Bediüzzaman'ın açtığı nebevî çığır - 2

Bediüzzaman yazıları, bir hayli yankılandı: Bazılarını kızdırdı; bazılarını da heyecanlandırdı. Kızanlar, genellikle "avam"; heyecanlananlarsa, "düşünmeye kışkırtıldıklarını" düşünen "havas" kesimi.

Avam-havas diye insanları ayırmak pek sevimli değil. Çünkü her insan, yücedir bizce. Ama ortada fiîli bir durum da var. Bediüzzaman'ın metinleri, bütün toplum katmanlarına, her seviyeden insana hitap eden metinler elbette. Bütün klasik metinler böyledir zaten.

Fakat "havas" olarak görebileceğimiz insanların da risalelere, hâlâ avamî / "ezberci" bir gözle bakmaktan kurtulamamaları, beni "çıldırtıyor". Risaleler, "avam" üzerindeki fonksiyonunu yeteri kadar icra etti, ediyor da; ama havas'a ulaşamadı henüz; ya da havas, risalelere ulaşamadı belki de.

* * *

Oysa Bediüzzaman'ın dünyanın düşünce ufkuna taşınması gerekiyor. Önce Türkiye'de yapılmalı bu zorlu iş. Fakat Türkiye'de yapılan şey, Bediüzzaman'ı liberal entelektüellerin sığ, pejoratif ve konjonktürel gündemlerine boca etmekten öteye geç/e/miyor, ne yazık ki -hâlâ.

Halbuki, Risaleler'de, bütün tefekkür alanlarında İslâm'ın insanlığa sunabileceği medeniyet tasavvurunun şifrelerinin gizlendiğini, dercedildiğini, depolandığını görebilmeliyiz artık. Görebilmeli ve bunu deşifre ederek derinleştirmeli, vuzuha kavuşturabilmeli ve buradan bütün insanlığa yaşayan, yaşatan muazzam bir medeniyet fikri ve tefekkürü armağan edebilme yolculuğuna soyunabilmeliyiz.

* * *

Neden başka birinden değil de, Bediüzzaman'dan yola çıkarak böyle bir işe soyunmak zorundayız peki? Bu sorunun cevabını, Üç Said'i ve tekvînî âyeti bihakkın idrak edebilirsek, verebiliriz.

Önceki yazıda, ezberleri bozacak, herkesi -deyim yerindeyse- "ters köşe" yapacak, tefekküre kışkırtacak iki soru sormuştum: Tekvînî âyet, kimdi? (Dikkat: Ne'ydi, değil; kimdi?). Üç Said ne'ydi? (Dikkat: Kimdi, değil; neydi?).

Üç Said'in ne olduğunu anlayabilmek için, tekvînî âyet'in kim olduğu sorusunu vuzûha kavuşturabilmemiz gerekiyor öncelikle. O zaman bir mesafe katedebiliriz bu tefekkür yolculuğumuzda.

* * *

Tıpkı İbn Arabi gibi, Bediüzzaman da, "ilmin, ma'luma tâbi olduğunu" düşünür ve tefekkürünü, bu temel-koyucu ve temelleri-koruyucu temel ilke üzerinde/n kurar.

Peki, ma'lum nedir? lem'dirr. Hangi âlem? Enfûsî ve afâkî âlem: İçdünya ile dış dünya. Bâtın ile zâhir.

Tefekküre kışkırtıcı soruyu asıl şimdi soruyorum: Tarihte, enfûsî âlem'le, âfâkî âlem'in kendinde toplandığı tek bir "insan" var: Kimdir O? Tabiî ki, Bediüzzaman'ın defalarca altını çize çize, ruhunda fırtınalar ese ese hatırlattığı, bütün risaleleri asıl yazma sebebi, "Marifetullah'ın yegâne menbaı ve kaynağı Habîbullah"tır bu Ekmel İnsan. Kitabımızın tarifiyle, "âlemlere rahmet olarak gönderilen" Efendimiz (sav). Cevamiü'l-Kelîm: Bütün kelimelerin kendisinde toplandığı âlemlerin Övüncü.

Kelime, ne demek, peki? Kalp demek: Hakikatin gizlendiği mahall ve Hakikatin izlendiği hâl. Yani Efendimiz, hem mahall, hem de hâl; hem vasat, hem de vasıta. Ama önce vasat: Abd / Kul: Kulluğun / ubûdiyetin tahakkuk edeceği "beden" / "yer". Sonra, bu "yer"e hakikat tohumlarını, çiçeklerini ekecek, büyütecek, besleyecek ve buradan bütün insanlığa hayat ve ruh üfleyecek elçi / vasıta.

* * *

Bediüzzaman Hazretlerinin, görünüşte, kâinât kitabının şifrelerini çözmesinin sırrı, çağının çocuğu olmasında gizlidir: Çağın/ın sorunu, iman hakikatlerinin yitirilmiş olmasıdır çünkü. Fakat gerçekte, Bediüzzaman Hazretleri, ancak büyük bir dehânın, Allah dostu'nun yapabileceği bir şey yapmıştır: Eski Said SÜRECİNDE Hakikat-i Muhammediye'nin Büyük İnsan'daki / âlem'deki şifrelerini çözmüş; Yeni Said SÜRECİNDE ise, bunu, küçük âlem'e / insana projekte etmiştir: Ancak zâhir'deki hakikati göstererek, aslında, bâtında gizlenen hakikate geçiş yapılabileceğini nebevî çağrı'yı bütün görünür-görünmez boyutlarıyla idrak edebildiği için.

* * *

Özetle, tekvînî âyet, bizatihî Hz. Peygamberdir. Peki, Üç Said nedir? Sünnet-i Seniyye'dir: Akval, ef'al ve ahvâl. Yani, akıl, kalp ve ruh. Yani hakikatin sadece Efendimiz'de tezahür eden, insanlığın çeşitli medeniyet tecrübelerinin, yalnızca bazı parçalarını -o da deforme ve tarumâr ederek- harekete geçirmeyi başarabildiği, ilme'l- yakîn / "epistemolojik olan" (Batı), ayne'l-yakîn / fenomenolojik olan (Doğu) ve -bu iki alanı da ihata eden- hakka'l-yakîn / ontolojik olan (İslâm).

İşte bütün insanlığa yalnızca bizim sunabileceğimiz medeniyet tasavvurunun yegâne kaynağı, Üç Said'i oluşturan ve tekvînî âyet olarak tevhid edilip izi sürülerek Sünnet-i Seniyye'de dercedilen bu üç temel hakikattir.

Cuma günü Üç Said meselesini vuzûha kavuşturmaya çalışacağım.

Yeni Şafak

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum