Ağabeyler konuşsun

“Allah bu ümmetten bir alimin ruhunu aldığında bu İslam için mutlaka bir gedik olur ve onun boşluğu Kıyamete kadar doldurulmaz.” Hadisi Şerif

***
 
Anadolu’nun Evliyalarla, Abdallarla ve Dervişlerle beslendiği zamanlardır.
Ramazan boyunca bir köyde imamlık yapan bir derviş bayramdan sonra işinin bittiğini ve başka diyarlara gideceğini belirtmek için cemaati toplar.
Yemekler yenilir şerbetler içilir.
Herkes hocayla helalleşmektedir.
Hoca cemaate döner:
“Ey cemaat! Ben gidiyorum. Giderayak sizlere bir tavsiyede bulunmak istiyorum. Benden sonra buraya benim gibi birisi gelirse adamı iyi kontrol edin. Eğer ki şerbet bardağını, (elindeki dolu şerbet bardağını ters çevirip) bu şekilde ters çevirdiği halde şerbet yere dökülmezse sakın onu bırakmayın.”
Bütün köylü, “Tamam, hocam” der.

Ve hoca ayrılır herkesle kucaklaşıp yola revan olur.
O gittikten sonra herkes tekrar oturup hocanın söylediklerini tartışırlar.
Birisi:
“Bardağı ters çevirip suyu dökmeyen adam erenlerdendir. Tabii ki öyle birisini bırakmayız.”
Tam o hengâmede en yaşlısı dizlerine vurur
“Yahu adam bize gösterdiği halde hiç birimiz ayıkmadık. Meğer aradığımız adam kendisiymiş.”
Bir anda herkesin gözleri fal taşı gibi açılır. Hemen apar topar dışarı hocanın peşinde koşarlar. Köyün önündeki düzlüğü aşmış olması imkânsızdır hocaya yetişeceklerini sanırlar.
Ama ne gezer hoca sırra kadem basmıştır.
Artık dizlerine vururlar ama iş işten geçmiştir.

***

Evet, bu menkıbeyi niçin anlatım?
Bazı konular vardır ki nerde nasıl hangi şekilde başlayacağını bilmezsin.
Bu yazıyı en az iki haftadır kafamda tasarlıyorum.
Belki on çeşit giriş yaptım. Belki on defa kafamda yazıyı yazdım tekrar sildim.
Yazıyı bazen bir itirafla başladım, bazen bir sitemle, bazen de kendi kendime kızarak yazdım.
Lakin bana göre konu o kadar önemli ki, hiç kimseye hiçbir tarafa dokunmadan gerçeği ihlâs ölçüleri dâhilinde yazmam gerekmektedir.
Öyle ise nasıl bir giriş yapmalıydım.
İşte en son yukarda ki girişte karar kıldım.

Şimdi siz söyleyin bir daha bir “Sungur abi” gelecek mi?
Nasıl ki bir “Zübeyir abi, bir Bayram abi” gelmediği gibi…

Onlar artık gitti.
Ve bir daha da dönmeyecekler.
Bunlarla beraber yaşarken, her gün bardağı ters çeviriyorlarmış da bizler hiç dikkat etmemişiz.
Bunlar Risale-i Nurların en çekirdek kadrolarıydı.
Dikkatinizi çekerim: Direk Bediüzzaman’ın an be an yetiştirdiği Bediüzzaman’ın kadrosuydu.

Her birisini mana âleminde ta çocukluğunda tasarrufu altına aldığı ve sonrada tek tek yanına çağırdığı kimselerdi.
Ve en garibi de her birisine yirmi defa Kur’an’a el bastırıp (Bayram abinin Badıllı abiye yazdığı mektupta belirtmiştir) hizmetleri onun anlattığı ve tarif ettiği şekilde devam ettirmelerini istemesidir.

İsterseniz konuyu şu şekilde de ele alabiliriz:
Bediüzzaman başta İslam âlemine ve sonrada bütün insanlığa iki tane miras bırakmıştır.
Birincisi Risale-i Nur
İkincisi özenle özerinde durduğu talebeleridir.

Bunu şahsen yeni yeni anlıyorum.
Üstad Hazretleri geride hiçbir şeyi eksik bırakmamıştır.
Yani Risale-i Nur gibi muhteşem bir eseri yazmakla kalmamış aynı zamanda bir yaşam modeli yapıp sosyal hayatın sıbgasını da risale ile sıbgalamıştır.
Bunu da özel yetiştirdiği talebeleriyle (safı evvel dediğimiz talebeler) başarmıştır.
Ve işte şahsen yandığım taraf bu durumu şimdiye kadar net anlamayışımdır.

Evet, bu gün oturup Risale-i Nur cephesinden Üstada ve talebelerine baktığımda şöyle bir tasavvur aklımda oluşuyor:
Tıpkı bigbang patlaması gibi…
Hani ilk patlamada kâinatı kıyamete kadar genişletip büyüten potansiyel enerjiye sahip anları takip eden diğer patlamalar da olduğu gibi teşbihte hata olmasın Bediüzzaman da bu davanın kıyamete kadar enerjisini kendi bünyesinde barındırdığı gibi ilk patlamayı kendisi yapıp sahip olduğu enerjisini ayrı ayrı her bir talebesine yüklemiştir.
Öyle ki her bir talebesi onun vefatından sonra birer “Said” olmuşlardı.

Bediüzzaman’ın yaşadığı süre içerisinde İslamiyetle, Kur’anla ilgili dünyanın neresinde bir hadise gerçekleşirse direk nasıl sahipleniyorsa, sanki yeryüzünde hiç kimse kalmamış varsa yoksa sadece kendisi kalmış gibi hassasiyet ve azimle davrandıysa ondan sonra talebelerinin hayatlarına baktığımızda aynı özelliği görüyoruz.
Bunlar sadakat ve sebatı hayatlarının birinci gayesi yapmışlardır.
Her birisi Üstadlarından aldığı enerji ile nur davasının ete kemiğe bürünmüş birer hizmet metodudur.
Belki de en enteresanı nasıl ki Bediüzzaman kendi şahsiyetini bu davanın içinde gizlemiş ve asla kendisini ön plana çıkartmamışsa bunların her birisi Bediüzzaman’ın potansiyeline sahip olduğu halde (en azında Risale-i Nur’u anlama ve ilmini bilme manasında) kendilerini hizmetin içerisinde gizlemeyi başarmışlardır.

***

Elhasıl; demem şu ki bu gün nur camiası olarak farklı bir  kulvara girmek üzereyiz.
Artık Risale-i Nur bilim adamları seviyesinde araştırılmaya başlandı.
Çok kısa bir süre içerisinde bütün dünyada belki bütün kesimler tarafında sahiplenilecektir.
Zira Üstadın bu noktada beşareti vardır ki; “Bu eserler insanlığın kanun-i esasileri olacaktır.”
Yani öyle bir hal olacak ki, sağımızda solumuzda hiç aklımızın bile almayacağı kesimler bu eserleri hayatlarına model yapacaklardır.
Televizyonlarda onlar konuşulacak, okullarda ders olarak verilecek, dizilerde onlar olacak kısaca hayatın her kesiminde gözükecektir.
Ve işte sıkıntı o zaman başlayacak. Hizmet metodu o zaman ön plana çıkacak.
Eğer o zamana kadar şu anki bütün sorumlular bu işin alt yapısını sağlamlaştırmasalar Risale-i Nur’un o harika tesiri gizlenecektir.
(Çünkü Risale-i Nur “ülfeti” kaldırmaz.)
Nurlar kendisini gizlediği andan itibaren hemen ”mağlubane devir” kısa sürede başlayacaktır.
Bu yazdıklarım hayali bir senaryo değil, şu gidişata bakılırsa kaçınılamaz bir sonuç olduğunu her nur talebesi görecektir.
Öyle ise oturup bazı şeyleri tekrar gözden geçirmemiz gerekecektir.
Öyle ise Bediüzzaman’ın Bayram abinin dediği şekilde her bir talebesine 20 defa Kur'an'a el basıtırp hizmet metodunu kıyamete kadar ondan öğrendikleri şeklin dışında uygulamayacaklarına dair yemin ettirmesini iyi okumamız lazım.

Onların her birisi yaşadığı süre içerisinde asla hiçbir taviz vermediler.
Ama gel gör ki Bediüzzaman’ın özel kadrosu tek tek aramızdan ayrılıyorlar.
Kendi dünyam için söylüyorum bu kadrodan tam anlamıyla yaralandığımı söyleyemem.
Bunun sebebi çeşitli faktörlerdir.
Farklı tartışmalara sebep olmaması için değinmek istemiyorum.
Ama her şeye rağmen henüz yaşayanlar olduğu gibi gidenlerin de sadası hala kubbelerimizde çınlıyor.
Bunların hayatlarının en az Üstad kadar incelenmesi gerektiğine inanıyorum.

Yeri gelmişken yaşayan ağabeylere sesleniyorum: Allah rızası için Üstattan öğrendiklerinizi ve Üstatla birlikte yaşadıklarınızı ve de özel hayatınızda tattığınız manevi lezzetleri anlatın.
Elinizde büyük bir hazine var.
Hiç olmazsa yaşarken bilmemizi istemiyorsanız sizden sonra bilelim.
Çünkü gerçekten yeni neslin teşvik edilmesi bakımında buna büyük ihtiyaç vardır.
Çünkü geleceğin rotasını üstadın emri ile sizlerle çizeceğiz.
Çünkü tek bir ağabeyin hayatını okuyup hizmette merhale kat eden birçok örnek var.
Bu anlamda önce Sayın İhsan Atasoy’un şahsında ağabeylerin hayatını yazan yazarları can-u gönülden tebrik ediyorum.
Ardından Risale Akademi ve AKAV’ın  başlatmış olduğu “Anadolu ağabeyleri panelleri” serisi için emeği geçen her kese şükranlarımı sunuyorum.
Badıllı ağabeyin panelinde buluşmak dileğiyle…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
15 Yorum