Üç Said


Eski Said, Yeni Said ve Üçüncü Said tâbirleri, Said Nursî’nin farklı dönemlerde kullandığı ünvanlardır. Said Nursî bu dönemlerin her birisinde farklı kalbî ve ruhî haller yaşar.

Bu üç döneme ait telifler ise, çekirdek-ağaç veya fidanlık-bahçe gibi birbirini mündemiç teliflerdir.

Bu üç döneme ait eserler arasında derece veya kıymet farkı aramak yerine, muhtevaların icmal ve tafsilinden bahsetmek daha doğru bir yaklaşım olur.

Eski Said, Yeni Said ve Üçüncü Said arasında bir süreklilik olup usûl ve üslûp noktasında kemâle doğru bir ilerleme sözkonusu.

Üslûp noktasında zaman ve zeminle ilgili kısmî farklılıklar olmakla birlikte; Üç Said arasında asıllar noktasında bir mutabakat vardır. Üçüncü Said döneminde, Eski ve Yeni Said’e ait eserlerin tamamının, (kısmî şerh ve izahlarla) aynen neşredilmesi bu mutabakatın en bariz göstergesidir. Said Nursî’nin kırklı yaşlara kadar telif ettiği Eski Said dönemine ait eserler, muhteva bağlamında anahatları ile ikiye ayrılabilir:

Birincisi; siyasî ve sosyal muhtevanın çok belirgin bir şekilde ön planda olduğu eserlerdir.

Bu eserlerde Said Nursî, İmparatorluğun (Osmanlı) çalkantılı dönemlerinde meydana gelen olaylar zincirini, zengin bir materyale dönüştürür; bundan hareketle çok yönlü ve her döneme uyarlanabilecek Kur’ânî düsturlar ortaya koyar.

Bu eserlerde, büyük değişime maruz kalan dünyanın ve özellikle İslâm âleminin sosyal ve siyasî konjonktürü derin analizlere tabi tutulur. Eserlerde gözlemin yanı sıra yer yer İslâmî geleneğin zengin birikimleri de referans alınır. Birinci kategoriye girebilecek eserler arasında: Divan-ı Harb-i Örfî, Münâzarât, Hutbe-i Şamiye, Sünûhat, Hutuvat-ı Sitte vs. sayılabilir.

Ayrıca, Meşrûtiyetin (1908) ilânından 1910 yılına kadar dönemin gazetelerine yazılan makaleler, çeşitli platformlarda irad edilen nutuklar ve mektuplar da bu kategoriye dahil edilebilir.

İkincisi; Kur’ân, kâinat, insan ve yaratılış hakikatlerinin imânî bir bakışla ele alındığı eserlerdir. Bu eserler, mantık, kelâm ve hikmete ait çok derin meseleleri içerir. Bu ikinci kategoriye örnek olarak, Muhakemât, İşârâtü’l-İ’câz, Mesnevî-i Nuriye, Lemaat, vs. verilebilir.

Yine de Eski Said’e ait eserleri muhtevâ açısından keskin hatlara ayırmak doğru olmayabilir. Bunun yerine risâle eksenli kategoriler yapmak daha doğru bir tercih olur. Bediüzzaman’ın Eski Said döneminde yazdığı eserler hakkında sağlam bilgilere ulaşmak için öncelikle müellifin kendi beyanlarına bakmak gerekir.

Risâle-i Nur’un satırları arasında dikkatli bir inceleme yapıldığında Eski Said’e ait eserlerin telifi, tanzimi, tarihî sıralaması ve neşrine ait sağlam ipuçları elde edilebilir.

Eski Said’in hayat seyrinde çeşitli istihzarat (hazırlık) dönemlerinin olduğu müellifin kendi ifadesidir. Bu istihzarat dönemlerini tahsil, tedris ve telif aşamaları olarak ifade etmek mümkün.

Üzerinde detaylı çalışılması gereken bir konu olmakla beraber birkaç cümle ile bazı çıkarımlar yaparsak: Said Nursî, ilk eğitimini ağabeyi Molla Abdullah’tan alır. Sekiz yıllık çocukluk döneminden sonra tahsil hayatına 1886 tarihinde Tağ Köyü medresesinde başlar. Bir çok medresede kısa sürelerle bulunarak ders alır. Bu hayat, 1892’ye kadar devam eder. Yani kendisine “Bediüzzaman” ünvanının verildiği tarih. Bu tarih aynı zamanda Said Nursî’nin tahsil’den tedris’e (ders verme) geçiş yılıdır.

Bediüzzaman 1895’e kadar (Siirt, Bitlis, Tillo, Şirvan, Cezire ve Mardin’de) medreseleri dolaşarak tedris (ders verme) ile hayatına devam eder.

1895-97 yılları ise Bediüzzaman’ın Bitlis Valisi Ömer Paşa’nın himayesinde kaldığı tarihlerdir. Bediüzzaman’ın Bitlis’den Van’a gelişi ise 1897’ye tekabül eder.

Van hayatının ikinci yılında Van Valisi Tahir Paşa vasıtasıyla İngiliz Sömürge Bakanı Gladstone’un Kur’ân ile ilgili bir itirafını işiten Bediüzzaman, bunun üzerine büyük bir fikrî inkılâp geçirir.

İşte bu fikrî inkılâp Risâle-i Nur’un telifi için hararetli bir hazırlık dönemi ve giriş kapısıdır. Bediüzzaman, o tarihe kadar elde ettiği muhtelif ilimleri, Kur’ân hakikatlerine çıkmak için basamak yapmıştır.

Birinci Şuâ’da Hadid Sûresi yirmisekizinci âyeti mânâ ve cifir cihetleri ile tefsir eden Said Nursî, bu âyetin fikrî inkılâp geçirdiği tarihten iki sene sonrasına (1901/1318) işâret ettiğini söyler. Bu tarih, Risâle-i Nur müellifinin tedristen telife geçiş tarihidir.
Yeni Asya

Önceki ve Sonraki Yazılar