek etsin. O güzel ve mübarek yol. Telvihat-ı Tis’a’nın birinci telvihindeki tarifi okuduk.

Şu ahir zaman şartlarında akıl, ilim ve felsefe yönünden imana hücum edilen bir zamanda, bu seyri sülukun içerisinde akla gelen imanla ilgili o sorulara, şüphelere cevap sadedinde Risale-i Nur’dan da istifadeyle yürüyorlar o isimler. Allah yolunuzu mübarek etsin Risale-i Nur’dan istifadenizi de bol etsin.

Üstadın duruşun, tarzına en başta örnek Telvihat-ı Tis’a. Lahika mektuplarında zaman, zemin hepsini topladığımızda ne, ne zaman, hangi şartlarda söylenmiş diye bu mana net bir şekilde çıkıyor ortaya.

ÜSTADIN KENDİSİNİN ÖĞRETTİĞİ USULE, ÜSLUBA, ESASA UYGUN DAVRANMAKTA HATA ETTİK

Bizim hususi olanı umumileştirmek, zaman kaydıyla söyleneni genel geçer göstermek ve bir de bunu bir ehl-i tasavvuf kardeşlerimizle olan temasta, muarefede böyle damara dokundurur şekilde kendimize bir asabiyet yükleyerek konuşmak doğru değil. Üstada rağmen, Üstadın kendisinin öğrettiği usule, üsluba, esasa uygun davranmakta hata ettiğimiz düşüncesindeyim.

SON 15 SENEDE TAMİR VE TEDAVİ EDİLDİ

Ama son 10-15 sene itibariyle bu üslup yanlışını tamir, tedavi noktasında da belli bir mesafe aldığımızı düşünüyorum. İnşaallah ilerleyen zamanda bu mesafe daha da alınır. Ehl-i tarik, Risale-i Nur’dan istifade eder. Biz ehl-i tarik kardeşlerimizle daha sıkı muarefe içerisinde oluruz. Ve beraberce Allah hepimizi yolunda hizmetle istihdam eder inşaallah.

İletişim imkanları da artınca karşılıklı diyalogla birbirimizi tanıdıkça aradaki mesafeler azalıyor. Esas hücum ana omurganın içerisindeki Risale-i Nur ve tasavvufa. Burada siz biz kavgası değil başka bir tehlike var. O ittifakı, dayanışmayı, ittihadı sağlamak lazım.

Özelde baktığımızda “siz biz” deriz ama daha genel baktığımızda hepimiz “bir”iz.

Devam edecek

RÖPORTAJIN ÖNCEKİ BÖLÜMLERİ

Said Nursi’nin talebesi Zübeyir Gündüzalp, F.Gülen’i defalarca uyardı

Bediüzzaman’ın bu uyarısı dindarların kulağına küpe olmalı

Said Nursi ile F.Gülen’i yan yana anmak alçaklıktır 

Merkeze yerleşmek için Nakşibendilik ve Risale-i Nur’a saldırıyorlar

Bediüzzaman, mehdilikle ilgili ne düşünüyor? 'Ben Mehdiyim' dedi mi?

Said Nursi’de dinlerarası diyalog var mı? Papaya mektup gönderdi mi?

Nur Talebeleri, Said Nursi’den hızlı ve net tepki verme dersini almalı

Said Nursi, F.Gülen’in rüyalarına nasıl tepki verirdi?

Bediüzzaman sıradan Müslümanları Kur’an’la düşünür hale getiriyor

Said Nursi gibi bana da yazdırıldı, yoksa size yazdırılmıyor mu?

Bediüzzaman’ı ebced ve cifiri kullanmaya mecbur kılan karanlık anlar

Risale-i Nur İslami geleneğin savunucusu, taşıyıcısı ve yeniden üreticisidir

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum