Varoluş Mükemmeldir; Çünkü Ölümden Sonra Diriliş Vardır

Çünkü Ölümden Sonra Diriliş Vardır
(Sebe’ Suresi, Ayet: 1-22)

Bu başlığı bize söylettiren Kur’andır. Gerçekten Kur’an varlığı çok güzel olarak anlatıyor. Her suresinden her paragrafından varlık ve hayat absürt değildir, dedirtiyor. Absürt değilse, mana ve anlam varsa demek mükemmeldir. Bu mükemmellik kavramının Kur’andaki karşılığı hamd kavramıdır. Hamd, Allah’ın kemalatının (aşkınlığının ve yetkinliğinin) bilinmesi ve yaşanılması demektir. Mükemmellikler genelde nimetlerle beraber göründüğünden hamd örfî şükür manasında da kullanılır. Aslında hamd kelime olarak övgü demektir. Fakat bu sadece lafız ile değildir. Kemalat ve nimetlerin bilinmesi ve yaşanılması tarzında olur.

Hiç şüphesiz sonsuz nimetler vardır. Beş tanesi ise en önceliklidir.

a) Mutlak olarak varlık ve varoluş.

b) Bu varlık ve varoluşta birinci yaratılış..

c) Bu birinci dirilişin sonucu olan dünya hayatı..

d) İkinci yaratılış ve diriliş..

e) İkinci yaratılışın sonucu olan ahiret hayatı.

Bu beş ana nimete işareten Kur’anın beş suresinin başında nimetin ifadesi olarak ‘El-hamdü lillah’ cümlesi gelmiştir: Fatiha suresi mutlak varlık ve hayata bakar. En’am suresi 1. Diriliş demek olan ilk yaratılışa bakar.

Kehf suresi, dünya hayatına özellikle sosyal hayattaki kemalat ve bilince bakar. Fatır suresi 2. Dirilişe bakar. Şimdi bir kısmını tefsir edeceğim Sebe’ suresi ise ahiret hayatının mahiyetini gösterir. (İşaratü’l-İ’caz; Fatiha suresi, hamd bahsi; Peygamber Kıssaları Hakkında Bilmediklerimiz, Kehf suresi tefsiri.. )

Dünyada birçok ümmet ve millet var. Bunlar içinde çok hamd edenler manasında Müslümanlara Hammadûn[1] denilmiştir. Çünkü İslam iki ayrı uç olmayı yasaklar; orta yol demek olan sırat-ı müstakimde sonsuz nimet ve kemalatın görünmesine sebep olur.

Şimdi konumuz olan Sebe’ suresinin tefsirine geçiyoruz.

1. Ayet: Bütün hamd ve kemalat, varlığı diyalektik süreç üzere yer ve gökler (fizik ve metafizik) olarak yaratmakla ve onlardaki her şeye sahip olmakla bilinen Allah’a mahsustur. (Çünkü bu yaratılış zinciri bir nimetler zinciridir. ) Fakat asıl nimetler, asıl kemalat ve hamd zıtların ayrıştığı ahirettedir. Allah hakîmdir; (dünyayı zıtlar ile imtihan ve gelişme meydanı kılmıştır. ) Ve gerçek manada habirdir; (her şeyi biliyor ve yapabiliyor. ) Dolayısıyla ahireti yaratmak ona zor gelmez. (Çünkü bir şeyi çok iyi bilmek, o işi son derece kolaylaştırır. )

Bu Birinci Ayetteki Kelimelerin İzahı

a) Hamd, nimet ve kemalatın varlığı bedihidir. Her zaman hissedilmemesi ve bilinmemesi ise, bazı insanların varlık sistemini tanımamasındandır; nisbi bir takım eksiklikleri devamlı ve asıl unsur sanmalarıdır.

b) Hamd Allah’ındır. Allah sonsuz ve gerçek varlık demektir. Demek böyle olmayan, hiçbir şeyi yaratamaz. Zahiren yaratsa da onu gerçek nimet yapamaz. Ayrıca Allah sonsuz olduğu için fizik ve metafizik bütün zıtları elinde tutuyor ve bir tek şey imiş gibi idare ediyor.

c) Ellezi o ki manasında bir edattır. Bilinirlik takısı olarak kullanılır. Burada der ki: Başta fizik ve metafizik olmak üzere varlığın bütün boyutlarına hükmedemeyen Allah olamaz.

d) Burada gökler metafizik; yer de fizik varlıkların ifadesidir. Yani dünya denilen küçük küre ile uzay demek değildir. Bu birinci yaratılışta diyalektik süreç ve zıtların varlığı esas olduğundan bu durum bazı nimetlerin görünmemesine sebep olur.

e) Fakat ahirette zıtlar ve dualiteli yapı birbirinden ayrılacağı için orada nimet çok açık olarak hissedilecektir.

f) Allah hakîm ve habîrdir. Hakîm ismi her şeyi hikmet ile yaratan demektir; dünya yapısına bakar. Habir ise tam manası ile usta[2] demektir. Ahiretteki hayatın olağanüstülüğüne bakar. Usta kelimesini yanlış anlamayın; bu kelime son derece bilgi ve maharet sahibi başka bir tabir ile bilgisini en mükemmel seviyede pratize edebilen demektir.

2. Ayet: O, yere giren her şeyi bilir. (İşte çekirdekler ve hububat!) Yerden çıkan her şeyi de bilir. (İşte ağaç ve bitkiler!) Gökten ineni bildiği gibi; (işte yağmur ve kar taneleri!) göğe yükseleni de bilir. (Duaların kabulü buna delildir. )

[Yani Allah, sonsuz olduğu için her ne kadar hikmet gereği dünyayı, imtihan ve gelişme yurdu yapmışsa ve bunun için belirli kanunlar koymuşsa ve her şeyi zıddına bağlamışsa da; o bir arkadaş olarak her şey ile birebir ilgilenir; yasaları koyduğu gibi yasalar üstünde de iş görür; kullarıyla ve varlıklarla özel olarak ilgilenir.. ]

“Çünkü o olağanüstü bir rahmet ve mağfiret sahibidir. ”

3. Ayet: Bütün bu değerleri inkâr edenler ise ‘kıyamet bize asla gelmez’ dediler. Sen vahiy diliyle (Qul) de ki: Varlığı geliştirmek üzere yaratan Rabbime andolsun, kıyamet size gelecektir. Bu (benim iddiam değildir) bütün bilinmeyenleri bilen Allah’ın vaadidir. Ne göklerde ne yerde zerre ağırlığınca hiçbir şey ondan kaybolmaz. Zerreden büyük küçük ne varsa apaçık bir kitapta yazılır.

3. Ayetin İzahı:

a) ‘Kâfirler, bize kıyamet gelmez, derler’ cümlesi der ki; eğer kıyamet yoksa bütün değerler hiç olur. Bu ise, başta varoluş olmak üzere değerlere karşı büyük bir saygısızlık ve nankörlüktür.

b) Qul (de ki manasına gelen emir kipi, ) bu meselenin insan bilgisi ile bilinemeyeceğine; ancak sonsuz İlahî bilgiden gelen vahiy ile bilinebileceğine işarettir.

c) Bela kelimesi burada evet demektir. Bela ve musibet hakikatlerini de çağrıştırır. Der ki: Bir tek nimet bile varsa ve insan bunu kabul ediyorsa ve eğer bir tek musibet hayra dönüşüyorsa elbette ahiret nimeti olacak ve ölüm musibeti ebedî bir hayata dönüşecektir.

d) Gaybı bilen Rabbim ismi, dünyanın rububiyet ve gelişme için kurulduğunu ve ahiretin dünyaya göre metafiziğin (gaybın) fiziğe göre gibi kaldığını bildirir.

e) Hiçbir şey ondan kaybolmaz. Evet, varlık bir yazılımdır; sonsuz dosyaları içeren bir dosyadır. Onun hafızasından hiçbir şey kaybolmaz. Bu varlığın ekranı olan ne fizik alemde; ne de onun hard diski olan metafizik alemde..

f) Evet küçük büyük ne varsa varlığı apaçık olan bir kitapta yazılıdır. Varlık ve varoluş bir yazılımdır.

- Evet, varlığın bir damarı enerjidir.

- Bir damarı da bilgi ve kodlamadır.

- Üçüncü damarı ise her şeyin gittikçe mükemmele doğru tekâmül etmesidir.

Ve bu tekâmül ancak ahiret ile tamamlanır.

Yani kudret, ilim ve irade varlığın üç sacayağıdır. Kudret işin bedenini ve maddi yapısını oluşturuyor; ilim ondaki yazılım, kodlama ve korumayı oluşturuyor. İrade de onun gelişmesini ve ruhunu sağlıyor. Varoluşa ruh, mana ve lezzet katıyor.

Hulasa: Kâinat çapında kader (plan, ) hıfz (koruma ve kodlama) ve kitap (yazılım) aynı manadadır. Metafizik hıfz ve koruma apaçık değilse de, bizler ekranın düzenli akışından onun da apaçık ve açıklayıcı olduğunu görüyoruz.

Ayette geçen Kitab-ı Mübin apaçık veya açıklayıcı kitap, yazılım ve program manasına gelir.

4. ve 5. Ayet: Allah, varlık sistemini ve dünyayı böyle yaratmıştır. Nihayet[3] iman edip iyi işler yapanları mükâfatlandırır: Onların eksiklikleri silinir; onlara hoş bir rızık vardır. Bizden kurtulacağını sanıp ayetlerimizi iptal için koşturanlara ise elem verici, pis bir azap olacaktır.

6. Ayet: Sana gelen vahiy, varlık sistemini böyle açıklıyor. Nitekim kendilerine ilim verilenler, Rabbinden sana gelen bu vahyi gerçek olarak görüyor. Çünkü bu vahiylerin Aziz ve Hamid (sonsuz, güçlü, aşkın ve yetkin olan) Allah’ın yoluna yönlendirdiğini, (varlığı absürt ve anlamsız görmediğini) görüyor.

7. Ayet: Varlıktaki bütün değerleri inkâr eden kâfirler ise, paramparça olduğumuz zaman yeniden yaratılacaksınız, diye söyleyen bir adamı size bildirelim mi, dediler.

8. Ayet: Acaba bu adam Allah namına yalan mı söylüyor; yoksa onda delilik mi var?! Hayır, Allah namına yalan söylemiyor, onda delilik de yoktur. Fakat öte hayata inanmayanlar, azap içindedirler. Ve açısı çok geniş büyük bir sapıklık içindedirler.

9. Ayet: Bu kafirler, uzaydaki ve yeryüzündeki geçmişlerini görmediler mi?! (Milyarlarca engele rağmen yaşıyorlar. ) Hâlbuki isteseydik onları yerin dibine batırırdık veya uzaydan[4] bir parça meteor üzerlerine düşürürdük. Bu milyarlarca engele rağmen hayatın devam etmesi meselesinde Allah’a yönelmek isteyen her kul için önemli bir belge (ayet) vardır.

[Mesela büyük patlamadan günümüze gelinceye kadar milyarlarca sefer varlığa ince bir ayar verilmiş: En son kültürlü insan demek olan Homosapiens ortaya çıkmış; ondan medeniyetler doğmuş; ondan da dindar medeni bir millet demek olan Benî İsrail ortaya çıkmıştır. Buna işareten sure bu arada Benî İsrailin en zirve hali olan Davud ve Süleymanı örnek veriyor.

Davud dindar devlet sembolüdür. Demir çağını temsil ediyor. Süleyman ise dindar saltanat simgesidir. 20. asrın harikalıklarının bir benzerini simgeliyor. Evet, varoluşu bu şekilde neticelendiren özellikle 20. asrın teknolojisini ortaya çıkaran bir kudret elbette bu varoluştan ahireti çıkartabilir. Ve vaad ettiği gibi çıkartacaktır. ]

10-11. Ayet: Andolsun! Biz Davuda, kendimizden bir üstünlük verdik. Ey dağlar! Onunla ve kuşlarla beraber tesbihatlarını tekrar edin, dedik. Ona: Geniş zırhlar yap, ölçülü doku! Ve ordusuna: (Bunlarla) yararlı işler yapın! Şüphesiz Ben, yaptıklarınızı görmekteyim, diye, onun için demiri yumuşattık.

12. Ayet: Süleymana da, gidişi bir aylık, gelişi de bir aylık mesafeyi (bir günde) gidecek şekilde, rüzgârları musahhar ettik. Ve onun için bakır ve petrol kaynağını akıttık. Cinlerden de onun Rabbi olan Allah’ın izniyle ona çalışan hizmetkârlar yaptık. Onlardan kim emrimizin dışına kayarsa, ona ateş azabından tattırırdık.

13. Ayet: Ona, dilediği kaleler, heykeller, büyük havuzlar kadar geniş leğenler, sabit kazanlar yaparlardı. İşte ey Davut zürriyeti! Çokça şükredin! Çünkü kullarım içinde şükredenler çok azdır.

14. Ayet: Süleymanın ölümünü gerçekleştirdiğimiz zaman, asasını yiyen yer kurtçuğundan başka bir şey, onun öldüğünü onlara göstermiş olmadı. O, bu şekilde yere yıkılınca, cinler anladılar ki, eğer gaybi bilmiş olsalardı, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.

Asrımızın medeniyetine çok benzeyen bir medeniyet de, Yemende Sebe’ şehrinde Belkıs krallığında yaşanmıştır. Bu medeniyet Süleyman medeniyeti ile çağdaştır. Gerek Süleyman ve gerek Belkıs hakkında tarih ilmi, herhangi bir belgeye rastlamış değildir. Bununla beraber; bu dinî kıssalar tarih değil de çok önceden çağımız gibi çağları genel olarak ifade ediyorlar, diyebiliriz.

15. Ayet: Andolsun! Sebe’liler için yurtlarında önemli bir ayet vardı. Sağda ve solda (her tarafta) bahçeleri vardı. * ‘İşte Rabbinizin verdiği rızıktan yiyin, O’na şükredin! Ne güzel şehir! Ve ne güzel bağışlayan Rab!’ (dedik. )

(*) Nesefi

16. Ayet: Fakat onlar yüz çevirdiler. Biz de, onlar üzerine baraj selini gönderdik. Ve iki taraftaki bahçelerini, buruk yemişli, acı meyveli ve az sedir ağaçlı bahçelere çevirdik.

17. Ayet: İşte Biz, onları yaptıkları nankörlüklerinden dolayı böylece cezalandırdık. Ve Biz kâfir nankörlerden başka kimseyi cezalandırmayız.

18. Ayet: Onlarla, mübarek kıldığımız şehirlerin arasında birinden diğeri görünen nice şehirler yaptık. Aralarında dolaşım planladık. ‘Geceler ve gündüzlerce emniyet içinde yürüyün’ dedik. (*)

(*) Ayetten anlaşılan, bir zamanlar Arabistan ile Yemen arası, çok bayındır ve gelişmiş bir durumdaymış.

19. Ayet: Fakat onlar: Ey Rabbimiz! Bizi birbirimizden uzaklaştır, dediler, kendilerine zulmettiler. Biz de onları, (tarihi) efsanelere çevirdik ve onları paramparça ettik. Şüphesiz bunlarda, sabredip şükredenler için önemli belgeler vardır.

20. Ayet: Andolsun! Şeytan, onlara verdiği zan ve kuşkuları, onlarda doğruya çıkarttı. (Şükür neyinize! Dünyevî keyfinize bakın. Ahiret hayatı yoktur” dedi. )* İnanan az bir grup hariç, çoğu ona inandılar.

(*) Kâfirin sonu, bir çeşit helaket olduğundan; şeytanın “dünya esastır, ahiret yoktur” deyip kuşku vermesi, kâfire bakan yönüyle doğru çıkmış oluyor. Fakat bu bir zandır. Ve şeytan ancak aldatır.

21. Ayet: Ve şeytanın onlar üzerinde bir gücü yoktur. Meğer Biz, ahirete gerçekten inananları, şüphe içinde olanlardan ayıralım diye, onu onlara musallat ederiz. (O şeytan ile onları deneriz. ) Fakat sahibin olan Allah, her şeyi çok iyi koruyandır.

22. Ayet: De ki: Allah dışında ilahlar olduklarını iddia ettiklerinize yalvarın. Onlar ne göklerde, ne yerde zerre kadar hiçbir şeye sahip değiller. Onların o gökler ve yerde hiç ortaklıkları da yoktur. Ve onlardan Allah’ın yardımcıları da yoktur.

Evet, insanoğlu atoma bile sahip çıkamadığı müddetçe[5] Allah’a ve ahirete imanını güçlü tutmalıdır. Çünkü Allah’a iman dayanak noktasıdır; ahirete iman ise nefes ve medet alma noktasıdır. Çağımızın en büyük sorunu bu iki noktadaki zaafıdır. Aslında çağımız çok kötü bir çağ değildir; manevi altyapısı sağlam olsaydı böyle yanlışlara girmezdi. Fakat dil yetersizliğinden din yanlış anlaşılınca ve hayata adapte olmayınca birçok kötülüğü netice veren böyle kötü bir sonuç ortaya çıkmıştır. Galiba çağımız, Sebe’ medeniyetine çok benziyor.

****

Süleymanın İlim ve Medeniyetinin Üstünlüğü

(Neml Suresi, Ayet 15-44)

Kur’anda Davud Din Devleti; Süleyman İslam Saltanatı demektir. Bunların bütün güç ve üstünlükleri ilme dayanır. Bunlar maddeye ve kaba güce dayanmıyorlar. Yahudilikte de bu iki kavramın manası böyledir. Fakat Yahudi geleneğinde bunlar iki peygamber değil de iki kral olduklarından ikisi de zaman zaman büyük günahlar işlerler. İşte size Kur’anın Süleyman ve Davudu:

“Biz gerçek bir şekilde Davud ve Süleymana ilim verdik. Onlar: Bizi ilimle birçok mümin kullarından ayrıcalıklı kıldı, diye Allah’a hamd ediyoruz, dediler: Bütün yönleriyle O’nun kemalatını gösterdiler. ” (27/15)

“Süleyman Davuda varis oldu. Ve Ey insanlar bize uçuş mantığı öğretildi. Birçok imkân bize verildi. Bu çok açık bir üstünlüktür. ” (27/16)

“Süleyman için, cinlerden (gizli güçler veya deniz güçleri[6]) insanlardan (kara güçleri) ve kuşlardan (hava güçleri) oluşan ordusu, hazır olup hep beraber çıktılar. ” (27/17)

“Karınca gibi sosyalistçe çalışan bir topluma rast geldiklerinde kraliçe karınca: Ey karıncalar, yerlerinize giriniz, Süleyman ve askerleri bilmeden sizi ezmesin, dedi. ” (27/18)

“Süleyman o kraliçe karıncanın sözünden dolayı tebessüm etti. ” (Bu işçi milleti gücümüzün ilimden geldiğini bilmiyor. Bizi yıkıcı zorba bir sultan sanıyorlar, dedi. ) “Ve Ey Rabbim bana ve ebeveynime verdiğin bu ilmî nimetten dolayı bana şükretme imkânını ver. Senin razı olacağın yararlı işleri bana nasip et. Beni rahmet ve başarınla salih (yararlı) kullarından kıl, dedi. ” (27/19)

“Ve Süleyman, kuşları (hava kuvvetlerini) yitirdi. Neden Hüdhüdü[7] (yıkıcı bombardıman gücünü) göremiyorum. Yoksa kayıp olanlardan mı oldu, dedi. ” (27/20)

[Evet, bu kuvvet kayboldu; nihayet 20. yüzyılda ortaya çıktı. ]

“Ya ona şiddetli bir azap vereceğim. Veya onu boğazlayacağım. Veya çok büyük bir bilgi ile o bana gelecektir. ” (27/21)

[Evet, hava kuvvetleri önce ağır azap aleti oldular. Sonra katliamlara girdiler. Fakat 21. yüzyılda çok derin keşiflere sebep olacakları görünüyor. ]

“Bunun üzerine o güç, yakın bir yerde durdu. Süleymana: Senin bilmediğini bildim; sana Sebe’den (manen yıkık ve esir bir memleketten) kesin bir bilgi getirdim. ” (27/22)

[Bu 22. ayet uzay araçlarının iletişimde kullanılacaklarına işarettir. Bu sayede Süleyman yeni bir güç ve kuvvet bulacak demektir. ]

“Bu manen yıkık memleket kadın ve madde ile yönetiliyor. Bu kadın ve maddi güç bütün imkânlara sahiptir, çok büyük de bir iktidarı (arşı) var. ” (27/23)

“Onlar (sonsuz ve soyut olan) Allah dışında güneşe (maddeye, şaşaaya) tapıyorlar. Şeytan onların bu sonuçsuz işlerini onlara güzel gösteriyor. Onları ebediyet yolundan saptırmış. Öyle ki artık doğru yolu bulacak imkânlara sahip değiller. ” (27/24)

“Çünkü bunlar göklerde ve yerde (madde ve manada) gizli olan bilinci ortaya çıkaran, gizli açık her şeyi bilen Allah’a secde etmiyorlar. ” (27/25)

“Hâlbuki Allah soyut ve sonsuz olduğundan ondan başka ibadete layık hiçbir şey yoktur. Ayrıca o somut olarak da büyük iktidar demek olan bu kâinatın rabbidir. ” (27/26)

“Süleyman o hava kuvvetine “Bu haberinin doğru olup olmadığına bakacağız. Bu kitabımı götür, onlara anlat; sonra geri dur. Bak bakalım, ne ile cevap verecekler, dedi. ” (27/27-28)

“O maddi iktidar: Ey büyük meclis, Bana çok güzel, çok faydalı bir kitap bırakıldı. (27/29).. O kesinlikle Süleymandandır ve kesin olarak Bismillahirrahmanirrahim ile başlıyor. (27/30=57: (19´3)

Sadece, maddi gücünüzü benden üstün tutmayın; İslam (denge ve barış) ile bana gelin, diyor, dedi”. (27/31)

[Burada kıssadan hisse; kitaptan maksat Kur’andır. 1300 yıl önceden asrın barış ve hukuk lideri yani Süleymanı olan Hz. Muhammedden bu bilim ve havacılık asrına gönderilmiştir. Kur’an maddi-manevi, soyut-somut bütün ilimlerin özünü içerir. ]

“İktidardaki güç, ey meclis! Siz ilmen tasdik etmeden ben hiçbir şeye karar vermem, dedi. Meclis: Bizler güçlü ve savaşçıyız. Yetki senindir, sen ne buyurursan, dediler. ”

“O kadın: Krallar, bir yere girdiğinde, azizi zelil, zelili aziz ederler. Gayeleri madde ve zenginliği elde etmektir. Bunlara hediye ve mal göndereceğim, kral mı yoksa âlim bir peygamber mi? diye bakacağım. ” (27/32–35)

“Elçi Süleymana gelince, Süleyman Allah’ın bana verdiği ilim sizin malınızdan daha faydalıdır. Sizler ancak somut maddi şeylerle sevinirsiniz, dedi. ” (27/36)

“Ey elçi bu materyalistlere geri dön. Onlar bizim bu ilmî ve barışsever teklifimize teslim olmazlarsa, onlara karşı konulmayacak askerlerle geliriz, onları o maddi imkânlardan ederiz. Zelil olarak bize boyun eğerler. ”(27/37)

“Süleyman, ey meclisim, o bize gelmeden kim onun tahtını bana getirebilir, dedi. ” “Cinlerden bir ifrit, sen buradan kalkmadan ben onu sana getiririm. Ben güçlü ve güvenilirim, dedi. ” (27/38–39)

“Kitaptan yanında bilgi olan biri, gözünü açıp kapamadan ben onu getiririm, dedi. Süleyman tahtı yanında hazır bulunca bu, Rabbimin bir ihsanıdır. Şükredip etmeyeceğimi denemek istiyor.

Kim şükrederse, o kendi nefsine şükreder (yani o güzellikleri kendi üzerinde yaşar. ) Kim de nankörlük yaparsa, Rabbim olan Allah gani ve kerimdir. ” (Kullarına ihtiyacı yoktur. ) (27/40)

[Burada 19. ve 38. ayetler, Kur’anın ilmî mucizeliklerine bir işarettir. Kur’anın bu mucizevî gücü ile o materyalist kuvvetin teslim olacağına işarettir. Ki Süleyman kelimesi 190 eder. ]

“Süleyman: Onun tahtını, tanınmayacak şekle sokun. Bakalım bilecek mi? Bilmeyecek mi? (Gücümüzü anlayacak mı? Yoksa anlamayacak mı?)” (27/41)

“Belkıs (o maddi gücün kraliçesi) gelince; tahtın böyle mi idi? diye soruldu. O, sanki odur, dedi. Biz manevi güç sahibi olarak Müslüman olduğumuzdan, onun bu maddi gücünden önce bu şekilde eşyayı nakletme ilmine sahip idik. (27/42) O ise putperest ve materyalist olduğundan bu manevi ve ilmi gücü görememişti. ” (27/43)

“Ona bu parlak ve açık avluya gir, denildi. O avluyu derin bir su sandı, elbisesini çekti; bacakları göründü. Ona bu camdan düzgün yontulmuş bir avludur. Su değildir, denildi. O, bunu anlayınca ben kendime zulmetmişim, şimdi Süleyman ile beraber, bütün âlemlerin terbiyecisi olan Allah’a teslim oluyorum, dedi. ”(27/44)

Evet, materyalistler maddeyi ve parlak şeyleri su yani derin ilim sanıyorlar. Burada zahiren tarafsız olmak için, görüş ve inançlarını üzerlerinden soyuyorlar.

Fakat bunun ilim olmadığını, kuru ve parlak bir cam ve silisyum olduğunu anlayınca kendilerine zulmettiklerini anlıyorlar. Bütün maddi imkânlarıyla, barış ve denge adamı demek olan Süleymana uyarak, rububiyetiyle somut âlemleri terbiye eden fakat gerçek olarak soyut ve sonsuz olan Allah’a teslim oluyorlar. Bu son ayetin 44. ayet olması ve Belkıs kelimesinin (kraliçenin isminin) 202 etmesi, maddeye bir işarettir.

Davut ve Süleyman Hakkında (Enbiya: 21/79–82)

Davud (din devleti) ve Süleymanın (barış, silm ve denge devleti), ürün ve kültür hakkında hükümlerini verdikleri zamanı hatırla! Hani halkların sürüleri, o ürün ve ekinleri darmadağın ettiğinde.. Biz, sonsuz bilinç ve sonsuz sistem olarak onların hüküm ve yargılamalarını gözlüyorduk. Davud anlamadı. Biz o işin nasıl kurtulacağını Süleymana anlattık. Her ne kadar her birisine yönetim ve bilgi vermişsek de.

Davud ile beraber bütün dağları (dünya devletlerini) musahhar ettik. (Ona boyun eğdirdik. ) Onunla beraber, dünyayı kirlerden, günahlardan ve zulümden paklıyorlardı. Ona uçuş Sanayisini de musahhar ettik. (Onlar güvenlik ve temizlik işinde çalışıyorlardı. ) Biz işi gerçek olarak yapıyorduk. Ve Davuda zırh sanayisini de öğrettik ki; sizleri, diğer insanların saldırısından korusun. Acaba şükrediyor musunuz?!

Süleymana da, rüzgârları ve bulutları boyun eğdirdik. Onun yönetimiyle o rüzgârlar, ekilebilecek bereketli topraklara akıyordu. Biz her şeyi (bütün imkânları) biliyorduk. Şeytanlardan da onun için dalgıçlık yapanlar ve başka işleri de becerenleri onun emrine verdik. Biz onları koruyorduk.

Bu Dört Ayetten Beş Önemli Prensip Çıkıyor:

Toplum sürülerini dinin kutsal değerleri ile refaha yönlendirmek. Fakat Süleymanın refahı, Davudun kutsal değerlerinden daha iyi düzenleyici olur. Başta aile ve çevre olmak üzere doğal ve sosyal bütün alanları temiz tutmak.. Ayrıca işleri kesintisiz olarak yapmak..

Savunma, korunma ve uçuş sanayisini elinde tutmak.. İnsanları memnun etmek.. Doğal gıda sektörünü mucizevî bir şekilde yönlendirmek.. Bilgi ve bilinci bu yönde kullanmak.. Kötü ve negatif insanları başta istihbarat olmak üzere değişik işlerde çalıştırmak.. Düzeni sağlamak ve bu istihbarat bilgilerini hıfz etmek (korumak.. )

Kitaplarımın çoğunda onlarca karine ve metin dizaynı ile anladık ki; Davud ve Süleymandan maksat, yukarıda anlattığımız gibi din devleti ve dengeye dayanan saltanat demektir. Bu iki sosyal hakikat ise, anlattığımız bu beş proje ile ancak gerçekleşir.

[1] Hadis Darimi, Mukaddime, Taberi, Mu’cemül-Kebir 10/89

[2] Araplar ustalığa noktalı ha ile hıbra derler.

[3] Burada Li edatı hem kendi manasında yani amaç hem ila manasında yani sonuç bildirmek içindir.

[4] Burada semavat değil de sema geçiyor. Sema ise hem atmosfer hem uzay manasına geliyor.

[5] Ki asla böyle bir şey mümkün değildir.

[6] Başka bir ayette Cinler ve şeytanlar, Süleyman için dalgıçlık yapıyorlardı.. denilmiştir..

[7] Tehdit kelimesi bu kökten geliyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.