Senai DEMİRCİ

Senai DEMİRCİ

Var mı beni yalancı çıkaracak?

Tıp Fakültesi’nin birinci sınıfında zevkine okuduğum bir eski dâhiliye hastalıkları kitabının başındaki şu notu ömrüm boyunca unutmayacağım: “Dayanılması en kolay acı başkasının acısıdır.” Bilim olduğu kadar incelikli bir sanat da olan hekimlik “başka acı”ları da hissetme duyarlılığıdır. 

Aslında hepimizin hepimize borcudur bu: Bir acıyı “başka”laştırıp sağırlaşmamak. Bir haksızlığı “öteki”leştirip haklı çıkarmamak.
Başkalarının “acı”larına “ben”imizi özne edebildiğimiz kadar insan sayılırız. “Tek bir insanın öldürülmesini tüm insanlığın öldürülmesi” olarak algılamamızı ister bu yüzden vahiy. Çünkü başkası da olsa “kıyılabilir” görülen her insan adına, “ben” olarak hepimiz “kıyılabilir” hale geliyoruz. Kıyılabilir bir insan olmaya razı oluyoruz ses etmedikçe… “Başkası”na dokunan “ben” diye/bildiğim o dokunulmaz  alana dokunuyor. Kıyamadığım “bana” kıyıyor. Önemsediğim “ben”i yok ediyor, siliyor.

“Bana ne!”lerin hepsi “benim için de ‘bana ne!’ diyebilirsin” çağrısıdır. “Bana ne!”lerim “bana” batacak bir bıçağın ucunu sivriltir. Sadece zaman meselesidir bıçağın bana batıp batmaması… “Bahane”lerin hepsi herkesi içine çeken bir kara deliğin çekim gücünü artırıyor. Sadece sıram gelmediği içindir bana dokunulmamış olması…
İnsan olmanın şefkatini yüklenen kalbin grameri farklıdır… “Sen” ve “o” özneleri geçersizdir insan olmanın lügatinde; hepsi “ben”dir öznelerin.

Dünya “Bana ne!” diyenlerin acı pişmanlıklarını çok yaşadı, daha da yaşayacak. Bize uzak, bizim dışımızda, başkalarını vuran bir şeyler hâlâ devam ediyorsa, çok yakın ya da uzak bir zamanda “bize yakın”, “bizi içine alan” ve “bizi vuran” olayların tohumlarını besliyoruz demektir aldırmazlığımızın toprağında.
Hayır! “Susma, sustukça sıra sana gelecek!” yollu slogan edebiyatı yapıyor değilim, yapmış değilim,  yapmaya hiç hevesli olmadım.
Sadece “şimdi”mizin adını koymaya, “bugün”e dair algımızın altını çizmeye çalışıyorum. Bir anormallik “norm” hale gelmişse, sıra dışı olanlar “olağan” karşılanıyorsa, “şimdi ve burada” yanlış, yanılmış, yanıltılmış bir yerdeyiz demektir.

Bir acının, hem de evlat acısı gibi en dayanılmazının, sadece başkasının acısı olması susturuyorsa bizi, unutmayalım ki, biz de başkalarının “başkası”yız. Bir gün, acı kendi acımız olacak olursa, başkalarının “başkasının acısı” diye etrafımızda sağırlaşmasına hazır olalım. Bir haksızlığa, sırf başkalarına yapılıyor diye tepkisiz kalıyorsak, haksızlığın kurbanı biz olduğumuzda bir sürü başkası daha çıkacaktır arkasını dönüp giden, “bana ne!” diyen… Çünkü biz de “başkalarına başkasıyız” o kadar…

Zulmün birine yapılabiliyor olması, bize de yapılması demektir. Çünkü zalim adam seçmez, adam sayısını sınırlamaz. Bizi de listesine eklemekten sakınmayacaktır. Trajediyi başkalarına yakıştırabiliyor olmamız, hiç yakıştıramadığımız kendimize de yapışacağının habercisidir.
Başkalarının evlatlarıdır emanet edildikleri ordunun mayınlarıyla parçalanan-şimdilik. Başka çocuklardır “Muhammedcik” diye uğurlandıkları askerliklerinin ilk günü küfür yiyen-şimdilik. Belki hiç tanımadığımız gençlerdir pimi çekilmiş el bombası cezasıyla “eğitim zayiatı” olarak öldürülenler, eğer duyulmamış olsaydı-öldürülmesi anormal karşılanmayan-şimdilik.

Tek gerçek zamanımız “şimdi”mizi “şimdilik”lerle geçiştiriyorsak, hiç “gerçek şimdi”miz olmayacak demektir.
Şefkatin gramerinde öznelerin ilki ve teki “ben”, zaman kiplerinin hepsi de “şimdi”dir, olaylar tümü “burada” geçer.

Hadi, bir de şefkat diliyle kuralım cümlelerimizi: 
Şimdi siz benim oğlumu öldürdünüz pimi çekilmiş el bombalı tuhaf eğitim yönteminizle… Siz bugün benim oğullarımı parçaladınız en çok güvendiğimizi söylediğimiz ordunun mayınlarıyla… Şu anda siz benim babamı asit çukuruna atmak üzeresiniz ya da en azından attıranlara arka çıkıyorsunuz.
Hemen şimdi ve tam burada…

Tüm bunları yazarken, yazdığımı doğrulayacak o acıyı ve öfkeyi içimde duyamadığım için utanıyorum. Beni yalancı çıkarabilir bu acıyı gerçekten yaşayanlar. Şimdi canım yanıyor değil kendileriyle empati kurduğumu söylediğim analar babalar kadar. Sahtecilik yaptığımı söyleyebilir kaybedilen kardeşinin izini, asit çukuruna atılan babasının kemiklerini yana yakıla arayanlar. Yalan söylüyorum. Şimdi öfkeli değilim öfkeyi hak eden başkaları kadar. Sahtecilik yapıyorum.  O korkunç acıyı, o tanımsız burkulmayı, o derin küskünlüğü, o suskun korkuyu sadece resmedebiliyorum. Yaşayamıyorum.

Utanıyorum yalanımdan… Utanıyorum sahteciliğimden…
Gerçekten yaralayanlar… Sahiden acı üretenler…  Kelimenin tam anlamıyla korkutmaya devam edenler…

Peki ya siz? Utanmayı biliyor musunuz?
Şimdi kalkıp bir özür bile dilemiyorsanız, bunları daha sonraki “şimdi”lerde de yapabileceğinizi, yapmaktan da hiçbir “şimdiki zaman”da pişman olmayacağınızı söylüyorsunuz.
Yalan mı söylüyorum?

Özür dilemek utanmayı bilecek kalitede olanların işidir.
Bir rütbeli beni, “şehit babası” olasıca beni, “yavrusunu toprağa veren ana” olması umulan beni, “doğmadan yetim kalmış bebe” olması muhtemel beni, “ne kadar çok ölürse o kadar olay çıkaracak diye bombalanmaya layık görülmüş çocukların babası” olmaya aday beni, icraatıyla değil bari sözüyle yalancı çıkarana kadar bekleyeceğim.

Yoksa beni askerlikten soğutmak mı istiyorsunuz?
Cısss!
Bekliyorum.
Onlar değil ben… Sonra değil şimdi… Orada değil burada… Özür bekliyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum