Hüseyin YILMAZ

Hüseyin YILMAZ

Ümidlerimizi kırmamalıydınız!

Genç ve ataktım. Korkuyu bilmiyordum, o da beni tanımıyordu. Tuttuğumu kopardığım yıllar… Gazeteciliğin araştırma ve mülâkat tarafında emin adımlarla ilerliyordum. Mülâkat ve araştırmalarımın hemen tamamı gazeteye birinci sayfadan, çoğu zaman sürmanşet giriyor, arkada ise tam sayfa olarak neşrediliyordu. Bazı haberler için de birinci sahifeden tenkid ve yorumlarım yer alıyordu.

Sonraki yıllarda bu çalışmaların bir kısmı neşredilmiş kitablarımın da ana malzemesini teşkil etti. O kitabların hacmi küçük ama müessiriyeti büyük olanlarının başında gelen “İnkılâb Kurbanları” yakın tarihimizin üç büyük cinâyet ve trajedisi üzerine kurulmuştu: İskilipli Âtıf Hoca’nın İstiklâl Mahkemelerinin derme çatma sehpalarında son bulan hikâyesi, Kars Fâtihi ünvanlı Deli Halid Paşa’nın Meclis koridorlarında K. Atatürk’e yakınlıkları yegâne meziyetleri olan bir güruh tarafından katledilmesi ile yine K. Atatürk’ün Muhafız Alayı’nın başında yer alan Topal Osman’ın Men’i Müskirat (İçki Yasağı) kanununu çıkartmakta büyük mücadele vermiş ve hemen her meselede K. Atatürk’e itiraz eden Trabzon Mebusu Ali Şükrü Beyi alçak bir tertible evine dâvet ederek boğdurması…

Kitabın Timaş Yayınları’ndan neşredilmesinin üstünden birkaç hafta henüz geçmişti ki, bir gün bir telefonumun olduğu haber verildi. Arayan İzmir’den emekli bir posta memuru. Ömrünün âhirine gelmiş bu yaşlı zâtın hayatı boyunca yaşadığı en büyük mazhariyet, bir tesadüf eseri olarak K. Atatürk’ün tabutuna omuz vermiş olması. Yanlış hatırlamıyorsam cesedin Anıtkabir’e naklinde askerlik vazifesini ifa ederken yer almış. Tabutun ön tarafını omuzlamış olmaktan duyduğu büyük gururu ömrü boyunca hiç unutmamıştı.

Kısaca diyordu ki: “Siz kim oluyorsunuz ki, K. Atatürk hakkında bu kadar ileri geri şeyi yazabiliyorsunuz? Bir haftadır İzmir’de kitabınızdan başka bir şey konuşamaz olduk!” Emekli PTT memuruna göre, İnkılâb Kurbanları’nda anlattıklarım gerçeği ifâde etmiyordu. Onun için de kızgındı. Bağırıp çağırıyor, dâvâ açmakla tehdid ediyordu. Memnun olacağımı, kitabdaki hakikatleri mahkemelerde hâkim ve savcılara anlatmaktan gurur duyacağımı söyleyip telefonu kapattım.

Yaklaşık bir ay sonra Basın Savcısı ifade için çağırdığında şaşırmadım. Posta emeklisi, İzmir Basın Savcılığını harekete geçirmiş, İstanbul Basın Savcılığı üzerinden ifadem isteniyordu. İfâdeye gittiğimde kitabın bilirkişi vasfı ile Ord. Prof. Sulhi Dönmezer’e gittiğini, onun da kitabın aleyhinde zehir zemberek bir rapor hazırladığını öğrenmiş oldum. Dönmezer’in raporuna ağız dolusu “Çüüş!” demek istedim ama savcıyı kızdırmamak için ifâdemi verip çıkmakla iktifa.

İlk duruşmada Dönmezer’in hakkımda tarafsız karar veremeyeceğini ifâde ile bilirkişi’nin reddini taleb ettim. Hâkim haklı olarak nasıl bir delilimin olduğunu sorunca elimdeki dosyayı önüne koydum. Yukarıda bahsini ettiğim mülâkatlardan birini de Müstehcen Neşriyat dosyasını hazırlarken Dönmezer ile yapmış, hocaların hocası ünvanını taşıyan bu şöhretli hukukçuyu epey hırpalamakla kalmamış, olduğu gibi kaleme almıştım. Gazetede de tam sahife neşredilmişti. Hâkim başlık ve spotlara göz gezdirdikten sonra, talebimi yerinde bulup duruşmayı erteledi.

Kitab bu sefer üç kişilik bir bilirkişi heyetine havale edildi. Üçü de Dönmezer’in şâkirdi ve mesai arkadaşları. Yanlış hatırlamıyorsam birisi aynı zamanda damadıydı. Kısacası Dönmezer’i reddetmiş olmak çok da bir işe yaramayacaktı.

Nasıl oldu bilmiyorum ama bilirkişi raporu müsbet geldi. Yeni bilirkişi heyeti, İnkılâb Kurbanları’nın bir araştırma eseri olduğunu, K. Atatürk’e hakaret kasdı taşımadığını beyan etmişti. Buna rağmen üç yıl kadar devam eden mahkeme safahatının bütün ağırlık ve sıkıntılarını yaşadık.

Aradan çeyrek asır geçti… Koruma Kanununun üstünden ise altmış sekiz yıl geçti. On binlerce insanın mağduriyeti için kullanılan, varlık sebebine hiçbir şekilde hizmet etmeyen bu hukuk ucubesinin asıl zararı düşünen kafaları susta tutması, dillerini kesmesi değil; Milli Eğitim ve Askerlik başta olmak üzere hemen her tezgâhta milletin şuur iğdişi için kullanılmasıdır. Devlet ricâli için de bir dayatma olan bu kanunun varlığı sadece CHP’nin ömrünü uzatmaya; Kemalist, Ulusalcı ve Atatürkçü güruhun varlıklarını korumaya hizmet ediyor. Kemalizm ile Atatürkçülüğün devletin amentüsüne dönüşmesinde asıl rolü oynayan bu hukuk maskeli garabet, AK Parti’yi bile Atatürkçü kesilmeye zorladı.

Bu kanun için yapılacak en doğru şey, tamamen kaldırmaktır. Tarihî hiçbir şahsiyetin hususî bir kanunla korunmaya ihtiyacı yoktur, bir asır önce ölmüş bir insanın ise hiç olmamalı. Kaldı ki, kanunlar herkes içindir, herkesi koruyan kanunlar K. Atatürk’ün hatırasını da korur.

Ya da uygulamada, K. Atatürk’ün gözlerinin üstünde kaşları vardı, diyenlerin bile mağduriyetini netice vermiş bu hudut tanımaz elastik metin ıslâh edilmeli, sadece hakareti yasaklamalı. Hakaretin ne olduğu da bütün detayları ile tarif edilmeli. K. Atatürk’ün bütün icraat ve düşüncelerini “hakaret” kılıfına sarıp tenkid ve itirazların dışına atan bu kanun, kanun değil, zorbalıktır, hukuksuzluktur; devlet cebridir.

Ak Parti keşke bunca yol, köprü ve inşaatlardan önce milletin mânevî hayatına hizmet edecek adımları atabilse idi, atsaydı. Milli Eğitim, bütün unsurları ile dökülüyor. Eğitim müfredatı vatana ya bigâne, ya da düşman nesiller yetiştirmekten başka bir işe yaramıyor. Kendi rızası ile tek kitab okumuş mektebli sayısı devede kulaktır, deryadan damla. Oysa bütün anarşistlerimiz, bütün teröristlerimiz diplomalıdır. Üniversite bir alay anarşistten başka bu ülkeye ne kazandırmıştır? Kaç mütefekkirimiz, kaç büyük romancımız, kaç büyük sanatçımız varlığını üniversiteye borçludur? Sonra varlar mı ki, borçlu olsunlar?

Hulasa-i kelâm, dertlerimizin menşei midemiz değil, aklımız!.. Bu milletin aklı bir asra yakındır Batı işgâli altındadır. Bu işgâlin ileri karakolları: Atatürkçülük, Kemalizm, ırkçılığa evrilen milliyetçilik ile eğitim müfredatı. Müesseseleri Milli Eğitim, Üniversite, Bürokrasi ve medya.

Ak Parti ile bir şeyler düzelecek diye ümitlenenlerdendim. Yazık ki, öyle olmadı. En muzaffer vakitlerinde gerçekleştirmediği veya gerçekleştiremediği hizmetleri ayakta kalmak için payandalarına muhtaç olduğu MHP, Perinçek v.s. ile gerçekleştirmesi artık mümkün görünmüyor. Allah’dan ümidimi kesmem, ama mevcud tablodan ümidli değilim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum