102 / Tekâsür Sûresi

-MEAL TEFSİR-

Mekkî veya Medenî oluşu ihtilaflıdır. 8 âyettir. Sûre ilk ayetteki malla, evlat ve yandaşlarla övünme sizi meşgul etti anlamına gelen “Elhâkümü't-Tekâsür” sözünden dolayı Tekâsür Suresi olarak anılmıştır. Cahiliye Arapları, mal, evlât ve akrabalarının çokluğunu bir gurur ve şeref sebebi sayarlar, hatta bu hususta yaşayanlarla yetinmeyip kabilelerinin üstünlüğünü geçmişleriyle de isbat etmek için kabirlere gider, ölmüş akrabalarının çokluğuyla övünürlerdi. Sûrede onların bu tutumu eleştirilmekte ve gerçek üstünlüğün ahirette ortaya çıkacağı belirtilmektedir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

1-“Çoklukla övünmek sizi oyaladı.”

Bunlar, ahirete çalışmaktan sizi alıkoydu.

Ayette geçen ‘tekâsür’ kelimesi, bu sûre bağlamında özellikle “yüksek bir amaç gütmeden, neden niçin demeden mal, evlât, yardımcı ve hizmetçi gibi her devrin telakkisine göre çokluğuyla övünülen şeyleri büyük bir tutkuyla durmadan çoğaltma yarışına girişmek, mânevî ve ahlâkî sorumluluğunu düşünmeden alabildiğine kazanma hırsına kendini kaptırmak” anlamına gelmektedir.

Not: Çoklukla övünme duygusu, mü’min-kafir, bütün insanlarda vardır.
(Bkz. Hadid 20, Kehf 34)

2-“Öyle ki kabirleri ziyaret ettiniz.”

Rivayete göre Abdi Menaf oğullarıyla Sehm oğulları sayıca çokluk hususunda yarışmışlardı da Abdi Menaf oğulları daha fazla çıkmıştı. Bunun üzerine Sehm oğulları ölülerin de sayılmasını istedi, bu defa da Sehm oğulları sayıca fazla çıktı.

Âyetin manası şöyle de olabilir: “Sonunda kabre girmenize kadar çoklukla övünmek sizi oyaladı.” Yani, mal ve evladın çokluğuyla övünmek sizi öyle oyaladı ki, kabre konuluncaya kadar hayatınız böyle geçti. Sizin için çok daha önemli olan ahiret için çalışmak varken, dünyayı talep ederek ömrünüzü zayi ettiniz.

*Kur’an-ı Kerim’de kabir sadece bu surede anılmıştır.

Not: Tarih boyunca malvarlığı ve saltanatı ile övünenlerin çoğu peygamberlerin yaptığı tebliği kabul etmemişlerdir. (Bkz. Sebe 34-35).

3-“Kella! (Hayır!) İlerde bileceksiniz.”

“Kellâ” ifadesi onları böyle yapmaktan sakındırır ve akıllı kimsenin bütün himmetinin ve çalışmasının sırf dünya olmaması gerektiğine uyarıda bulunur. Çünkü böyle yapmanın akıbeti, vebâl ve pişmanlıktır. Bu ifade, onların korkmaları ve gafletlerinden uyanmaları için bir uyarıdır.

Not: Huneyn savaşında müminler, ilk defa kafirlerden sayıca fazlaydılar. Bu, onları çok etkiledi ama işlerine yaramadı. Eğer Allah’ın yardımı olmasaydı savaşı kazanamayacaklardı. (Bkz. Tevbe 25-26)

4-“Sümme kella! İlerde bileceksiniz.”

Aynı cümlenin tekrarı tekid içindir. Bu ikinci cümlede, birincide olmayan “sümme: sonra” ifadesi, bunun birinciden daha etkili olduğuna delalet eder.

Veya birinci “ilerde bileceksiniz” ifadesi ölüm anı veya kabre bakar, ikinci “sonra ilerde bileceksiniz” ifadesi ise ahirete bakar.

İnsan bu dünyada da çok şeyler öğrenir ve bilir. Ama öyle görülüyor ki ölüm sonrasında öğrenilecek çok şeyler onu beklemektedir.

5-“Kella! (Hayır!) Şayet ilme’l- yakin ile bilseniz…”

Ayet metninde geçen “yakin” “şeksiz ve tereddütsüz ilim” demektir. Istılahta ise, “başka türlü olması mümkün olmamak üzere, bir şeye öyledir diye öylece inanmaktır.”

İlme’l-yakin tamlaması ise; “aklî ve naklî delillerin ifade ettiği kesin bilgi” olarak tarif edilmiştir.

İş, sizin bildiğiniz gibi değil! Keşke, cehennemi kesinlikle göreceğinize kesin bir bilgi ile inansaydınız geçici dünya nimetlerine aldanıp âhiretin sıkıntılı ve korkunç hâllerinden gâfil olmazdınız.

Not 1: Felsefede özellikle tasavvuf felsefesinde kesin bilginin 3 derecesi vardır. İlme’l-yakîn, ayne’l-yakîn ve hakke’l-yakin. İlme’l-yakîn; okuyup öğrenip, düşünerek ve duyarak bilmek, ilim yoluyla gerçeği öğrenmektir. Ayne’l-yakîn ise, bizzat görerek öğrenmektir. Bir öncekine göre daha kesindir. Hakke’l-yakin ise, gerçekle, bilgi objesiyle bütünleşmektir. Bir örnek verecek olursak: Ölüm hakkındaki bilgimiz, ilme’l-yakîndir. Ölmekte olan birini gördüğümüzde ise bilgimiz ayne’l-yakîn olur. Kendimiz ölürken ki bilgimiz ise hakke’l-yakîndir.

Not 2: 3-5. âyetlerin başındaki “hayır” anlamına gelen kellâ edatı, ebedî olan âhiret hayatını, orada verilecek hesabı ve bu hesap için hazırlık yapmayı unutup bilinçsizce çoğaltma yarışına girişerek bunlarla avunup övünmenin korkunç bir gaflet ve ahmaklık olduğunu vurgulamak maksadıyla üç defa tekrar edilmiştir.

6-“Cayır cayır yanan (cehennemdeki) ateşi mutlaka göreceksiniz.”

Ayette geçen ‘cahîm’, cehennem için kullanılan yedi isim (cehennem, cahîm, hâviye, saîr, lezâ, sakar, hutame) içinde cehennemden sonra en çok tekrar edilenidir. Bunlardan, Hz. İbrâhim’in atıldığı ateşi ifade eden biri (Sâffât 97) dışındakiler “cehennem” veya “cehennemde bulunan şiddetli ateş” mânasını taşır. Elmalılı ise cahîmin cehennemin en şiddetli tabakası olduğunu kaydeder.

Not 1: Cahim, sözlükte “şiddetle tutuşmuş alevli ateş, kat kat yanan ateş, çukurda yanan büyük ateş” veya “derin vadi” gibi anlamlara gelir.

Not 2: Mü’min-kafir herkes ahirette cehennemi görecek; ama oraya sadece suçlular girecektir (Bkz. Meryem 71, Kehf 53, Furkan 12-13, Şuara 91, Mülk 27, Naziat 36). Sevabı günahından fazla olanlar cehennemi uzaktan görecek; ama onun uğultusunu bile duymayacaklardır (Bkz. Enbiya 101-102).

7-“Sonra, yemin olsun ki, onu ayne’l- yakin göreceksiniz.”

Sonra, yemin olsun ki, onu gözünüzle ayan beyan göreceksiniz.

Ayne’l-yakîn, göz ile görerek bilmektir, bu yakînin kendisidir. Çünkü müşahede ile bilmek, yakînin çok ileri bir mertebesidir. Ayne’l-yakin ile elde edilen bilginin ilme’l-yakin ile elde edilenden daha üstün ve kesinlik derecesi daha yüksek olduğu anlaşılmaktadır.

Not: 6. âyette “Cayır cayır yanan (cehennemdeki) ateşi mutlaka göreceksiniz.” ifadesinin mecazi bir görme şeklinde anlaşılmaması için 7. âyette, “Onu ayne’l-yakin / gözünüzle ayan beyan göreceksiniz” buyurulmuş; böylece hem tehdit pekiştirilmiş hem de cehennem olayının büyüklüğü ifade edilmiştir.

Bu durum, mahşer yerinde yapılacak çok ince, hassas ve dehşetli bir sorgunun ardından vuku bulacaktır:

8-“Sonra, yemin olsun ki, o gün (size verilen) bütün nimetlerden sorulacaksınız.”

O gün ahirette hesap ve ceza günüdür. O gün insanlar, dünyada kendilerine ihsan edilen bütün nimetlerden sorguya çekileceklerdir. Ayette geçen naîm, lezzet alınan her türlü nimet demektir. Hayat, sağlık, âfiyet, emniyet, giyecek, yiyecek ve içecekler, hatta bir yudum su bile nimettir.

En büyük nimetin ‘İslam’ olduğu göz önüne alınıp ayet sure bütünlüğü içinde düşünüldüğünde; ‘o gün, ebedî nimetlerden vazgeçip, geçici nimetlere yönelmenizden dolayı hesaba çekileceksiniz’ mesajı anlaşılabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum