Vaat Edilmiş Topraklar

Mısır’dan Firavun’un zulmünden Hz. Musa’nın rehberliği ile kurtulan İsrailoğulları savaşmamak için Kenan/Filistin’e girmek istemeyince 40 yıl çöllerde gezmeleri şeklinde cezalandırıldılar. Kuşak değişene kadar bu süreç devam etmiş ve sonrasında Filistin’e yerleşmişlerdir. 40 yıl boyunca Nil nehrinden ve Fırat nehrine kadar gezdikleri bu güzergâh Tevrat’ta birkaç ayetle İsrail oğullarına vaat edilmiştir. Sonrasında gelen Hz. Davut ve Hz. Süleyman ile her ne kadar bu vaat gerçekleşmişse de Yahudiliğin Siyonist akımı bu vaadi bugüne de taşımaktadır.

Coğrafi keşifler ve sanayi devrimi, ticaret ve ekonominin merkezini Doğu’dan Batı’ya kaydırmış ve eskiden beri ticaretle ve parayla uğraşan Yahudiler dünya genelinde daha zenginleşmişlerdir. Hem Avrupa’da hem yeni kıtada teşkilatçı ve cemaatçi Yahudiler büyük maddiyata sahip olmuşlar ve bundan dolayıdır ki Sultan 2. Abdulhamid’e Filistin’i kendilerine satmalarını talep edebilmişlerdi. Sultan’ın sert tepkisi ile karşılaşan Siyonistliğin ilk kurucuları bunu unutmuş olamazlar. Sultan’ın, Yahudiliğin en güçlü olduğu şehirlerden biri olan Selanik’ten kalkan ordu ile devrilmesi ve Sultan’a tahtan indirildiğini söyleyen ekibin içinde birçok gayri Müslim ile birlikte Yahudi temsilcisinin olması da manidardır. Öncesinde eleştirdiği halde Bediüzzaman’ın sonrasında dediği gibi Abdulhamid’in mecburi istibdadı İttihatçıların elinde siyasetin hem yönetime hem askeriye girmesiyle iktidarda keyfi istibdada dönüşmüş ve Osmanlı toprakları hızlıca dağılmaya gitmiştir.

Geçtiğimiz günlerde Arap ülkeleri Büyük İsyan adı altında Osmanlıdan kurtuluşlarının 100. Yılını kutladılar. Filistinlilerin de normal şartlarda bunu kutlaması gerekirdi ama nasıl ki diğer Arap toplumlarının kaderi diktatörlerine bırakıldıysa, Filistinliler de sömürgecilerin her türlü desteklediği Siyonist İsrail insafına bırakıldı. Sömürgeciliğin olmadığı zamanlarda Osmanlıyı sömürgeci ilan edip kendisinin doğrudan ve dolaylı sömürgeciliklerini perdelemeye çalışan emperyal devletler elbette Arapların bağımsızlıklarını! tebrik edeceklerdi. Oysa Filistin turnasal kâğıdıdır ve herkesin gerçek yüzünü ortaya çıkarıyor. Nasıl ki diğer toplulukların da iradeleri diktatörler aracılığıyla çalındıysa, toprakları ve evleri işgal edilen Filistinliler dünyanın en büyük göçmen oranını oluşturduğu halde dünyanın dört yanındaki Yahudiler toplanıp Filistin’i emperyalistlerden satın almışlardı.

Ahiret inancı olmayanların yaşamı da tanrısı da paradır ve bunun için Filistin ve Filistinliler neredeyse egemen dünya devletlerince yok sayılmıştır. Bugün ise binlerce yıl önce vaat edilmiş toprakları tekrar kazanabilmek için pişmiş pilavı tekrar ısıtmak nevinden bu coğrafyada terörü çıkarma ve bir yandan da sömürgecilerin genel geçer bir kuralı olan güçlüye karşı zayıfı silahlandırıp güçlüyü zayıfı dengeleyip iki tarafın birbirini tam kırabilmesi siyaseti de uygulanıyor. Diktatörler aracılığıyla devlet terörlerini devam ettirme politikaları ile yerli halk içine düştüğü fitne ile birbirini kırıyor ve zorunlu göçlerle coğrafya boşalıyor. Küçücük bir Siyonist bir ülke  ya da Siyonist odaklar bunu tek başına yapmıyor elbette ama para babası olarak bunu büyük şirketlere emanet ediyor, onun da birkaç şirketi daha oluyor ve küçük şirketlerinde yerli taşeron şirketleri oluyor. Böylece her düzensizlik her haksızlık ve her zulüm kendilerine bir türlü bulaşmış görünmüyor.

Elbette, bütün bunlar bizim cehaletimizden, birlik olmayışımızdan, asrımızın hastalığı olan sadece milletini ve kendini üstün görme özelliğimizden. Onun için sömürgeciler girdikleri yerlerde bulunan 2, 3 çeşitliliği 20, 30 farklılık gibiymiş göstermeye çalışırlar. Ondan sonrası kolaydır, insanlar birbiriyle uğraşırken yerin altını ve üstünü soymak çok zor olmayacaktır. Sadece onların güçlerinden değil bu farklılık çıkarma isteğimiz, son yüzyıldır İslam coğrafyasını da saran ulusal devlet hastalığı birçok bastırılmış kültürün, dilin ve duygunun ve düşüncenin intikamını alma şiddetiyle bugün karşımıza çıkması da her ne yaptıysak kendimize yaptık durumunu gösteriyor. Bugün emperyal yayılmacılığı sadece Batı’dan gelmiyor, Rusya’dan geldiği gibi coğrafyamızda mezhepçilik fitnesi de bu yangını her tarafı saçmakta.  Her taraftan cendereye alınmış insanlar bazen isyan edince hem militanlar hem diktatör desteklenip talepler terörize ediliyor ve böylece yaşam ve coğrafya kısır döngüye düşürülüyor.

Son asırda dört ulusal devletin politikaları altında diğer azınlık halklar gibi özlük v temsil haklarından mahrum kalan Kürtlerin bazı siyasileri kendi ulusal devletlerinin derdine düştüler, mazlumken nasıl zalim olabiliriz gayesine kapıldılar. Doğrusu, bu dört devlet ulusal kimliklerinden tam sıyrılmış değiller, birisinde temel haklar varken temsil hakları yok; diğerinde ise isim hakları var iken temel haklar bulunmuyor. Bu çatışmalı durum, coğrafyanın emicileri için kaçınılmaz bir fırsat oluşturuyor. Asırlardır bir yönetim altında yaşayan topluluklar artık herkes kendi yönetimini oluşturmaya çalışıyor ve zulmedeceği kendi azınlığını kurmaya çalışıyor.

Kürtleri, sömürgeciler kadar komşu kardeşleri anlasaydı ya da Kürtler sömürgecilerle ittifak yapmaya hevesli oldukları kadar eski hatalarını affedip daha büyük fitnelere kapı açmamak için kardeşleriyle beraber hareket edebilselerdi belki de Irak ve Suriye bu şekilde olmayacaktı ama bu hata ortak; Esad’ın gitmesiyle yeni bir Arap devleti kuracaklarını düşünen muhalifler de  ve Araplar zayıf olursa kendi devletimi kurarım diye düşünen Kürtler de hatalı bu kan davasında.

Resmin öbür tarafına baktığımızda ise Irak Kürdistan’ı neredeyse yirmi yıldır bağımsızlığını kazanamadı ve nedense Batılılar buna karşı çıkıyor. Suriye’de de böyle bir yapı çıkarsa sonucu benzer olacak gibi. Efendiler, uşağın efendi olmasını kabul etmeyecek. Neticede mi ne olacak acaba? Siyonistlere kurban edilen Filistin gibi Kürdistan da vaat edilmiş topraklara kurban edilmeyecek midir? Niye olmasın ki demografisi boşaltılmış, yönetimi desteklenen zayıf bir yapı olduktan sonra bu süreç kiracıya evden çık demek kadar kolay olacaktır. Bunun içindir belki de İsrail milletvekili “İsrail’in kurulmasından sonra hedefimiz Kürdistan olmalıdır.” dedi. Nil tarafında bir diktatör tekrar yerleştirildiği gibi Fırat’a kadar da yol açılmış olur.

Bu ateş sadece Irak, Suriye ve Filistin’de değil, bizim de gencecik insanlarımız da bu kör dövüşünde toprak altına giriyor. Bu acı durum, yüz sene önceki çağdışı milletçilik ve ırkçılık hastalığının hayatımızın her yönüne bulaşmasından dolayı. Bunu kafamıza sokalım hiçbir millet kutsal değildir, hiçbir devlet kutsal değildir, hiçbir zaman hâkimiyet sadece bir milletin hakkını değildir, sadece bir kültür ve dil güzel ve meşru değildir. Yok diyorsanız o zaman sorarım Siyonistlerden ne farkımız var? Bu topraklarda Yahudisi, Ermenisi, Boşnağı, Arnavudu, Rumu, Arabı, Çerkezi, Lazı, Türkü ve Kürdü ile Anadolu çocuğu değil miyiz? Tek böyle düşünebildiğimizde, dün gibi Türkistan da Kürdistan da Arabistan da yalnız bizlerin olacaktır.

(AD)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
10 Yorum