Bediüzzaman’ın Entelektüel Kişiliğinin Temelleri

Bediüzzaman’ın entelektüel kişiliğin oluşmasında birçok kişinin ve unsurundoğrudan veya dolaylı olarak etkisi olmuştur.

Üstad, her şeyden önce Kur’an’ın ve kainatın talebesidir.

Başta Peygamberimiz, Hz. Ebubekir, Hz. Ali, Hz. Geylani ve annesi Nuriye Hanım olmak üzere bir çok alim, veli, mütefekkir, idareci ve siyasetçi onun hayatında bu anlamda büyük yer kaplar.  

Evet, o, Peygamberimiz, Hz. Ebubekir,  Hz. Ali ve Geylani gibi zatlardan mana veya rüya aleminde ders alır. “İlk öğretmeni” Nuriye Hanımdan şefkat ve merhamet dersini talim eder. Bunların yanında birçok alimin rahlesinde diz çöker. Birçok velinin sohbetine iştirak eder. Birçok devlet adamının masasında dünyanın ve insanlığın geleceğini müzakere eder. Binlerce talebe yetiştirirken, rahlenin bir yanında da kendisi vardır. Öğretirken öğrenir de. Bu anlamda talebeleri de onun entelektüel hayatına katkı sağlamıştır.

Eski Said Dönemi Üstadın entelektüel kişiliğinin oluştuğu dönemdir. Yeni Said ve Üçüncü Said olarak bilinen dönemler ise bir ustalık ve olgunluk dönemi olarak değerlendirilebilir.

Biz, 15 bölüm halinde bu köşede yayımladığımız “Bediüzzaman’ın Entelektüel Hayatı” isimli çalışmamıza kaynaklık eden, Üstadın entelektüel hayatının oluşmasına doğrudan veya dolaylı olarak katkı sağlayan isimlerin bazılarını aşağıdaki şekilde tespit ettik. Umarız bu çalışmamız daha derinlikli çalışmalar için bir kaynak teşkil eder.

KİŞİ İNDEKSİ

ABDULBAKİ ARVASİ  

1899 yılında Arvas Köyünde doğmuştur. Babası Van eski müftülerinden Şeyh Masum Efendidir. Dedesi ise Seyyid Fehim Efendidir. Bediüzzaman Hazretlerinin Van Kalesi’ndeki Horhor Medresesi talebelerindendir. 1979’da vefat etmiştir.

Abdülbaki Arvasi hatıralarında diyor ki:

Birinci Cihan Savaşından önce Van’da idadi (lise) mektebinde okuyordum. Okula sık-sık gitmez, hep Bediüzzaman’ın Horhor’daki medresesine giderdim. ‘Niçin mektebe gitmedin, yine mi kaçtın?’ derdi. Ben de kendisinin yanında okumak istediğimi söylerdim.

Horhor’daki medresesinde yeşil kaplı bir masası vardı. Bu masanın üzerine raptiyelerle, ‘Beşikten mezara kadar ilim talep ediniz’ meâlindeki hadisi yazmıştı. Tahsilin sonunda olan talebelere bizzat kendisi ders verirdi. Hep seçme talebeleri vardı. Yirmi beş kadar talebeye ders veriyordu. Beni çok severdi, hiç ismimle hitap etmezdi. ‘Birazi’ (yeğen) derdi.

“Dağda toprak bir manastır harabesinde oturuyordu. Çok basit bir yaşayışı vardı. Bir hasır, bir keçi postu vardı. Biz Şark lisaniyle mitil deriz, yüzsüz bir de yorgan vardı. Ufak tefek bazı zaruri eşyalar da etrafta gözüküyordu.

ABDULLAH EKİNCİ

1899 yılında Van’da doğmuştur. Polis eski müdürlerindendir. Bediüzzaman’ın Van’daki eski talebelerindendir. Molla Hamid Ekinci’nin ağabeyidir. 1980 yılında Van’da vefat etmiştir.

ABDULLAH SAĞCI

1872 yılında Bitlis’te doğmuştur. Bediüzzaman’la birlikte Rus harbinde savaşmıştır. 105 yaşında Bölüh Köyünde vefat etmiştir.

ABDULMECİD PERİHANOĞLU

1878 yılında doğmuştur. İsmail Perihanoğlu’nun babasıdır. Bediüzzaman’ın eski talebelerindendir. Barla Lâhikası’nda ismi geçer. 1962 yılında Van’da vefat etmiştir.

ABDULVAHAB

Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Bediüzzaman’ın eski talebelerindendir. Bitlis Deresinde Bediüzzaman ile birlikte, Ruslarla çarpışmıştır.

ABDURRAHMAN NURSİ

1902 yılında doğmuş, 1928 yılında vefat etmiştir. Bediüzzaman’ın büyük kardeşi Molla Abdullah’ın oğludur. Bediüzzaman’a esaret öncesi ve sonrasında hizmet eden talebelerindendir.

ABDURRAHMAN- TAĞÎ

Abdurrahman Tağî, Gavs-ı Hizan Seyyid Sıbgatullah’ın halifesidir. Hazret-i Ziyaeddin’in babasıdır. Hizan’a bağlı Tağ köyünde medresesi vardı. Emirdağ mektuplarında Bediüzzaman “Nahiyemiz olan Hizan kazasına tâbî Isparta’da birden bire meşhur Seyda namında Şeyh Abdurrahman-ı Tağî himmetiyle o kadar çok talebeler ve hocalar ve âlimler çıktılar ki bütün Kürdistan onlar ile iftihar eder bir şekil aldı” şeklinde Seydâ’dan bahsetmektedir. Bediüzzaman o zamanlarda dokuz-on yaşlarında olduğunu ifade etmektedir. Abdurrahman-ı Tağî, Nurslu talebelere, bilhassa küçük Said’e çok alâka gösterdiği, iltifat ettiği, geceleri yatarken üzerlerini örttüğü, Nurslu talebelerin içinden birisinin İslâmiyet’e çok büyük hizmetler edeceğini, İslâm’ı tecdid edeceğini ifade ettiği, onun için bu kadar alâka gösterdiğini söylediği rivayet edilmektedir. Bediüzzaman’ın Emirdağ mektuplarındaki mezkûr mektubu da Abdurrahman-ı Tağî tarafından anlatılanları teyit etmektedir.Abdurrahman-ı Tağî l886 yılında rahmete kavuşarak Nurşin’de defnedilmiştir.

ABDURRAHİM ZAPSU

Abdurrahim Zapsu, 1890 yılında Van’da doğmuştur. Avukattır. Bediüzzaman’ın milis alayı gönüllülerindendir. Rus esaretini Ehl-i Sünnet dergisinde ilk olarak yazan kişidir.

Soyu, baba tarafından Abdülkadir Geylani, ana tarafından Abbasi sülâlesine dayanmaktadır. Osmanlı döneminin son ilahiyat mezunlarındandır. Kürtçe tiyatro eserlerinin yanında, üç ciltlik ‘Büyük İslâm Tarihi’ adlı kitabıyla birlikte pek çok kitabı vardır. Said Nursî’nin hem talebesi, hem silâh arkadaşıdır.

Abdurrahim Zapsu, Şeyh Said hadisesinin etkili isimlerinden sayılarak sürgün yemiş, hapis yatmıştır. Necip Fazıl Kısakürek’in öncülüğünde kurulan Büyük Doğu Cemiyetinin de kurucu üyeliğini ve İstanbul’da, Dicle Talebe Yurdunun yöneticiliğini de yapmıştır. Abdurrahim Zapsu, Bedirhan Aşireti lideri Bedirhan Paşanın torunlarından Arusî Şeyhi M. Aziz Çınar’ın kızı Hidayet Hanımla evlenmiştir. Bu evlilikten üç çocuğu olmuştur. Kızı Hale, Musa Anter’le evlenmiştir. Oğlu Mustafa Pertev, ‘Massey Ferguson’ traktörlerinin Türkiye’deki imalatçısı Uzel ailesinin kızı Gaye Uzel ile hayatını birleştirmiştir. Bu evlilikten Cüneyt Zapsu doğmuştur.

Bediüzzaman’ın Rusya’da esarette iken, kampı teftişe gelen kumandana ayağa kalkmaması hadisesini ilk defa basında duyuran Abdurrahim Zapsu’dur.

Hadise, l9l7 yılında, Moskova’nın kuzeydoğusundaki Volga nehri kenarında Kosturma’da cereyan etmiştir. O yıllarda Hazar Denizi’ndeki Nargin Adasında esir olan Abdurrahim Zapsu, hadiseyi bir subaydan dinlemiştir.

Aradan otuz sene geçmesine rağmen, Bediüzzaman hadiseyi hiç kimseye anlatmamıştır. Abdurrahim Zapsu’nun  l948 yılında Ehl-i Sünnet mecmuasında hadiseyi anlatan makalesini kendisine okuyanlara Bediüzzaman şöyle demiştir:

“O esaret hadisesinin aslı doğrudur. Fakat şahidim olmadığından tafsilen beyan etmemiştim. Yalnız bir manganın beni idam etmek için geldiğini bilmiyordum, sonra anladım. Ve Rus kumandanı tarziye için Rusça bir şeyler söyledi, ben bilmedim. Demek, hazır bulunan ve bu hadiseyi gazeteye ihbar eden Müslüman yüzbaşı anlamış ki, kumandan tekrar tekrar ‘affet’ demiş.”

Abdurrahim Zapsu’nun, çok meşhur ve önemli kabul edilen İslâm Tarihi isimli eserinin dışında İslâmî sahada birçok eseri bulunmakta olup, ayrıca güzel şiirleri de vardır.

ABDÜLMECİD NURSÎ

Bediüzzaman’ın kardeşidir. 1884 yılında Bitlis’in Hizan Kazasının İsparit nahiyesine bağlı Nurs köyünde doğmuştur. İlk eğitimini burada almıştır.  Nurs köyünden sonra Arvas’ta eğitimine devam etmiştir. 1900 yılında Van’a gitmiştir. Horhor Medresesinde ağabeyinin nezaretinde iki yüzü aşkın talebe ile birlikte eğitim almıştır. Arap Dili ve Edebiyatı dalında otoritedir. Bundan dolayı Bediüzzaman İşaratü’l-İ’caz ve Mesnevi-i Nuriye eserlerinin Arapçadan tercüme edilmesi işini ona vermiştir.

Bediüzzaman’la birlikte Rus harbine katılmıştır. Abdülmecid, Rusların hücumundan ve istilasından kurtularak Diyarbakır üzerinden Şam’a gitmiştir. 1920 yılında tekrar Van’a dönmüştür. Şeyh Said hadisesi ile başlayan ve Bediüzzaman’ın sürgün edilmesiyle neticelenen süreçte öğretmenlik görevinden alınınca Ergani’ye yerleşmiştir. 1936 yılında çocuklarının eğitimi sebebiyle Malatya’ya göç etmiştir. 1940 yılında Ürgüp’e müftü olarak tayin edilmiştir. Ürgüp’te on iki yıl müftülük yapmıştır.

1955 yılında Konya’ya gitmiştir. Buraya geldikten sonra Isparta’ya giderek Bediüzzaman Hazretlerini ziyaret edip, hasret gidermiştir. 1967 yılında vefat etmiştir. 

Çok sayıda talebe yetiştirmiştir. Mantık adlı eseri yazmıştır. Haleb-i Sağir ve Kaside-i Bürde şerhini de kaleme almıştır.

ABDÜLMENAF

Bediüzzaman’ın Birinci Cihan Harbi esnasındaki talebelerindendir. Hayatı hakkında çok fazla bilgi yoktur.

AHMED-İ HANİ

17.yüzyılda Hakkari ve Ağrı’da yaşamış edip, şair, tarihçi ve mutasavvuf. En ünlü eseri Kürtçe yazılan “Mem ü Zin” dir. Bediüzzaman bir süre Ahmed-i Hani türbesinde inziva hayatı yaşamıştır.

ALİ ÇAVUŞ (HACI ALİ ARAS)

Van’ın Çoravanis Köyündendir. Bediüzzaman’a Rus esaretinden önce ve sonraki yıllarda talebelik yapmıştır. Kurtuluş Savaşında Bediüzzaman ile birlikte cihada katılmıştır. 1965 yılında vefat etmiştir. Coravanis Köyü mezarlığına defnedilmiştir.

BİTLİSLİ ŞEYH EMİN EFENDİ (ŞİRVANÎ)

1822-1906 yıllarında yaşamıştır.Bitlis hanedanından bir zat olan Emin Efendi, seyyidler kafilesindendir. Yüzyılımızın başlarında Sultan İkinci Abdülhamid Hanın daveti üzerine İstanbul’a giderek, orada iki yıl kadar misafir olmuştur. Bir kervansaray mahiyetindeki evi ve dergâhı uzun yıllar etrafa Nakşi nurunu saçmıştır. Bediüzzaman’ın Şeyh Emin Efendi ile münasebeti çocukluk yıllarında cereyan eder. Bu münasebet Tarihçe-i Hayat’ta (s. 37-38) tafsilatlı şekilde anlatılır. 

 BİTLİS VALİSİ ÖMER BEY

Vali Ömer Sabri Bey 1843 yılında Mora, Yenişehir’de doğmuştur. Babası Leskavikli Mehmet Ragıp Beydir. Mülkiye Tekaüd Nezareti Sandık Emaneti, Maliye Nezareti Serveznedarlığı ve Dersaadet Emniyet Sandığı Müdürlüğünde bulunmuştur. 1895 yılında vekaleten atanmış, bir yıl sonra asaletini müteakip bu görevini 1897 yılının sonuna kadar sürdürmüştür.  Ömer Sabri Bey Bitlis’te 1899 yılında vefat etti.

1895 yılında Bediüzzaman ile tanışmıştır. Bediüzzaman’a karşı çok fazla muhabbeti vardı. “Herkesin bir üstadı vardır; sen de benim üstadımsın” (Tarihçe-i Hayat sh.39) diyerek Bediüzzaman’a  iltifat etmiştir.  İlmi çalışmalar için oda tahsis etmiştir. Bediüzzaman yirmi yaşlarında iken, iki sene onun ısrarıyla ve ilme ziyade hürmetiyle burada kalmıştır.

EMİN ÇAYIRLI (ÇAYCI EMİN BEY)

Bediüzzaman Hazretlerinin eski talebelerindendir. Çaycı Emin Bey olarak bilinir. Kastamonu’da sürgündeyken Bediüzzaman Hazretlerine dokuz yıl hizmet etmiştir. Dokuz ay Bediüzzaman’la birlikte Denizli Hapishanesinde mevkuf olarak yatmıştır. O da diğer Nur talebeleri gibi berâat etmiştir. l967 yılında Van’da bir trafik kazasında yanarak şehit olmuştur.

ENVER PAŞA

“Damat ve yaver-i hass, hazret-i şehriyari Enver” şeklinde anılan Enver Paşayla, Bediüzzaman Said Nursî’nin tanışmaları ve dostlukları İkinci Meşrutiyet senelerine dayanmaktadır. İşârâtü’l-Îcâz ismindeki tefsirin kağıt masrafını karşılamıştır.Bediüzzaman, Enver Paşa ve diğer Osmanlı Paşalarının ısrarıyla, orduy-u hümayunun adayı olarak, Dârü’l-Hikmet’l-İslâmiye’yeâza olarak tayin edilmiştir. Kendisine harp madalyası ve gazilik beratı verilmiştir. Sultan Vahîdüddin Han, Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendinin ve Harbiye Nâzırı Enver Paşanın imzalarıyla BediüzzamanDarü’l-Hikmet’e tayin edilmiştir. Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayat’ında Kafkas cephesinde milis albayı olarak gösterdiği büyük kahramanlıkların Enver Paşa ve diğer kumandanlar tarafından büyük bir hayranlıkla ve takdirlerle karşılandığı ifade edilmektedir.

Bediüzzaman, İstiklâl Harbi senelerinde, İstanbul’da Sünuhat isimli bir eser neşretmiştir. Bu kitabın “Rüyada bir Hitâbe” kısmının devamında, düşmanların İtihad Terakki erkânına ve bu arada Enver Paşa’yla Said Halim Paşa’ya olan şiddetli hücumları karşısında Bediüzzaman, onların yanında yer almıştır: Bence yol ikidir. Mizanın iki kefesi gibi... Birinin hiffeti, ötekinin sıkletine geçer. Ben tokadımı Antranik’le beraber Enver’e; Venizelos ile beraber Said Halim’e vurmam. Nazarımda vuran da sefildir.

GAVS-I HİZAN SEYYİD SIBĞATULLAH

Doğum tarihi bilinmemektedir. l87l yılında vefat etmiştir. Bediüzzaman sekiz-dokuz yaşında iken, ahali Gavs-ı Hizan’dan istimdat ederken, Bediüzzaman “Yâ Gavs-ı Geylânî’ diyerek Geylani Hazretlerinden istimdat ederdi. Gavs-ı Hizan, Hizan yakınlarında Gayda kasabasında bulunan bir tepecikte medfundur.

Bediüzzaman’ın babası Sofi Mirza Efendi, zaman zaman Seyyid Sıbğatullah Hazretlerini ziyaret ederdi. Bu ziyaretlerin birinde Seyyid Sıbğatullah ayağa kalkarak, Sofi Mirza’ya meclisin başköşesinde yer göstermiştir. Orada bulunan ulemâ ve hulefâ, bu basit, ümmî Nurslu köylüye neden bu kadar alâka ve hürmet gösterdiğini sordukları zaman, Gavs-ı Hizan şu cevabı vermiştir: Bu Sofi Mirza ileride öyle bir zata baba olacak, bunun sulbünden öyle bir zat gelecek ki, o zata baba olmayı ben on gavslığa tercih ederim.Gavs olmaktansa, o gelecek zata böyle bir baba olmayı tercih ederim!

Bediüzzaman,Münazarat’ta kendisinden övgü ile bahsetmektedir: Şu üslûp, bir silsilenin mübarek hırkalarının parçalarından dikilmiştir. Yani Şah-ı Nakşibend, İmam-ı Rabbanî, Halid Ziyaeddin, Seyyid Tâhâ, Seyyid Sıbğatullah ve Seyda gibi evliyaya işaret var.

İSMAİL PERİHANOĞLU

1910 yılında Van’da doğmuştur. Bediüzzaman’ın eski talebelerindendir. 1935 yılında Bediüzzaman’la alâkalı olarak Eskişehir’de gayr-i mevkuf olarak yargılanmıştır. Van Belediye Başkanlığı ve Müftülüğü yapmıştır.

KOPANİSLİ MOLLA YUSUF

Hayatı hakkında çok fazla bilgi bulunmamaktadır. Erek Dağında kaldığı yıllarda Bediüzzaman Hazretlerine talebelik yaptığı bilinmektedir.

MEVLÂNA HALİD-İ BAĞDADİ

Bundan önceki asrın müceddidi olan Mevlâna Halid Ziyaeddin, aslen Süleymaniyeli Ahmed Ağa isminde bir zatın oğludur. Nesli Hazret-i Osman’a (r.a.) dayanmaktadır.

Nakşibendî mürşidi olan Mevlâna Halid’in hayatı, Nakşî tarikatının tarihinde pek ehemmiyetli bir safha teşkil etmektedir. l776’da Süleymaniye’ye bağlı Karadağ’da dünyaya gelen Mevlâna Halid, küçük yaşlarda ilim tahsil etmek için, Erbil’e bağlı Köysancak ve Harir taraflarına gitmiştir. Devrin şöhretli âlimlerinden ders almıştır. Sinence’de meşhur âlim Muhammed Kasım’dan riyaziyat, hendese, hesap ve astronomi dersleri almıştır. Zühdü ve takvâsıyla bilinen Mevlâna Halid, aklî ve naklî ilimlerle de meşgul olmuştur.

Mevlâna Halid, Hindistan’a gitmeden evvel hep ilmî eserler, ondan sonra ise tasavvuf ve tarikata dair eserler yazmıştır. Dokuz adet ilmî eseri bulunmaktadır. Altı tane de Farsça tasavvufi eseri vardır

l805’de Diyarbakır, Halep ve Şam üzerinden Hicaz’a gitmiştir. l809’da Hindistan’a giderken yolda birçok âlim ve fâzıl zatla tanışmıştır. Şeyh Abdullah’ın bir yıl hizmetinde kalmıştır. Orada Kadirî, Nakşî, Sühreverdi ve Kübrevi tarikatlarından icazet alarak, l8ll’de Süleymaniye’ye dönmüştür.

l826’da Şam’da vefat etmiştir.

l940 civarında yazıldığı tahmin edilen bir mektubunda Üstad şunları ifade etmektedir:

“Eski zamanda, on dört yaşında iken, icazet almanın alâmeti olan Üstad tarafından sarık sardırmak, bir cübbe bana giydirmek vaziyetine mâniler bulundu. Yaşımın küçüklüğüyle, memleketimizde büyük hocalara mahsus kisve giymek yakışmadığı...

O zamanda büyük âlimler, bana karşı üstadlık vaziyeti değil, ya rakip, veyahut teslimiyet derecesine girdikleri için, bana cübbe giydirecek ve üstadlık vaziyetini alacak kendilerine güvenenler bulunmadı. Ve evliyâyı azimeden dört-beş zatın vefat etmeleri cihetiyle, elli altı senedir icazetin zahir alâmeti olan cübbeyi giymek ve bir üstadın elini öpmek, üstadlığını kabul etmek hakkımı bu günlerde, yüz senelik bir mesafede Hazret-i Mevlâna Zülcenaheyn Halid Ziyaeddin kendi cübbesini, o cübbeye sarılan bir sarık ile pek garip bir tarzda bana giydirmek için gönderdiğine bazı emarelerle bana kanaat geldi.Ben de o mübarek ve yüz yaşında cübbeyi giyiyorum. Cenab-ı Hakka yüz binler şükrediyorum. (Bu mübarek emaneti Risale-i Nur talebelerinden ve ahiret hemşirelerimizden Asiye namında bir muhterem hanımın eliyle aldım...)

MİHRİ HELAV

Bediüzzaman Hazretlerinin Horhor’daki talebelerindendir. Hukuk Fakültesi okuyarak, avukat olmuştur. Bediüzzaman’ı “Gençlik Rehberi Mahkemesi”nde müdafaa etmiştir.

MİRAN AŞİRET AĞASI MUSTAFA PAŞA

Hamidiye Alayı komutanlarından Mustafa Paşa, on dokuzuncu yüzyılın başlarında Cizre’de dünyaya gelmiştir. Babası Tamer Ağa, dedesi ise İbrahim Ağadır. Dönemin  en kuvvetli aşiretlerinden Miran aşiretinin ağasıdır. Tarihçe-i Hayat’ta Bediüzzaman’la olan münasebetleri bütün tafsilâtıyla anlatılmaktadır. Bediüzzaman tarafından zulümden ve haksızlıklardan vazgeçmediği için öleceği, bir keramet haliyle kendisine bildirilmiştir. Bu haberden az sonra, l902 senesinin Ekim ayında yaylâdan Cizre’ye dönerken, Cizre-Şırnak arasında meydana gelen aşiret kavgaları sırasında serseri bir kurşun ile öldürülmüştür. Naaşı Cizre mezarlığındadır.

MİR HASAN VELİ

15.yüzyılda Van’da yaşamıştır. Bediüzzaman, Mir Hasan Veli Medresesinde bir süre eğitim görmüştür. Bahçesaray’ın girişinde mezarlık içerisinde bulunan medrese, Mir Hasan Veli tarafından XVI. yüzyıl içerisinde yaptırılmıştır. Biri 1737, diğeri 1858 olmak üzere iki onarım kitabesi bulunmaktadır. Yapının günümüze kadar ancak zemin kat hücreleri gelebilmiş, diğer kısımlar temel seviyesine kadar yıkılmıştır. Kareye yakın dikdörtgen bir alana oturan medreseye güney cephenin ortasına açılmış kapıdan girilmektedir. Ortada bir giriş holü, bunun iki yanında büyükçe birer oda olduğu tahmin edilmektedir. Kuzeyde ise, dikdörtgen plânlı, üzerleri beşik tonoz örtülü beş oda sıralanmaktadır. Bunlardan ortadaki üç tanesi sağlamdır. Kalan izlerden iki katlı olduğu anlaşılan yapı, moloz taş malzeme ile inşa edilmiştir.

MOLLA FETHULLAH EFENDİ

Nakşî şeyhlerinden Abdurrahman-ı Tâğî Hazretleri’nin talebelerindendir. Vefatından sonra onun yerine geçmiş, ilim  ve tarikat yoluyla dine hizmet etmiştir. 1899 yılında Bitlis’te vefat etmiştir.

Bediüzzaman’ın Siirt’te medresesinde eğitim gördüğü hocasıdır. Molla Fethullah ulemaya, "Bizim medreseye gâyet genç bir talebe geldi, her ne sual ettimse bila tevakkuf cevap verdi. Bu yaşta zekasına ve ilmine ve fazlına hayran kaldım" diyerek, onu pek çok metheder. Said Nursi’ye “Bediüzzaman” unvanını Molla Fethullah’ın verdiği rivayet edilmektedir.

MOLLA HAMİT EKİNCİ

Siirtlidir. Çocukluk yıllarında Van’a yerleşmiştir. Esaret sonrasında Van’da Erek Dağında ve Nurşin Camiinde Bediüzzaman Hazretlerine uzun yıllar talebelik yapmıştır. Mezarı Van’dadır.

Hatıralarında o günleri şöyle anlatmaktadır:

“(Bediüzzaman’ın) Nurşin Camiine gelişlerinden bir ay geçmemişti. Kıymetli âlim zatlar, ders almak için yanına gelmeye başladılar. Molla Resûl, Molla Yusuf, Molla Maruf en yüksek ilmî meseleleri hiç çekinmeden Üstad’a sorarlardı. Nurşin Camii bir ilim ve irfan yuvası olmuştu.

Molla Resûl’ün sorduğu bir ilmî suale Üstad, eski âlimlerden birinin aksine cevap vermişti. Molla Resûl itiraz edince Üstad bu cevabında ısrar etti. Hattâ Üstad biraz hiddetlice:

“Efendiler ‘Eski Said’ öldü, siz hâlâ beni Eski Said olarak tanıyorsunuz. Şimdi karşınızda Yeni Said var. Cenab-ı Hak ‘Yeni Said’e öyle bir ihsanda bulunmuş ki, musanniflerin hepsi ilim denizi olsalar, Said’in topuğuna varamazlar. Her ne kadar metnin zâhirine, söylediğim mâna sizce muvafık görünmüyorsa da hakikatı budur, bunu böyle kabul ediniz. ‘Eski Said’in on senede verdiği derse, ‘Yeni Said’in on ay dersi kâfi gelebilir.’

Üstad, Cuma günleri Nurşin Camiinde vaazlar verirdi. Vaazların konusu haşir, âhiret ve vahdaniyet üzerindeydi. Molla Resûl yine bu vaazlar sırasında bir gün Üstad’a dedi ki:Seyda vaazlarınızdan biz bile anlamıyoruz. Başkaları nasıl anlasın?

Üstad:Evet, vaazlarım anlaşılmıyor. Benim gayem imanın temellerini sağlam inşa etmektir. Temel sağlam olursa, zelzelelerle yıkılmaz. Biriniz yanıma oturunuz, mevzu derinleşince bana hatırlatınız’ diye buyurmuştu.

“O kıştan sonra Üstad Erek dağına çekildi. Zernabad suyunun başında vakitlerini geçirmeye başladı.”

“Cumhuriyetin ilk seneleriydi. Henüz sarıklar yasaklanmamıştı. Van’da hocalar hep sarık sararlardı. Fakat Üstad sarık sarmıyordu. Ayrıca cübbe de giymiyordu. Hoca kisvesine girmiyordu. Bir gün talebe arkadaşlardan birisi kendisine:

“Herkes sizi hoca bilmiyor, hoca kisvesine niçin girmiyorsunuz? Niçin sarık sarıp cübbe giymiyorsunuz?’ demişti.

“Üstad o arkadaşa:

“İmam-ı Azam gibi zatların giydiği ilmî kisveyi ben nasıl giyeyim? Onların kıyafetine ben nasıl girebilirim?’ diye cevap verdi.

Zernabad suyu başında, eskiden çok sık ağaçlık vardı. Ağaçlar budanmamış olduğundan dallar birbirine girmişti. Dalların üzerine Üstad’ın çıkıp oturacağı bir köşk yapmıştık. Biz talebeler aşağıda kalıyorduk. Üstad akşamları da, ağaçtaki yerinde kalıyordu. Ben şahit olduğum kadariyle, hiç boş vaktini görmüyordum. Daima bir işle meşgul oluyordu. Ya okuyor, ya dua ediyor, ya namaz kılıyor, mutlaka bir meşguliyeti oluyordu. Yalnız misafirler geldiği zaman onlarla sohbet edip, alâkadar oluyordu.

MOLLA RESUL

1872 yılında Siirt’te doğmuştur.  Erek Dağında Bediüzzaman’a talebelik etmiştir. Âlim biridir. 1952’de vefat etmiştir. Nur’un İlk Kapısı’nın Van’da, Erek’te yazılmaya başlandığı tahmin edilmektedir. Zira kitabın “On Dördüncü Dersi”ninLem’alar ve Reşhalar kısmından sonra gelen ve “Ey birader” diye başlayan kısım Molla Resul-ü Gavrî’nin el yazısıdır.

MOLLA ABDULLAH

Bediüzzaman’ın ağabeyidir. Bediüzzaman’a bir süre hocalık yapmıştır. Molla Abdullah 1888 yılında medreseden icazet alarak evine dönmüştür. Kardeşi Said’le okudukları kitapları karşılaştırırken onun ilmi derinliğini fark ederek sekiz ay evvel talebesi olan Said'i, kendine Üstad olarak kabul ederek ders almaya başlamıştır. 1914 yılında Nurs köyünde vefat etmiştir. Daha sonraları oğlu Abdurrahman,Bediüzzaman’a talebe olmuş, hizmetinde bulunmuştur.

MOLLA ABDULLAH-I DİBO

Bediüzzaman’ın eski talebelerindendir. Âlim biridir. 1950 tarihinde Bediüzzaman’ı ziyareti dönüşünde yolda parasını kaybedince, Üstadın emriyle Zübeyir Gündüzalp, Molla Abdullah-i Dibo’ya yetişerek ona yol masrafını vermiştir.

MOLLA AHMED-İ CANO

Bediüzzaman’ın eski talebelerindendir. Bediüzzaman hazretleriyle Van’da birlikte bulunmuşlardır. Veli bir zattır. Zeve köyünde Ermeni katliamında Ahmed-i Cano imkânsızlıklar içinde kahramanca çarpışmıştır. Sonunda Ermeniler tarafından şehit edilmiştir. Bediüzzaman Van’da bulunduğu yıllarda yaptığı dualarda, büyük velilerin ismini sayarken, Molla Ahmed-i Cano’ya ismen dua etmiştir. Kabri Zeve Şehitliğinde bir velinin türbesinin yanındadır.

MOLLA DAVUD

Bediüzzaman Hazretlerinin amcası Hacı’nın oğludur. Nurşin Camiinde kaldığı yıllarda Bediüzzaman’a hizmet ederek talebelik etmiştir. Emirdağ Lâhikası’ndaBediüzzaman ondan sıkça bahseder.

MOLLA HABİB

Bediüzzaman’ın eski talebelerindendir. Bediüzzaman’la birlikte Ruslara karşı Pasinler, Van ve Bitlis Cephelerinde çarpışmıştır. İşârâtü’l-İ’câz ve Tâlikat adlı eserlerin kâtipliğini yapmıştır. Ruslarla çarpışırken 1916 yılında Gevaş Cephesinde şehit olmuştur. Bediüzzaman Hazretleri ondan sitayişle bahseder: Meselâ, Harb içinde, avcı hattında düşmanın top gülleleri arasında Kur’ân-ı Hakîmin tek bir âyetinin, tek bir harfinin, tek bir nüktesini tercih ederek, o gülleler içinde Habib kâtibine ‘Defteri çıkar!’ diyerek at üstünde o nükteyi yazdırmış. Demek Kur’ân’ın bir harfinin, bir nüktesini; düşmanın güllelerine karşı terk etmemiş; ruhunun kurtulmasına tercih etmiş.

MOLLA MÜNEVVER

1873 yılında Hizan’ın Çırçak Köyünde doğmuştur. Gerçek ismi Mehmed Münevver Çetin’dir. Nur talebeleri arasında Molla Münevver olarak bilinir. Horhor Medresesinde  Bediüzzaman’dan ders almıştır. Kurtuluş Savaşında Bediüzzaman ile birlikte cihada katılmıştır. 1971 yılında vefat etmiştir.

MOLLA SAİD

Üstadın köylüsü ve eniştesidir. Bediüzzaman’la birlikte Bitlis Deresinde Ruslarla savaşan talebelerindendir. Bediüzzaman’la birlikte Ruslar tarafından esarete götürülmüştür.

MOLLA YASİN SAATÇİOĞLU

1876 yılında Van’da doğmuştur. Bediüzzaman’ın eski talebelerinden olup, 15 yıl talebelik etmiştir. Kurtuluş Savaşında Bediüzzaman ile birlikte cihada katılmıştır. 1965 yılında Van’da vefat etmiştir.

MUHAMMED KÜFREVÎ

Nakşî şeyhi Muhammed Küfrevî, Siirt’in Küfre köyünde l775’te dünyaya geldi. Hocası Seyyid Tâhâ Hakkarî, asrının  müceddidi olan Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî’nin hâlifelerindendir. 1898 yılında, yüz yirmi üç yaşlarında vefât ettiği  zaman, Sultan Abdülhamit Han onun için bir türbe yaptırmıştı. Muhammed Küfrevî Hazretleri’nin Kabri Bitlis’in Kızıl Mescid Mahallesindedir.

Bediüzzaman’ın çocukluk ve gençlik devresinde en son ders aldığı hocası Muhammed Küfrevî Hazretleridir. Barla Lâhikasında ondan şöyle bahsedilir: “Silsile-i ilmiyede bana en son ve en mübârek dersi veren ve haddimden çok ziyade şefkatini  gösteren, Hazret-i Şeyh Muhammedü’l Küfrevî (Kuddisesırruhu)…”

MÜKÜSLÜ HAMZA EFENDİ

Bediüzzaman Hazretlerinin Van’daki Horhor Medresesi talebelerindendir.Doğum tarihi bilinmemektedir. l960’da Şam’da vefat etmiştir. İşaratü’l-İ’caz tefsirinin kâtibi, muhatabı ve talebesidir.Müküslü Hamza’nın Abdülmecid Ünlükul ile çok yakın ahbaplığı ve arkadaşlığı vardır. Van Valisi Tahir Paşanın oğlu ve yine babası gibi Van valiliğinde bulunan Cevdet Beyin Diyarbakır’daki evinde İşarâtü’l-İ’caz tefsirini yazarlarken mürekkep dökülüp kıvrılarak, bir yılanın kuyruğu şeklini almıştır. Bu esnada takvim yaprakları l9 Şubat l9l4 tarihini göstermektedir. Aynı gün eserin müellifi, Ruslarla aylarca devam eden çarpışmalardan sonra, Bitlis deresinde Ruslara esir düşmüştür.

Müküslü Hamza, İşaratü’l-İ’caz Müellifinin hayatını yazan ilk kişidir. Rus esaretinden dönüşünde neşredilen İşaratü’l-İ’caz’ın takdimi yedi sayfalık bir hayat hikâyesiyle başlar. l9l8’de Harbiye Nâzırı Enver Paşanın kâğıt parasını verdiği Kur’ân tefsiri İşaratü’l-İ’caz’ın önsözünde, “Uzun bir zaman refakatinde ve dersinde bulunan Hamza Efendi tarafından kaleme alınmıştır. Tercüme-i halinden bir hülâsadır” şeklinde takdim edilen bu kısa biyografi “müşarünileyhin talebesinden ve Medresetü’l-Vâizîn mezunlarından Hamza” imzasıyla sona ermektedir.

İşaratü’l-İ’caz Müellifi, eski bir talebesi olan Müküslü Hamza’yı telmih ederek, Birinci Mecliste şöyle bir konuşma yapmıştır: Eskiden Türk olmayan bir talebem vardı. Eski medresemde hamiyetli ve gayet zeki o talebem, ulûm-u diniyeden [din ilimlerinden] aldığı hamiyet dersi ile her vakit derdi: ‘Salih bir Türk, elbette fâsık kardeşimden ve babamdan bana daha ziyade kardeştir ve akrabadır. Sonra aynı talebe, talihsizliğinden, sırf maddî fünun-u cedîde okumuş. Sonra ben-dört sene sonra-esaretten gelince onunla konuştum. Hamiyet-i milliye bahsi oldu. O dedi ki:

“Ben şimdi, râfızî bir Kürdü, salih bir Türk hocasına tercih ederim.’

“Ben de,

“Eyvah!’ dedim, ‘ne kadar bozulmuşsun?’ Bir hafta çalıştım, onu kurtardım, eski hakikatlı hamiyete çevirdim.”

Müellif, talebesinin ilk vaziyetinin vatana ve Türk Milletine ne kadar lüzumlu ve faydalı olduğunu mebuslara anlatarak, dinî tahsile gereken ehemmiyetin verilmesini istemiştir. Mebuslar ise doğuda üniversite açılmasını ve din tahsiline önem verilmesini kabul etmişlerdir.

NEZİR DÖNMEZ

1882 yılında Van’da doğmuştur. Van’ın Gürpınar ilçesinin Put Köyündendir. Başet Dağında Bediüzzaman Hazretlerine hizmet etmiştir. 2003 yılında, 118 yaşında Put Köyünde vefat etmiştir.

NUH POLATOĞLU

1892 yılında Van’da doğmuştur. Bediüzzaman Hazretleri ile Van’da Tahir Paşanın konağında tanışmıştır. Nur mektuplarında adı geçtiği için 1935 yılında Van’dan alınarak Bediüzzaman’la birlikte Eskişehir Hapishanesine gönderilmiştir. Bediüzzaman, Barla Lâhikası’ndaki bir mektubunda kendisinden bahseder. 1978’de Van’da vefat etmiştir.

Nuh Polatoğlu hatıralarında Medresetüzzehra’ya vurgu yapmaktadır: Edremit sahillerinde Van Üniversitesinin temeli, büyük merasimlerle atılmıştı. Bu merasimlerde gerek Vali Tahir Paşa, gerek Üstad Bediüzzaman konuşmalar yaptılar. Üstad’ımın elinde gümüş saplı, çift uçlu bir kamçı vardı. Elindeki çift uçlu kamçı ile iki hayatını, yani dünya ve âhiret hayatını ortaya koyarak, eline alarak, mücadele meydanlarına atıldığını, ifade etmek istiyordu.

PADİŞAH VAHDETTİN

Osmanlı İmparatorluğu’nun 36. ve son padişahı ve 115. İslam halifesidir.  Sultan Vahidettin’den sonra Padişahlık kaldırılmış, fakat İslam Halifeliği saltanatı Abdülmecit  tarafından devam ettirilmiştir. 3 Mart 1924 tarihinde halifelik saltanatına son verilmiştir. Rivayete göre Bediüzzaman ona ve Osmanlı hanedanına uzun yıllar dua etmiştir. 

SEYYİD MEHMET ŞEFİK ARVASÎ

1884 yılında Arvas Köyünde doğmuştur. Bediüzzaman Hazretlerinin dostu ve eski talebelerindendir. 1970 yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Mezarı Edirnekapı şehitliğindedir. İşaratü’l-İcaz’ın muhatabı ve kâtiplerindendir. Van’da Horhor Medresesinde Bediüzzaman’a talebelik yapmıştır. l943’teki Denizli hapsinde Üstadla birlikte dokuz ay mevkuf bulunmuştur.

SULTAN REŞAD

1844-1918 yılları arasında yaşamış, V. Reşad diye de bilinen, Osmanlı İmparatorluğunun 35. Padişahı ve 114. İslam Halifesidir. Medresetüzzehra konusunda Bediüzzaman’a en çok destek olanlardan birisidir.

ŞEYH BAHİT

Şeyh Muhammed Bahit l854 yılında Mısır’da doğmuş, l935’te aynı yerde vefat etmiştir. Keskin zekâsıyla bilinen Şeyh Bahit doğduğu kasabada Kur’an-ı Kerim’i, takiben de birçok dinî ve ilmî eseri hıfzetmiştir. Şeyh Mehdi, Şeyh Abdurrahman Şirbini ve Cemaleddin Afganî gibi zatlardan dersler almıştır. Ezher’de okunan fıkıh, nahiv, hadis, usûl, tefsir, belâgat, mantık ve hikmet kitaplarının büyük ekseriyetini, mezkûr hocaların yanında okumuştur. Ezher Üniversitesini birinci derecede bitirmiştir. Daha sonra Ezher’de mantık, hikmet, tevhid, fıkıh ve nahiv konularında dersler vermiştir. Çeşitli yerlerde kadılık yaptıktan sonra, İskenderiye’de müfettiş olarak çalışmıştır. Mısır Şeriat Mahkemesi heyetinin azalığını yapmıştır. Mısır’a müftü olduğu zaman, Muhammed Abduh’un bazı yenilikçi düşüncelerini tenkit etmiştir.

Şeyh Bahit l908 yılında İkinci Meşrutiyetin ilânı günlerinde İstanbul’a gelmiş ve Bediüzzaman ile görüşmüştür. Bediüzzaman’ın cevapları karşısında,Ben bu gençle münazara edip de galebe çalamam, bu mağlûp olmaz bir dehadır” diyerek Bediüzzaman’ı takdir etmiştir.

ŞEYH CELÂL EFENDİ

Siirtli Şeyh Kardeş veya nam-ı diğer Şeyh Celal, l887 yılında Siirt’te doğmuştur. Siirt’in tanınmış âlimlerindendir. Altmış seneye yakın imamlık vazifesinde bulunmuştur. Bediüzzaman Hazretlerinin Van’daki eski talebelerindendir. Birinci Cihan Harbine Bediüzzaman’la birlikte iştirak etmiştir. l973 yılında Siirt’te vefat etmiştir. Binlerce insan cenazesine katılmış, cenaze namazını Siirt Müftüsü Raif Korkmaz Efendi kıldırmıştır.

ŞEYH MUHAMMED CELALÎ

1851 yılında Arvas’ta dünyaya gelmiştir. Uzun yıllar Celâlî kabilesi arasında kaldığı için kendisine “Celâlî” denilmiştir. Doğubeyazıt’ta üç ay Bediüzzaman’a ders vermiştir.  l9l4 yılında Siirt’in Şirvan kazasında vefat etmiştir.

ŞEYH SEYYİD NUR MUHAMMED

Bediüzzaman’ın medrese eğitimine başladığı dönemdeki ilk hocasının Şeyh Seyyid Nur Muhammed olduğu Tarihçe-i Hayat'taki  ifadelerden anlaşılmaktadır. Bediüzzaman, meşhur Nakşî evliyâlarından Gavs-ı Hizânî Hazretleri’nin oğlu olan bu zât için kendisinin Nakşî üstadı olduğunu söyler ve aynı dönemdeki diğer iki üstadının isimlerini şöyle zikreder: “Nakşî üstadım Seyyid Nur Muhammed’dir. Kadirî üstadlarımdan Nureddin, Kur’ân Üstadlarımdan Nûri…” (Barla Lâhikası)

ŞEYH REŞİD GÜLEŞER

H. 1317 yılında Buhara’da doğmuştur. Van’da yıllarca müftülük ve hocalık yapmıştır. Bediüzzaman Hazretlerini Horhor Medresesi yıllarında tanımış, ona talebe olmuştur. Van’da yirmi beş yıl vaizlik yapmıştır.

ŞEYH SAİD

1865-1925 yılları arasında yaşamış Kürt Nakşibendi şeyhi. 1925 yılında Şeyh Said Hadisesinin elebaşısı olmaktan yargılanmış ve idam edilmiştir. Hadise öncesinde Bediüzzaman’dan yardım talep etse de Bediüzzaman  ‘Türk milleti asırlardan beri İslâmiyete hizmet etmiş ve çok velîler yetiştirmiştir. Bunların torunlarına kılınç çekilmez; siz de çekmeyiniz, teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Millet, irşad ve tenvir edilmelidir’ şeklinde cevap vererek teklifi reddetmiştir.

TEVFİK DEMİROĞLU

Birinci Meclis Van Milletvekillerinden olan Tevfik Demiroğlu, Bediüzzaman’ın eski talebelerindendir. 8 Mayıs l987’de vefat etmiştir.

UBEYD

Bediüzzaman’ın büyük kız kardeşi Durriye’nin oğludur. Diğer talebeleriyle birlikte Ruslarla savaşırken Bitlis Kalesinin yanında şehit olmuştur. Bu sırada henüz on yedi yaşında olan Ubeyd’in sırtında bayram elbiseleri vardı.  Risale-i Nur Külliyatının değişik yerlerinde bu isim övgü dolu ifadelerle yer alır. Üstad Bediüzzaman Ubeyd’den bahsederken “yeğenim, talebem, benim yanımda ve benim yerime şehid olan” ifadelerini kullanmıştır.

VAN VALİSİ CEVDET BEY

Bediüzzaman’ın dostu ve arkadaşı olan Van eski valisi Cevdet Bey (Paşa) Tahir Paşanın oğludur. Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayat’ında Cevdet Beyden şöyle bahsedilmektedir: “Bediüzzaman Kafkas Cephesinde Enver Paşa ve fırka kumandanının hayranlıkla takdir ettikleri hizmet-i cihadiyeyi yaptıktan sonra Rus kuvvetlerinin ilerlemesinden dolayı Van’a çekildi. Van’ın tahliyesi ve Rusların hücumu sırasında, bir kısım müdafaaya karar verdikleri halde, geri çekilen Van Valisi Cevdet Beyin ısrarıyla Vastan (Gevaş) kasabasına çekildi.”

VAN VALİSİ TAHİR PAŞA

On dokuzuncu asrın sonu ile İkinci Meşrutiyet yıllarında Musul, Van ve Bitlis’te valilik yapmış olan Tahir Paşa aslen Arnavut’tur. İşkodra’nın Pogoritza hâkimi Hacı Ali Efendinin oğlu olarak l847’de doğmuştur. Eski Yugoslavya’nın Titograt şehrinde doğan Tahir Paşa ulûfeli valiyken vezir olmuştur.

Uzun yıllar Van’da valilik yapan Tahir Paşa, birçok defa hastalığını ve ihtiyarlığını ileri sürerek vazifesinden ayrılmak istemişse de, Sultan Abdülhamid’in ısrarlarıyla vazifeye devam etmiştir. Sultan Abdülhamid kendisini çok takdir eder ve severdi. l9l3 yılı Kasım ayı içerisinde vefat etmiştir. Kabri İstanbul’da Sahra-yı Cedid semtindedir. Tahir Paşanın konağı bir ilim ve irfan yuvası olarak, her zaman misafir âlimlerle dolup taşardı. Tahir Paşa Bediüzzaman’ın ilmini, fazlını ve dehasını ilk önce tesbit ve teşhis eden devlet ricâlinden birisidir. Medresetüzzehra Projesini en çok destekleyenlerdendir.

ZİYAEDDİN EFENDİ (HAZRET)

Muş vilâyetinin Nurşin köyündendir. Nur risalelerinde ismi geçen Ziyaeddin Efendi “Hazret” unvanı ile anılırdı. Bediüzzaman’ın büyük kardeşi Molla Abdullah’ın şeyhi ve hocasıdır. Kendisinin ilk icazetli talebesi Molla Abdullah Nursî’dir. Ziyaeddin Efendi İstiklâl Harbinde vatan müdafaası için çarpışırken kolunu kaybetmiştir.

Bediüzzaman, Molla Abdullah’ın bağlı olduğu bu zatla ilgili olarak Kastamonu Lahikasında “Molla Abdullah” ile bir muhaveremi hikâye ediyorum” diye başlayan cümlelerde “Hayalî ve hakikî Ziyaeddin” merkezinde hakikat dersi vermektedir. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum