Ya her günahta bir koronalık varsa?

Derler ki: Hakikat Çekirdekleri'nde geçen bu sözü, Bediüzzaman, dönemin Ankara hükümetinin içki yasağındaki (Men-i Müskirat Kanunu) başarısı üzerine söylemiştir: "Desâtir-i hikmet, nevâmis-i hükûmetle; kavânin-i hak, revâbıt-ı kuvvetle imtizaç etmezse, cumhur-u avamda müsmir olamaz." Aynı dönemde Bediüzzaman Yeşilay'ın kurucuları içinde de yer almıştır. İşgalci İngilizlerin teşvik ettiği bu kem alışkanlığı nasihatle de gidermeye çalışmıştır. Fakat nihayetinde 1. Meclis'in aldığı karar toplum üzerinde daha etkili olmuştur. Çünkü hükümetin aldığı kararın arkasında müeyyidesi vardır. Nasihatinse müeyyidesi yoktur.

Koronayla bunu da tecrübe ettik sanıyorum. Aslında herşey bir parça imana bakıyor. İçimizdeki taşları doğru şekilde döşedikten sonra dışımızdaki en kadim alışkanlıklar bile yerinden oynatılabiliyor. Arşimed'in dünyayı zıplatmak için aradığı dayanak noktası bizde. İçimizde. Şundan birkaç ay önce kim sokakların bu hale geleceğini öngörebilirdi? Hele sokağa çıkma yasağını bizzat halkın talep eder hale geleceğini? Normalde isyan çıkarırdı böyle yasaklar. Şimdi hiç öyle bir hava yok. Hatta uymayanları gördüğümüz zaman 'Cık, cık, cık'lanıyoruz. Maske takmayanlarla kavga ediyoruz. Fazla yakınımızda duranlarla da. Bu itikadın gücüdür. Lakin, aman, sakın, aldanmayalım. İnsan itikadından ibaret de değildir.

Geometride ilk öğretilen şeylerden birisiydi 'aksiyom' bize. "Nedir?" derseniz Wikipedia'dan tarif aşırayım: "Başka bir önermeye götürülemeyen ve kanıtlanamayan, böyle bir geri götürme ve kanıtı da gerektirmeyip, kendiliğinden apaçık olan ve böyle olduğu için öteki önermelerin temeli ve ön dayanağı olan temel önermeye belit, aksiyom ya da postulat denir." Çok mu karmaşık oldu? O halde şöyle misalle açmayı deneyelim: “İki şey ayrı ayrı birşeye eşitse o iki şey de kendi aralarında eşittir!" ifadesi bir aksiyomdur.

Aksiyomlar elbette ki önemlidirler. Gereklidirler. Neden? Şöyle: Eğer böylesi temel düzeyde genel kabuller kurgulanmazsa ilgili oldukları ilmin/bilimin koridorlarında ilerlenmez. Taş üzerine taş konulamaz. Hep en başa dönülür. Sistemler inşa edilemez. Sözgelimi: A'nın B'ye eşit olduğu bir soruda A'yı '2' diye çıkardıktan sonra B'yi de bulmuş olduğunuzu kanıtlayamazsınız. Öyle ya: Normalde A kardeş 2'ye eşitse B kardeş de 2'ye eşittir. "Öyle olmak zorunda değildir!" derseniz bu artık yeni bir matematik kurgulamak anlamına gelir ki cümle matematikçiler bu hale hayretlerinden damaklarını şaklatırlar.

Ancak matematikçilerin de farklı olasılıklara hiç kapı aralamadıkları söylenemez. 1O'dalık yerine başka bir sistemin tanımlandığı durumlar böyledir. (Bu da ortaokul-lise seviyesinde gördüğümüz bir konudur.) O zaman yapılan işlemlerin sonucu da elbette farklı çıkar. Her neyse. Eğer bu konuya girersem iş iyice karışacak. Kısa yoldan geri döneyim.

Her ilim dalının terminolojisi aslında bir açıdan aksiyomudur. Kelimenin o ilim dalı konuşulurken/yazılırken 'bundan sonra geleceği anlam' belirlenmiş olur. Lügatçeden kopulur. Hatta bazen zıtlaşılır. 'Ağacın kökü'nden bahsedilirken anlaşılanla bir 'sayının kökü'nden bahsedilirken anlaşılan aynı şey değildir. Yine halk arasında kullanılan 'tevatür' kelimesiyle hadis ilminde kullanılan 'tevatür' kavramının karşılıkları aynı değildir. Hatta bu ikisi neredeyse zıttırlar. Birisi 'söylenti'yi karşılarken ötekisi 'kesin bilgi'yi işaret eder. İşte bu şekilde tüm ilimler kendi kurgu alanlarını inşa ederek içlerinde ilerlerler. Aslında böylece ortak bir dil oluştururlar. Bu dilin kabulü ölçüsünde de metodolojileri yerleşir. Yayılır. Periyodik cetvelin, çarpım tablosunun veya imlanın normlaşması bundandır.

Norm haline geldiğini düşünen yöntem sairlerini de yargılamaya başlar. Bakınız, bu nokta çok önemli, tekrar altını çizmek istiyorum: Bir yöntem, metod veya kabul eğer 'tek geçerlinin kendisi olduğunu' düşünmeye başlarsa farklı olanları da kovalamaya çalışır. "Defterlerinizde sadece başlıklar kırmızı kalemle olacak!" diyen öğretmen, tabusunun aksine, metni kırmızıyla ama başlıkları maviyle yazan öğrenciyi gördüğünde cezalandırır. Fonksiyonel anlamda hiçbir farkı yoktur çocuğun yaptığının. Nihayetinde not tutulmuştur. Lakin not tutulurken eğitimin aksiyomlarından birisi ihmal edilmiştir. Yazılar illa mavidir.

Dedim ya başta: Hepsi nihayet imana bakıyor. Baştaki kabullere bakıyor. Üzerine basılan tanımlara bakıyor. Neye göre itikadınızı şekillendiriyorsanız onun doğrularını normalleştiriyorsunuz. Mesela: Korona gibi bela bir hastalığın def'i için, normalde uygulanamayacak, uygulansa isyan edilecek, isyanından belki hükümetler düşürülecek yasakları 'lazımın da lazımı' gibi görebiliyorsunuz. Fakat "Zina da bir hastalıktır!" dendiğinde hopluyorsunuz. Ona dair dinin öngördüğü yasakları kabullenemiyorsunuz.

Hatta burada da kalmıyor iş. Bir de yolundan emin olanlara cevap türetiyorsunuz: "Yasakla olmaz canım. İnsanın kalbini ikna etmek lazım. Kalbi ikna olmadıktan sonra yasaklasan ne!" Aaaa, demek öyle, o halde neden korona ile ilgili yasakların da 'gönüllülük usûlü' ile uygulanmasını talep etmediniz? Neden hatta devletten cebr u ceza istediniz? Ondan muameleniz 'böyle' iken dinle ilgili mevzulara gelince neden 'öyle' oldu?

Arkadaşlar, uzatıyorum, amma mevzuun özü bellidir. Meselemiz itikaddır. İslam, Alîm-i Mutlak olan Allah'ın koyduğu yasalar bütünü olarak görüldüğünde, elbette onun içeriğine karşı algımız da farklılaşır. Müeyyide içeren günahlar hakkında deriz ki mesela: "Cenab-ı Hak en doğrusunu bilendir. Eğer bu günah için sadece 'tavsiye' yeterli olsaydı 'müeyyide' emretmezdi. Nasıl ki koronayı durdurmak için yetmiyor." Hatta, garibim Trump, ABD'de hop-hop hopluyor ve de haklı olarak da Çin'e kızıyor ki: "Başladığı yerde neden ensesine çökemediniz? Eğer iyi çökseydiniz böyle olmazdı. Dörtbir yanımıza yayılmazdı."

Haksız mı? Değil. İşte, Cenab-ı Hak da herbiri bir hastalık olan böylesi günahlar için, ortaya çıktığı yerde ensesine çöktürücü müeyyideler tayin etmiş. Eşcinselliği yasaklamış, zinadan men etmiş, hırsızın elini kestirmiş vs. Bunların bulaşıcılığının da ötekiler gibi olduğunu bilmiş. Bildirmiş. Korunmayı emretmiş. Elhamdülillah. Hem yine insanın sırf tavsiyeyle yönetilebilecek akıldan ibaret bir canlı olmadığını bildiğinden, yaratan bilmez olur mu hiç, nefsinin dilini yakmış. Dil yakıcı cezalar koymuş. Ona da elhamdülillah. Sen şimdi, kafandaki-kalbindeki ayarların gümlediğinden haberin yok, burnunun ucunu görmez, oturduğun yerden 'Öyle olmaz da şöyle olur'lu ahkâmlar kesiyorsun.

Aga, sana Allah'ın değiştiğini düşündüren nedir, söyler misin? Her işinde Alîm-i Mutlak olan şeriatında değişir mi? Değişti mi? O Allah, hâşâ, başka bir Allah mı oldu? Ne oldu da sahabeye yeterli görünmeyen 'tavsiyeler' şimdi sana yeterli görünmeye başladı? Aman, ha, sakın. İblis sağınızdan yaklaşıyor olmasın? Ayırabilmen için bir turnusol da vereyim: Soldan gelişi küfürdür. Sağdan gelişi bi'dattır. Bana de ki: "Kudretim yetmiyor ki baharı getireyim." Amenna. Ona ben de katılıyorum. Fakat sen yılmışsın. Omuzundan cihad yükünü atmışsın. Baharı arzulamayı bırakmışsın. Hatta bundan da beteri var sende: Artık besbelli birazcık kışı arzuluyorsun. Çünkü alışmışsın. Etme.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum