Yine yazık oluyor!

Geçmişten bugüne, ne zaman bir sağduyu ve selamet arayışı memleketin gündeminde kendini hissettirse; patlayan bombalara, sıkılan kurşunlara, atılan molotoflara da şahit olduk hep. Kaos, bu topraklarda selamet arayışının takipçisi ve tamamlayıcısı haline geldi neredeyse. Bundandır ki birçok âkil insan, geçmişte de pek çok örneğini görebileceğimiz üzere; bu kirli savaşın memleketten halli yolunda ortaya çıkan her iyi niyet sonrasında, olması kuvvetle muhtemel “provokasyonlara” da dikkat çektiler. Ve ne yazık ki o kuvvetli ihtimal, her defasında sadece bir ihtimal olmakla da kalmadı…

 

Tıpkı yaşanan son gelişmeler gibi.

Ülke gündeminde belki de ilk kez, bu yanan ateşin söndürülmesi gayesiyle güçlü bir irade ortaya konmaya çalışıldı. Ve ardından bir kez daha, çeşitli denemelerden sonra önce sokak çatışmaları alevlendi, can kayıpları yaşandı. Yetmedi, Silvan’da 13 asker; tek ‘suçları’ görevlerini yerine getirmeye çalışan 13 körpe fidan, hayatlarının baharında katledildi.

 

Böylece, gayr-ı İslamî davalar uğruna “dağa çıkma” restleşmelerinin de gölgesinde, durum bu kez daha da tehlikeli bir boyuta vardı.

Açılım süreci içerisinde gelinen bu noktada yaşananlar, gerçekten bir provokasyon mu, değil mi; gelin basit bir mantıkla bunu anlamaya çalışalım isterseniz:

 

Formüllerden ve laboratuar deneylerinden uzak ‘sosyal bir bilim’ de olsa, tarihe (özellikle de siyasî tarihe) dair edindiğim basit bir ‘formülüm’ var: “Bir olayın müsebbibini, o olaydan çıkarı ve kârı olanlar arasında aramak gerekir!” Ancak, ‘ihtiyacı olacaklar’ için hemen belirteyim ki, bu formül benim keşfim değil elbette; ifade etmeye çalıştığım şey, kendi tarih okumalarımda bu formülü kendi adıma hep tasdik ve belki de kendi alemimde ‘tescil’ etmiş olmamdır. Ancak ne hikmettir ki, siyasî ve toplumsal nitelikteki tarihî olaylarda, bu formülün yanlış sonuç verdiğini de pek göremedim.

 

İşte bundan dolayı, yaşananlara bir de bu perspektiften bakmakta fayda var. Kimler kârlı çıkacaklar bu açılımın başarısızlığından ki, iğrenç hesaplar uğruna bu canlara kıyılmakla o kâr elde edilmek isteniyor?

 

Ya da gerçekten de her defasında yutulacağından emin olarak, aynı şarkı-aynı nakarat bir ‘zokayı’ millete sergileyen provokatörler bulunuyor mu bu memlekette; bir an durup düşünelim.

 

Örneğin kanın, gözyaşının, kaosun ve ağlayan anaların ‘perdelediği’ kimi faaliyetler ve bu yolla edinilen siyasî ve maddî bazı rantlar var da; bu yüzden mi o çıkarların devamı için, bu çatışma ortamının da devamına çalışan bazı kimselerden bahsediliyor acaba?

 

Mesela ‘Yeldeğirmensiz’ kalmış Don Kişot pozisyonuna düşmemek ve her daim “asıl muktedir” kalabilmek için, hedef gösterebilecekleri bir düşmana hep ihtiyaç duyan çevrelere sahip miyiz, değil miyiz?

 

kalabalik2.jpgAsıl sebep olan ‘imandaki zafiyetin etkisiyle’ ortaya çıkan ırkçılığın ve faşizan yaklaşımların boşaltılan-yakılan köyler, faili meçhuller, Diyarbakır zindanları, hakir görmeler, hakaretler vs. gibi kasıtlı faaliyetlerine karşılık; meşru ve hak metotlarla değil de, illa da Stalinist bir gayenin yöntemleriyle tepki gösterilmesinden yana olanların farkında mıyız? Üstelik bu, kitleler için gösterilecek bir düşman arayan çevreleri de böylece ‘düşman’ arama zahmetinden kurtarmış olmuyor mu?

 

Ya, basın-yayın organlarında her gün karşılaşmak zorunda bırakıldığımız sıfatlar arasından; “asıl muktedirlerin” gölgesinde ve güdümünde sergiledikleri ‘kraldan çok kralcı’ politikaları uğrunda, gerekirse dünyayı yakabilecek statükocu insancıklara da rastlamakta değil miyiz? 

 

Hem empatinin zirvelerinde dolaşın isterseniz, bir tarafın sözümona 30 yıldır uğruna mücadele ettikleri barışı ve kardeşliği, kendilerine göre kırık-dökük, yetersiz de olsa ilk kez güçlü ve resmî bir iradeyle tesis etmek isteyen ve hakların teslimine çalışan insanlara; bırakın destek olmayı, kim ve ne türden bir dünyevî önder uğruna olursa olsun, gelişmelere bakılırsa tüm süreci o bir tek kişinin keyfine endekslemeyi ve bunun uğruna da o sürece köstek olunmasını mantığınız kavrıyor mu? Bu şekilde, ‘değişik’ kesimlerin “Anaların ağlayıp-ağlamamasını” dert edinmemede nasıl da buluştuklarını görüyor musunuz sahi?

 

Ve… ve listeyi daha da uzatmak mümkün değil mi sizce de?…

Yani meselenin çözülmesini istemeyen güçlü odaklar memlekette hala mevcut ve aktif durumdalar, şüpheniz olmasın!. Diğer türlü, resmen kimse kimsenin ‘anasını ağlatma’ davasında olmayacaktı… Meydana gelen bu olaylar, işte bu insanların, yukarıdaki o ‘–den yana oldukları’ şeylerin devamını sağlıyorsa eğer; bu apaçık öyledir, bunlar bir provokasyondur!.

 

Öyleyse özellikle ehl-i iman ve özellikle de ehl-i Risale; bu kez daha da büyük ve etkili bir sorumluluğa müşteri olmak zorunda. Zira konu, resmî zevatın ‘dar imkanlarıyla’ çözemeyeceği bir boyutta… 

 

Çoğumuz, yıllar yılı bu konuyla ilgili kimi ezberlerle ve resmî politikaların çizdiği bir çerçeveyle kelam etme ayıbından kurtulmaya çalışarak başlayabiliriz örneğin buna… Ve böylece, iğfale müsait dimağların bu yangını körükleyecek şekilde meydana atılmaları da, bu şekilde meydana gelecek ve ‘ortamı görmeyi engelleyecek bir toz bulutuna’ bir kez daha meydan vermeleri de, azimle engellenmeye çalışılmalı.

 

Bu kimselere, kana ve gözyaşına yönelttikleri haklı tepkilerini; Açılımı ‘kapatarak’ kurulu çarklarının dönmesini arzulayanların istismarına kapalı tutabilmeleri dersi verilmeli. Öyle ki, kitle psikolojisiyle ya da hissiyata mağlup olunarak kendilerini savunuyor buldukları birçok prensibin fikrî arka planında, aslında Ene’nin emanete hıyanetinden kaynaklanan bir tekebbürün ve bir “Asabiyet-i cahiliyyenin” bulunduğu hem de yaşantıyla Türk müminlere gereğince aktarılmalı.

 

Daha da önemlisi, bu; böylesi durumlar için aktarılmaya çalışılan “müspet hareket” prensibinin, -haşa- rejim bekçiliği anlamına gelmediği de önemle hatırlatılarak yapılmalı.

 

Öyle ya, rejimin uygulamalarına hatta kanunlarına muhalif olabilirim ama her halükarda asayişi muhafazadan yana olmalıyım!... Bu ölçünün hatırdan çıkarılmaması gerekliliği, özellikle de bu ‘karışık’ günlerde tekrarla izah edilmeli. Bunun için de mesela “Hakk’ın hatırını muhafaza” yolunda bu hakikatleri ifade ve “Her hakkın sahibine tevdii” gibi somut örnekler, artık yaygın bir şekilde nazarlara sunulmalı...

 

Adalet-i Mahza ölçüsüne aşık ve denge timsali bir Üstad’a gönül veren Risale-i Nur müntesipleri, hem Türk, hem de Kürt kardeşlerine; dile, kültüre, eğitime, inanca dair özgürlükleri aslında İslam’ın vaad ettiğini; ve ‘vatanın selametinin’ ya da dini yaşamanın yolunun Türkleşmekten geçmediği gibi, nesebî haklardan ve aslından feragat etmekten de geçmediğini, muknî bir şekilde izah etmeliler.

 

Kısacası: “Sizden biriniz kendisi için istediğini Müslüman kardeşi için de istemedikçe (kamil) iman etmiş olamaz.” (Buhârî, İmân 7; Müslim, İmân 71, 72; Tirmizî, Kıyâme 59; Nesâî, İmân, 19, 33.) Nebevî fermanına muhatabiyettir işin dermanı…

 

Yoksa çok yazık olacak. Umutlar bir kez daha bilmem kaçıncı bahara kalacak… Gayr-ı İslamî uygulamalar ve kaideler uğruna, bir kez daha Süfyanizm’in tatbikçileri ve onların uşakları kazanacak!...

 

Öyleyse, dikkat: Bu kritik dönemde ‘Asrın muhtaç olduğu tiryakleri’ ders veren hakikatlerin farkına varıp da, gücü yettiğince bunları ifade edemeyenler, mesuldürler!.

 

“Cihanşümul” bir dinin hem de “ahirzamana” hitap eden dersine talip olan müminler arasından; asabiyet fikrini reddeden hakikatleri kabul ve ilan etmelerine rağmen, bunca zaman o Nurları –haşa- bir kavmin perdeli bir ‘üstünlüğüne ve efdaliyetine’ de mehaz kabul edenler, korkarım ki bu meselenin çözümsüzlüğünde de pay sahibidirler! Çünkü farkına varmasalar veya kabul etmeseler de, bu meseleyi çözecek hakikatlere perde olmaktadırlar.

 

Ama aynı zamanda da bu günler, Nurlardan bu hakikatleri anlamayanlara kızıp-küsme zamanı değildir. Zaman, “Azametli bahtsız bir kıt'anın, şanlı tali'siz bir devletin, değerli sahibsiz bir kavmin reçetesi; İttihad-ı İslâmdır” çağrısının gönüllerde makes bulmasına gece-gündüz çalışma zamanıdır…

 

Yoksa, çok yazık olacak!.

 

Not: Bu yazı, memlekette değişik periyotlarla icraya konan bir senaryonun “aynılığına” bir delil olabilmesi ümidiyle, 11 Aralik 2009 tarihli “Yazık oluyor” başlıklı yazının -sadece yer ve şehit sayısında değişiklik yapmak suretiyle- aynıyla tekrarıdır…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum