Mesut ENDER-ARAŞTIRMALARIN DİLİ

Mesut ENDER-ARAŞTIRMALARIN DİLİ

Vücud Kullanım Kılavuzu 

Bir gün insanlardan kaçan, yalnız yaşamayı tercîh eden yaşlı bir adama sordular:

“Sürekli yalnız olmaktan sıkılmıyor musun?”

Yaşlı adam cevap verir:

"Yapacak çok işim var.”

“İki şahinim ve iki kartalım var; eğitmem gerekiyor.”

“İki tavşanım var; onları sakinleştirmem, bir dehşetli yılanım var onu da eğitmem şart.”

“Ha, bir de eşeğim var onu sürekli motive etmem lazım.”

“Duyduğun gök gürlemesi sesi çıkaran bir de dehşetli arslanım var; onu evcilleştirmem zor ama uğraşıyorum.”

Tekrar sordular.

“Ama senin etrâfında hiç hayvân göremiyoruz; neredeler?”

“Onlar içimde yaşıyorlar.”

“Nasıl yani?”

"İki şahin" gördükleri her şeye saldırıyorlar. İyi-kötü, faydalı-zarârlı onlara ayırt etmeyi öğretmeliyim; çünkü, onlar benim gözlerim.”

“İki kartal" dokundukları her şeyi mahvediyor, yaralıyor, parçalıyor. Onlara hizmet etmeyi ve zarâr vermeden yardım etmeyi öğretmeliyim; çünkü, onlar benim ellerim.”

“Tavşanlar" her zamân korkarlar, kaçarlar ve saklanırlar. Onları sakinleştirip, zor durumlarla başa çıkmayı öğretmeliyim; çünkü, onlar benim ayaklarım.

En zor kısmı "yılanı" izlemek; sıkı bir kafeste, güvenli bir şekilde kilitli olsa da her zaman saldırmaya, sokmaya, yakın olan herkesi zehirlemeye hazır. Bu yüzden onu takip edip, disiplinli olmalıyım; çünkü, bu benim dilim.

“Eşek, herkesin bildiği gibi çok inâtçı, sonsuza kadar yorgun ve işini yapmak istemiyor. Bu yüzden ona şükretmeyi ve akışta olmayı öğretmeliyim; çünkü, bu benim bedenim.

“Ve sonunda kral olmak ve herkese emretmek isteyen bir ‘arslanı’ evcilleştirmek istiyorum. Gurûrlu, kibirli ve dünyanın kendi etrafında dönmesini istiyor. O arslanı terbiye etmeliyim; çünkü, bu benim ego’m”

“Gördüğünüz gibi, yapacak çok işim var!”

Ha, bu arada, soruları cevaplayan yaşlı adam da Lev Nikolevic Tolstoy’du. 

***

Uzun zamandır notlarım arasında duran bir konu var.

Altıncı Söz’ü her okuduğumda içimden bir ses “Vücûd Kullanım Kılavuzu” veya “Vücûd Kullanım Rehberi” yazılmalı diyordu, ne yazık ki hâlâ demeye devam ediyor.

Hatta bu çalışma, “Fıtratları Ayarlama Enstitüsü” adına kurumsal bir çalışma olarak yapılmalı. Birçok ilgili disiplinden konuya kafa yoranların birlikteliğiyle ve iş bölümüyle ortaya çıkacak bir çalışma olmalı. Bakınız: https://www.risalehaber.com/fitratlari-ayarlama-enstitusu-23387yy.htm

Hatırladınız değil mi?

Bu enstitü bir an önce kurulmalı; insan merkezli çalışmalarına imza atmalı.

Bu serinin ilk işi bu kılavuzu hazırlamak olmalı; çünkü önce insan bozuldu, sonra da bozuk insan önüne ne geliyorsa bozup attı ve devam ediyor.

Vücud kullanım kılavuzuna hepimizin ihtiyacı var; her yaştan her baştan, her cinsiyetten, her toplumsal statüden, herkesin ihtiyacı var.

Özellikle gençlik dönemini yaşayanlar için…

Ayaklarını yere vurup, yumruklarını anne-babasına karşı sıkan ve sıkılmış dişleriyle “Sana ne; benim bedenim değil mi? İstediğim gibi kullanırım!” diyenler için…

70’li yıllarda “Only you!” (Yalnız Sen!) şarkıları vardı derin aşklar içindi ve samimiydi; ancak 80’lerden sonra başlayan “Only me!” (Yalnız Ben!) furyası başladı ve farklı şekillerde devam ediyor. 

Bedeni üzerinde her türlü işlemi yapacağını söyleyen ve en kirli ahlaksızlıkları bile yapmak isteyen kuşaklar türedi.

Allah’ın verdiği renkle yetinmek yerine çok renklilik(!) hastalığına tutulmuş gençlikle karşı karşıyayız.

Vücudunun deri rengini gözükmeyecek kadar dövmelerle doldurmuş bir gençlik...

Kendini beğenmeyenleri ve övmeyenleri beğenmeyen ukala bir kuşak…

Narsist bir kuşak; kendi ellerimizle putlaştırdığımız çocuklar, hem de küresel bir kuşak…

Yaratıcıyı film karakterleriyle örtüştürüp dini metinlere burun kıvıran gençlik...

Derdimiz büyük: Dünya gençliği hayatını düzgün yaşasın istiyoruz.

Bu gençler için bir vücud kullanım kılavuzu yazılsın.

Hatta daha küçük yaşlar için, şöyle bol resimli kitaplar, çizgi romanlar, görseli bol mini yazılarla bilinçaltına çalışılsın.

Buna kişisel gelişim desinler, hiçbir önemi yok.

Üslup olarak öyküleştirilmiş bir üslup etkili olabilir.

Vücudumuzu bir toplum gibi ele alan ve her organımızın kendisinin nasıl kullanılması gerektiğini yani vazifelerini anlatan, açıklayan ifadelerin yer aldığı bir kitap olsun.

Animasyonu yapılsın.

Kısa filmleri çekilsin.

Vücudumuzu konuştursun.

Ellerimizi, aklımızı, kalbimizi, duygularımızı, ayaklarımızı, kalbimizi, başımızı, gözümüzü, dilimizi, burnumuzu… konuştursun.

Bu “gerçek” tekamül veya kişisel gelişim kitabı olsun.

Yazarı da meşhur olur, olsun, yeter ki yazsın.

Hatta çoksatar, para da kazanır, kazansın.

Ama bazen de bazı Nurcuların dediği gibi düşünüyorum; “Ne gerek var canım, imanlarını kurtarmak istiyorlarsa alsınlar Altıncı Sözü okusunlar?”

Keşke…

Fakat sonra Risale-i Nur’un varlığı aklıma geliyor, öyle olsaydı Bediüzzaman da bu kadar cevabını verdiği şüpheler ve sorular için “Risalelere ne gerek var; alsınlar Kur’an’ı okusunlar” derdi; diyorum ve nefsimi vazifeden kaçmaktan alıkoyuyorum.

Öyle olsaydı İslam âleminde sadece Kur’an olurdu, başka da dini veya dünyevi hiçbir yayına gerek kalmazdı. Herkes “kendine Müslüman” olurdu.

Risale-i Nur, Kur’an-ı Kerim’in ibarelerini izah eden bir rivayet (mana-yı ismi) tefsiri değil, hakikatlerini ispat eden bir dirayet (mana-yı harfî) tefsiridir.  Dolayısıyla, ondan mülhem yazılacak eserler de dirayet türü eserler olmalıdır. (14. Şua, Hata-Sevap Cetvelinin Zeyli)

Onun için bu düşüncemden dolayı kendimden utandım, nefsimin kaçamak yapmak istediği yolunda bir kaygı hissettim.

“Vücud” deyince?

Vücudun 24 saati; fizyolojimiz ile biyolojik ve anatomik yapımız hakkında internette çok fazlasıyla bilgi var. Bilim zaten bunları anlatıyor.

Benim demek istediğim bu değil; bu organlarımızın “nasıl” işlediğinden ve fiziksel kullanımdan öte, “hakikat” açısından, vücudumuzun toplumsal ve ahlaki boyutlarıyla nasıl kullanılması gerektiğidir.

İslam ansiklopedisi, vücudu kelime anlamıyla, “var olmak, bulunmak; varlık” olarak tanımlarken, felsefi anlam olarak “bir şeyin zihinde ve zihnin dışında gerçek varlığa sahip olması” veya “bir şeyin aklî tahlil yoluyla belirlenen mahiyeti, zatı” diye tanımlar. Buna “Bir şeyin zatının (özünün) dış dünyada fiilen tahakkuk etmesi” manasında kullanıldığını ekler. 

Esmâ-i hüsnânın bir kısmı vücûd sıfatıyla irtibatlıdır, bunların başında “Hak” ismi gelir. Ayrıca Nûr, Zâhir, Bâtın, Evvel, Âhir isimleri de vücûd sıfatını vurgulayıcı niteliktedir. (İkinci Şuâ, Üçüncü Makam, Üçüncü Alâmet ve Hüccet / İslam Ansiklopedisi, Vücud Maddesi)

Yirmiüçüncü Sözün hemen başlangıcında insanın nur-u iman ile a’lay-ı illiyyine nasıl çıkacağını anlatan Üstad, oarada beş kuruşluk bir demir parçasını beş liralık bir değere çıkaran özelliğin maddesi değil “Fonksiyonelliği” olduğunu, hatta bu fonksiyonellik “antika” boyutlu ise değerinin çok fazla olacağını vurgular. (Yirmiüçüncü Söz, Birinci Nokta)

İşte “cesedimiz” beş kuruş etmez et-kemik yığını iken, onu vücudun muhtelif mertebelerine mazhar kılan, var ediliş amaçlarını ve ona yüklenen fonksiyonlarını bu şekliyle kurgulayan Yaratıcı’nın metalibine uygun kullanılmasıdır.

Okullarda 3-8. Sınıflar Fen müfredatları “Vücudumuzun Bilmecesini Çözebildi mi?

MEB kendi kitaplarında veya yazdırdığı kitaplarda çok farklı ve çeşitli konularla bu üniteyi öğrencilerin öğrenmelerini ve her şeyden önce biyolojik olarak kendilerini tanımlarını istiyor.

MEB, hakikat kısmına hiç girmiyor zaten; şu organın adı şu, bununki bu!” deyip vücudun sırrını çözmüş oluyor!

Bunu öğrenen genç kendi organlarının ismini (o da sınav amacıyla) öğreniyor, ama bu organların ve azaların “niçin verildiğini” bilemiyor.

Eliyle kalem tutması (ilim öğrenme), dua etmesi, “veren el olması” öğretilmesi gerekirken, bunlar öğretilmiyor.

Basit gibi görünen bir el hareketi bir yana aklından, kalbinden, duygularına değin azalarını ve hasselerinin ne işe yaradığını ona kim öğretecek?

Sonra da ortaya “kendi kendine mâlik” olduğunu sanan nesiller çıkıyor.

Lütfen öğretmenlerim; vücudumuzu tanıyalım, vücudumuzun bilmecesini çözelim gibi başlıklarla ilkokul 3. sınıftan itibaren insanı cesed olarak anlatan fen hocalarım; biraz da bu organları hikmetlerine uygun olarak nasıl kullanacağımızı, yani fıtratı, öğretin.

Eminin nurani vazife üstlenmiş öğretmenler bunu yapıyorlardır, ancak her öğrenci böyle öğretmenlerin öğrencisi olma şansına sahip değil.

Başka öğretmenler de var; onca tefekküri konuyu getirip tesadüfe, şirke ve tabiata havale etmek akıl tutulması değil de nedir? 

Ben ortaokuldayken Hasan isimli bir Fen hocamız vardı ve bize tabiatın ne kadar büyük bir yaratıcı olduğunu anlatırdı. Tabiat ana aşağı, tabiat ana yukarı!

Boş durmuyordu, ama anlattıklarını aklım da almıyordu.

Bu yazıyı okuyanlar içinde Fen Bilgisi öğretmenimiz varsa, lütfen “Sözler” kitabının “Altıncı Söz’ünü önüne koysun, önüne bir de Fen Bilimleri müfredatını açsın. Resmî kitapta öğretilen vücudumuzla ilgili üniteleri tabii ki bir bilim olarak öğreteceksiniz; ancak bu öğrenmelerin sonunu Tevhid hakikatine; hayata, çocukların bu bilgileri gerçek hayatta nasıl kullanacaklarına getirin.

Yoksa gelen nesil “muallimlerini” dinlemeyebilir.

Unutmayın; “Altıncı Söz”

“Söz mü?”

Yine Altıncı Söz’e dönelim…

İnsan vücuduna yerleştirilmiş her aza birden çok vazife ile yönetilmektedir.

Beynimiz; gerçekten “başımız üstünde yeri var” gibi duruyor.

Vücudumuzun her noktası sinir ağlarıyla donatılmış, müthiş bir haberleşme, iletişim ve dayanışma içinde şu nankör insana hizmet ediyorlar.

Görme noktası beynin arka lobundadır.

Dil, hem tat alma, hem konuşma aleti olarak ağzımıza yerleştirilmiş.

Oysa aynı organ yöneten beynin iki ayrı bölgesidir; tat alma frontal lopta yer alırken Konuşma merkezleri sağ eli baskın kişilerin %90'ında ve sol eli baskın (solak) kişilerin de %70'inde beynin sol yarı küresinde yer alıyor.

Tat alma merkezi beynimizin temporal (geçici) Frontal (ön-alın üstü) lobundadır. Koku alma da aynıdır. Bu bölgenin en ön kısmında duygulanım ile ilgili bir alan da yer almaktadır. Ön lob aynı zamanda beynimizin karar verme bölgesidir. Yani irademizi işlettiğimiz bölge.

Her neyse…

Amacım vücudumuzdaki azaların ne kadar fazla çeşitle görevlendirildiğini belirtmek istiyorum.

Dil: Tat alma, konuşma, gıybet yapma, iltifat, sövgü her türlü olumlu ya d olumsuz işleve sahip; hatta dil çıkarma dahil. 

Eskiden görmüştüm Abu-Ḥâmid Muḥammad İbn-Muḥammad al- Gazzâli tarafından yazılmış “Dilin Afetleri” isimli bir kitap da vardı.

Ben bilmiyorum; belki “gözün afetleri” üzerine de kitap vardır.

Kalbin, aklın, vicdanın afetleri gibi; yani vücudun yanlış kullanımları üzerine telif edilmiş kitaplar.

Yani vücudumuz ve onu oluşturan azalarımız bir “bıçak” gibi, nereye kullanırsan oraya gidiyor.

Ene gibi, hayra da ve şerre de kabiliyeti haiz.

O halde Altıncı Sözü “çekirdek” kabul eden bir açılımla “Vücud Kullanım Kılavuzu” hazırlayalım.

Bu kılavuzda her azanın kullanımına ilişkin ayrı bir bölüm tahsis edilmeli.

Bölümlerde her azanın/organın fıtratı, yani fonksiyonları ve bunların doğru kullanımları; yanlış kullanıldığında başımıza ne işler geldiği işlenmeli.

Yaşanmış olumlu ve olumsuz örneklerle kılavuz desteklenmeli.

Mücmel bir örnek üzerinden görmek gerekirse:

1-) Aklı Kullanma Rehberi:

Akıl, bir (düşünme ve hatırlama) aletidir.

Aklın Yanlış Kullanımı:

İnsan için,  geçmiş zamanın âlâm-ı hazinanesini ve gelecek zamanın ahvâl-i muhavvifanesini biçare başına yükler; yümünsüz ve muzır bir alet derekesine iner.

Yanlış Kullanımın Sonuçları: 

Böyle bir akıl, meş'um ve müz'iç ve muacciz bir alettir; insanı bozar.

Kişi aklın iz'aç ve tacizinden kurtulmak için, galiben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. (Gündelik yaşamdan depresyon, bunalım, halüsinasyon örnekleri veya Klinik olaylardan örnekler)

Aklın Doğru Kullanımı:

Aklı gerçek Sahibine yani onu insanın beynine takan Mâlik-i Hakikîsi adına kullanmak. O’nun hesabına çalıştırmaktır.

Doğru Kullanımın Sonuçları: 

Akıl, tefekküri ibadetle kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açar. Sahibini saadet-i ebediyeye müheyya eden bir mürşid-i Rabbânî derecesine çıkar.

Sonuç: İşte, ey akıl, dikkat et! Meş'um bir alet nerede, kâinat anahtarı nerede?

2-) Gözü Kullanma Rehberi

Bir hasse olarak gözün fonskiyonu, ruhun bu âlemi o pencere ile seyretmesidir. Yani gören gözümüz değil, ruhumuzdur.

Gözün Yanlış Kullanımı:

Cenâb-ı Hakka satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan, geçici, devamsız bazı güzellikleri, manzaraları seyirle şehvet ve heves-i nefsaniyeye bir kavvad derekesinde bir hizmetkâr olur.

Yanlış Kullanımın Sonuçları: 

Göz maneviyata karşı körelir.

Gözün Doğru Kullanımı:

Gözü, gözün Sâni-i Basîrine satsan ve Onun hesabına ve izni dairesinde çalıştırsan, o zaman şu göz, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir mütalâacısı ve şu âlemdeki mucizât-ı san'at-ı Rabbaniyenin bir seyircisi ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı derecesine çıkar.

Sonuç: Ey göz, güzel bak! Adi bir kavvad nerede, kütüphane-i İlâhînin mütefennin bir nâzırı nerede? 

2-) Dili Kullanma Rehberi

Dildeki kuvve-i zâikayı Fâtır-ı Hakîmine çalıştırmaktır.

Dilin Yanlış Kullanımı:

Nefis hesabına, mide namına çalıştırsan, o vakit midenin tavlasına ve fabrikasına bir kapıcı derekesine iner, sukut eder.

Dilin Doğru Kullanımı:

Eğer Rezzâk-ı Kerîme satsan, o zaman dildeki kuvve-i zâika, rahmet-i İlâhiye hazinelerinin bir nâzır-ı mâhiri ve kudret-i Samedâniye matbahlarının bir müfettiş-i şâkiri rütbesine çıkar.

Sonuç: Ve ey dil, iyi tat! Bir tavla kapıcısı ve bir fabrika yasakçısı nerede, hazine-i hassa-i rahmet nâzırı nerede?

Mesela “baş” (kafa) kullanımı:

“Baş ile yapılan secde Allah için olursa ibadettir, gayrısı için dalâlettir. Kezâlik, şuarânın hayalen yaptıkları hayret ve muhabbet secdeleri dalâlettir. Hayal, onunla fâsık olur. (Şemme 7/15)

***

Fen Bilgisi hocalarımdan bu işe talip olacakları dört gözle bekliyoruz.

***

Şimdi de Psikoloji, sosyoloji ve ahlak hocalarımıza bakalım.

Yukarıda vücudumuzun cesede ilişkin azaların kullanımına ilişkin ifadeler yer aldı.

Şimdi de insanın bilişsel, duyuşsal ve psikomotor davranışlarına ilişkin olarak duygularını, hasselerinin kullanma kılavuzuna bakalım.

Duygu Yönetimi

Çalışmanın ikinci bölümü “duyguların yönetimi” dir. Yani “Duyguları kullanma kılavuzu.”

İnsandaki gizil güçleri doğru kullanma kılavuzu; tıpkı Dokuzuncu Mektup’ ta ipuçları verildiği gibi bir kılavuz.

Bediüzzaman İşaratu’l İ’caz’da ve Otuzuncu Söz Ene bahsinde, insan ruhunda yerleştirilmiş üç kuvveden (güç) bahseder.

Bunların nasıl kullanılması gerektiğini söyler.

Uyulursa nasıl bir insan tipolojisi oluşur, bunu söyler.

Medenilerin ve eğitimcilerin özellikle üzerinde durması gereken nokta budur. İnsana verilmiş olan bu kuvveler şunlardır:

  • Kuvve-i Akliye
  • Kuvve-i Gadabiye
  • Kuvve-i Şeheviye

Bu üç muazzam gücün her birinin üç (3) kullanım türünü anlatır.

Bunlar ifrat kullanımalar, tefrit kullanımlar ve olması gereken fıtri yani vasat kullanımlardır.

Kuvve-i Akliyenin (Bilişsel düzey) ifrat şekilde kullanımı “cerbeze” adını alır; hakkı batıl, batılı hak göstermektir. Tefriti ahmaklıktır. Vasat nokta, fıtri kullanımı ise “hakkı hak bilip onu yaşamak ve savunmak, batılı batıl bilip ondan kaçınmak ve mücadele etmektir.”

Kuvve-i Şeheviyenin (Duyuşsal düzey) ifratı haram helal tanımamak; tefrit kullanımı helalde bile isteksizliktir (humud). Fıtri vasat boyutu ise “İffet” tir; meşru dairedeki keyfe kifayettir.

Kuvve-i Gadabiyenin (Psikomotor düzey) ifrat aşaması Allah’tan bile korkmamaktır, zorbalıktır; hukuk tanımazlıktır. Tefrit noktası ödlek veya cebin olmaktır. Her şeyden korkmaktır. Oysa fıtri korku, yalnız Allah’tan korkmak; kutsalları için gerekirse canını verebilmektir.

Bu üç gücü görünür kılan vücudumuzdur.

“Vücud kullanım kılavuzu” fıtrat kitabıdır. Bu anlamda vasat olanı (fıtri) inanış, tutum, davranış ve bilişsel, duyuşsal ve psikomotor düzeyde hepsini işlemelidir.

İfrat ve tefritler ders alınması gereken uygulamalar ve davranışlardır.

 “İfrat veya tefrit, delillere karşı bir isyandır.”

“Yani, sahife-i âlemde yaratılan delâil, uhûd-u İlâhiye (Allah ile yapılmış sözleşmelerdir) hükmündedir. O delâile muhalefet eden, Cenâb-ı Hakla fıtraten yapmış olduğu ahdini bozmuş olur.”

“Ve keza ifrat ve tefrit, hayat-ı nefsiye ve ruhiyenin maraz ve hastalığını intaç eden esbabdandır.”

“Buna, ‘Fâsıklar, Allah'a verdikleri ahidlerini bozarlar’ cümlesiyle işaret edilmiştir.

“Ve keza, ifrat ve tefrit, hayat-ı içtimaiyeye karşı isyan ateşini yakan iki âmildir.”

“Evet, bu âmiller hayat-ı içtimaiyeyi nizam ve intizam altına alan rabıtaları, kanunları keser, atar.”

“Evet, şehvet veya gazap, haddini aşarsa, ırz ve namuslar payimâl olur, mâsumlar mahvolur.”

“Buna da, ‘Allah'ın akrabalar veya mü'minler arasında emrettiği bağları koparırlar.’ cümlesiyle işaret edilmiştir.” (İşaratu’l- İ’caz)

Ev Ödevi

Bu kullanım kılavuzunu yazan çıkmazsa bir çare düşüneceğiz.

Bu çarelerden biri, şimdi yapacağımız gibi bir ev ödevi dağıtmak istiyorum. 

Yani yapmak isteyenlerle; kimse buna mecbur değildir. Hasbi olarak söylüyorum.

“Ben varım” diyen her bir arkadaşımız bir bölümü alsın ve onun kullanma kılavuzunu yazsın. Mesela biri “akıl kullanma kılavuzunu”, diğeri “kalp kullanma kılavuzunu” bir başkası “dil” hakeza…

Yukarıda akıl, dil ve göz ile ilgili bazı mücmel örnekler verildi; ancak bunları birer çekirdek olarak görün. Çünkü onlar başlık halindedir, hem de ham; derinlik ve detay kazandırılmalı. Metne sadık kalınmalı ve açılım yapmalı. “dirayeti” görelim.

Ayrıca kılavuzdaki tüm iddialarımızın emin olun bilimsel arka planları da var. Açılımlarınızı bu alanlarda yapılmış bilimsel, deneysel, klinik vb. çalışmalarla ve araştırmalarla destekleyebiliriz. Eminim ki, bunların hepsiyle ilgili Doğuda ve Batıda binlerce araştırma var.

Yazdıklarınızın seviyeye uygunluğu açısından şöyle bir uygulama yapabilirsiniz:

Karşınıza 15-25 yaş aralığında gençler alıp oturtun.

Onlarla “vücut” konusuyla sınırlı olmak kaydıyla sohbet edin.

Onları vücutlarına nasıl bakıyorlar, onları dinleyin.

Bedenlerini kullanmayla ilgili olarak büyüklerin söylediği nelere itiraz ediyorlar?

Neler düşünüyorlar?

Neler kafalarına yatıyor veya yatmıyor?

Canlısını bulmazsanız hayali muhataplar edinin. Onlara sorun ve cevaplayın. Rol değiştirin.

Ha, gençler sizin söylediklerinizi, kullandığınız kelimeleri veya yazdıklarınızı anlamadıklarını söyleyebilirler, hazır olun.

Öyle bağırmak büyüklük baskısı kurmak yok.

Yoksa sizin başka bir gezegenden geldiğinizi bile iddia edebilirler. 

Her neyse meramımı karmaşık anlattığımın farkındayım. Zihninizi yordum; özür dilerim

Ayrıca, yazdıklarınızı bana gönderebilirsiniz, geri bildirim verebilirim: [email protected]

Aşağıdaki tabloda, vücudun 2 tür bileşenleri yer almaktadır. Bu listeye siz daha fazlasını ekleyebilirsiniz. 

tablo-006.jpg

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum