Bediüzzaman’ın Entelektüel Hayatı- 1

Şark Denizinde Doğan Güneş: Bediüzzaman

“Eski Harb-i Umumîden evvel bir vâkıa-i sâdıkada görüyorum ki; Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağının altındayım. Birden o dağ müthiş infilâk etti; dağlar gibi parçaları dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum validem yanımdadır.

Dedim: “Ana, korkma. Cenâb-ı Hakkın emridir. O hem Rahîmdir, hem Hakîmdir.”

Birden, o hâlette iken baktım ki, mühim bir zât bana âmirane diyor ki: “İ’cazıKur’ân’ı beyan et.”

Uyandım. Anladım ki, bir büyük infilak olacak. O infilak ve inkılaptan sonra Kur’ân etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’ân kendi kendini müdafaa edecek. Kur’ân’a hücum edilecek. İ’cazı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i’cazın bir nevini şu zamanda izharına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak ve namzet olduğumu anladım.”

Anadolu

Anadolu toprakları asırlardır eserleri ve yaşayışları ile insanlığa yön veren binlerce evliyayı, ulemayı veasfiyayı misafir etmiştir. 

Bitlis şehri, bu Anadolu topraklarının en güzide yerlerinden birisidir. Bitlis, asırlardır başta Eşref Bitlisi olmak üzere binlerce evliya, ulema ve asfiyanın doğumuna şahitlik etmiştir.

Bitlis…

Bundan yaklaşık yüz yirmi beş yıl önce, eserleri ile bütün dünyaya önemli ölçüde yön verecek bir zat dünyaya gelir Bitlis topraklarında: Bediüzzaman Said Nursi.

Bitlis, Said Nursî’nin baştanbaşa cisimleşmiş bir iffet ve hârika bir şecaat teşkil eden, ahlâk, ilim, kahramanlık, binler ayrı ayrı seciye, yüksek ahlâk, Kur’ân hizmeti ve iman şehameti ile dolu hayatı ile ortaya çıkacak olan ve insanlık aleminde yepyeni bir çığır açacak Risale-i Nur’un tohumlarının atıldığı yerdir.

Bugün, yalnız Anadolu ve İslâm âlemi için değil, bütün insaniyet için kayda değer büyük bir hakikat olarak meydana çıkan Risale-i Nur’un anne rahmine düştüğü yerdir Bitlis.

İnandığı kudsî davaya gösterdiği azim ve sebatla, mü’minlerin kalplerini ihtizaza getirerek, ruhlarda İslâmî aşk ve heyecanı uyandıran Bediüzzaman’ın doğduğu şehirdir Bitlis.

Bitlis bütün istidadını ve benliğini ezelî bir hakikate feda ederek; bütün zamanlarda hükümran olan bu Kur’ânîhakikatı dava edinen Bediüzzaman’ın şehridir.

Bitlis yaşantısı ile çocuk yaşta Şark vilayetlerde en makbul bir saygınlık ifadesi olan “Seyda” lakabını alan Bediüzzaman’ın doğduğu şehirdir.

Nurs Köyünde Doğan Güneş

Yıl 1877.  Üç kıtada, altı asır boyunca İslam’ın bayraktarlığını yapmış Osmanlı çınarı kurumaya yüz tutmuştur. İmparatorluk dağılmaktadır. Milleti birbirine bağlayan manevi bağlar zayıflamaktadır. Kur’ân’ın etrafındaki surlar bir bir yıkılmaktadır. Kur’ân yeryüzünde ümmetsiz kalma ihtimaliyle başbaşadır.

İşte bu günlerde Bitlis’in Hizan ilçesinin, İsparit Nahiyesinin, Nurs köyünde Said isminde bir çocuk dünyaya gelir. Yedi çocuklu bir ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya gelen Said’in babasının adı Mirza, annesinin adı Nuriye’dir.

Said’din Dürriye, Hanım, Abdullah, Mehmed, Abdülmecid ve Mercan isminde 6 kardeşi vardır. Bunların hemen hepsi ilerleyen yaşlarında yüksek bir ilim, ahlak ve takva sahibi zatlar olduklarını hayatları ile ispat ederler.

İsparit ve Isparta

İsparit Nahiyesinin Nurs köyünde doğan Seyda daha sonraki yıllarda uzun süre Peygamberimizin soyundan gelen Seyyidlerin ve Şeriflerin yaşadığı Isparta şehrinde yaşar. Isparta Peygamberimiz ile ilgili 19. Söz, 19. Mektup ve 14. Lem’a gibi önemli Risalelerin yazıldığı şehirdir. Anne tarafından Hz. Hüseyin’e, baba tarafından Hz. Hasan’a uzanan bir nesebe sahip Seyda çok sonraları İsparit ile Isparta arasında bağ kurarak maddi ve manevi kökleri hakkında değerlendirmelerde bulunacaktır:

“Eski Said çok zaman Medreset-üz Zehra’yı gaye-i hayal ederek çalışmış. Cenab-ı Hak kemal-i merhametinden, Isparta’yı o Medreset-üz Zehra hükmüne getirdi. Ve nahiyemiz olan küçücük Isparta’nın mahdud akraba ve ahbab yerine, mübarek Isparta Vilayetini verip binler kardeşi ihsan eyledi. Belki muhtemeldir ki, o küçük Isparta’nın aslı, bu büyük Isparta’dan gitmiş. Benim vatan-ı aslîm, bu Isparta olmak caizdir. HattâIspartalı kim olursa olsun, başkalaranisbeten benimle ve Risale-i Nur’la fazla alâkadar görüyorum. (Kastamonu L.206)”

Nitekim, kardeşi Abdülmecid Nursi hatıralarında bu duruma dikkat çekecektir: Üstadın doğduğu nahiyenin adı İsparit’tir. Otuz küsur sene ikamet ettiği vilayetin ismi de Isparta’dır. Bu iki kelimenin harfleri sayıca, cinsçe birdir. Kezalik, ebcede hesabıyla adedi 665 eder. Bu tevafuktan dolayı birisi doğum, diğeri ölüm yeri olacağını tahmin ediyordum. Bu ciheti kendisine söylediğimde, sadece tebessümle mukabele etti.”

Abdülmecit Nursi’nin tahmini sonuç itibariyle doğru çıkmıştır. Seyda Isparta’da vefat etmese de bu gün kabrinin Isparta İli sınırları içinde bir yerde olduğu bilinmektedir.

Said’in baba adı Mirza’dır. Mirza, Farsça bir isimdir. Bazı İslam toplumlarında Mirza isminin Şehzadelere ve Seyyidlere verildiği bilinmektedir.

İlimle Büyüyen Çocuk

Dokuz yaşına kadar peder ve validesinin yanında kalan Said’in o günlerde yaşadığı bir ruh haleti, onu, ilim tahsilinde bulunan ağabeyi Molla Abdullah’ın, ilimden ne derece feyizli olduğunu araştırmaya sevk eder. Molla Abdullah’ın ilim ile elde ettiği şahsiyeti ile okumamış emsallerine kurduğu üstünlüğü düşünüp hayran kalır. Bu durum onda ilme karşı ciddi bir iştiyak oluşturur.

Bu niyetle Tağ Köyü’ndeki Molla Mehmed Emin Efendi’nin medresesine gider.

Molla Mehmed Emin Efendi Medresesi

Şarkın hür dağlarında kulluğun sultanlığı ile yaşayan Molla Said amirane söylenen küçük bir söze dahi tahammül edemez. İlahi kader daha şimdiden, onu haksızlığa, hukuksuzluğa, zulümlere, imansızlık cereyanlarına karşı savaşlarla, sürgünlerle, mücadelelerle geçecek günlere hazırlıyordu.

Fıtri halleri gereği, daima izzetini koruma meyli içinde olan Seyda’da küçük yaşlarda görülen bu izzet, şüphesiz nefse muhabbetten gelmiyordu. İlahi Kader istikbalde i’lâ-yıKelimetullah vazifesini inayetiyle vereceği bir kuluna, o vazifeyi hakkıyla yerine getirmesi için ilmi izzet vermişti.

Birçokları gibi Molla Said de henüz o günlerde bunun manasını ve hikmetini belki bilemiyordu. Fakat zaman göstermiştir ki bu durum, daha o günlerde, çok sonraları bütün insanlığın dertlerine deva olarak ortaya çıkacak baştan başa harikulade bir ilimlerle teçhiz edilmiş Risalelerin ilmi üstünlüğüne yapılan bir vurgudur.

Evet, muhteşem bir ağaç mahiyetindeki Risale-i Nur’un muazzam ve geniş hizmetinin gereği olan ilmi izzeti Cenab-ı Hak Molla Said’in ruhunda daha o günlerde küçük bir çekirdek olarak derc etmişti.

İzzetli duruşu, örnek bir “mücahit” hayatı yaşamasına vesile olan Molla Said, ilmi izzeti de, imanı tecdit sahasında Risale-i Nur gibi bir eserin ortaya çıkmasına vesile olacaktı. 

Evet, Molla Said, fıtri halleri gereği, daima izzetini korumaya düşkün olduğu gibi amirane söylenen küçük bir söze dahi tahammül edemezdi. Onun bu halleri Molla Mehmed Emin Efendi’nin medresesinden kısa süre sonra ayrılmasına neden olur.

Medreseden ayrılarak Nurs köyüne döner. Nurs’ta medrese yoktur. Bu durum içinde engin bir ilim aşkı olan Molla Said’e ağır gelir. İçindeki ilim açlığını ağabeyi Molla Abdullah’ın haftada bir gün geldiği Nurs’taki zamanlarda gidermeye çalışır.

(Devam Edelim)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum