Salahattin ALTUNDAĞ

Salahattin ALTUNDAĞ

Üç Aylar Kapıdayken Nefsimle Yüzleşme

Ey nefsim!

Takvime bakınca üç kelime görüyorsun: Recep, Şabân, Ramazân…
Ama sen de biliyorsun ki bunlar sadece takvim yaprağı değil.

Eğer için tamamen ölmemişse, bu aylar yaklaşırken kalbinde hafif bir sızı hissediyorsun. Sanki görünmeyen bir el omzuna dokunup sana fısıldıyor:

“Bak, sana bir şans daha verildi… Dönmek ister misin?”

Ey nefsim, bu fısıltının adıdır Üç Aylar.
Ve bu mevsimin eşiğinde duran ilk kapının adı Recep

Bu satırları başkalarına değil, sana yazıyorum. Ki sen silkelenesin ve “Bu sene farklı olacağım.” diyebilesin.

recep.png

A. Ey nefsim, zaman sıradan değil: “Bu aylarda kendine zulmetme”

Rabbimizin kitabında şöyle bir âyet var:

Şüphesiz Allah katında ayların sayısı, Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günden beri, Allah’ın kitabında on ikidir. Bunlardan dördü haram (saygıdeğer) aylardır…” (Tevbe 9:36).

Ve ekliyor:

Öyleyse bu aylarda kendinize zulmetmeyin.” (Tevbe 9:36).

Peygamber Efendimiz (asm) bu haram ayları sayarken;
Zilkâde, Zilhicce, Muharrem’le beraber Receb’i de zikrediyor.

Demek ki ey nefsim:

  • Bu ayların günahı daha ağır,
  • Bu ayların sevabı daha parlak, kazancı daha yüksek.

Anla ey nefsim:
“Bu aylarda kendine zulmetme” demek,
sadece günah işleme demek değildir.

Bu aylar, Rabb’inin senin için açtığı mânevî indirim günleri,
büyük bir rahmet ve sevap fuarı gibidir.

Düşün: Dünyada büyük bir “indirimli fırsat günleri” fuarı açılsa,
her şey normal fiyatının onda birine inse;
oraya gitmeyen, gidip de hiçbir şey almadan dönen bir tüccar,
kime zulmetmiş olur?

  • Satıcıya mı?
  • Yoksa kendi cebine, kendi geleceğine mi?

Elbette kendine…

İşte ey nefsim, Üç Aylar da:

  • Günahın ağır,
  • Ama sevabın kat kat ucuzladığı,
  • Küçük amelin bile büyük kâra döndüğü bir uhrevî fırsatlar fuarıdır.

Sen şimdi düşün:

  • Yıl boyunca gafletle savurduğun vakitler bir yana,
  • Bizzat Rahmân’ın senin için açtığı bu fırsatlar fuarına sırt çevirirsen,
  • Tevbenin, orucun, Kur’ân’ın, sadakanın bu kadar “indirimli” olduğu bir mevsimi boş geçirirsen…

Kur’ân’ın “Bu aylarda kendinize zulmetmeyin” hitâbına rağmen,
hem günahla kirlenerek hem de bu mânevî fırsat günlerini kaçırarak
kendine iki kere zulmetmiş olmaz mısın?

  • Günahla kendini yaralıyorsun,
  • Fırsatları kaçırarak yarayı sarmaya imkân veren rahmeti de elinin tersiyle itiyorsun.

İşte asıl zulüm budur ey nefsim:
Hem yara açmak hem de merhemi reddetmek.

B. Önünde açılan pazara bak: Küçük amel, büyük kazanç

Ey nefsim, sen ticareti seversin. “Az verip çok almak” hoşuna gider.

Bak, Aziz ve Şefkatli Üstadın Bediüzzaman sana ne diyor:

Her hasenenin sevabı başka vakitte on ise, Receb-i Şerîf’te yüzden geçer, Şabân-ı Muazzam’da üç yüzden ziyade ve Ramazân-ı Mübarek’te bine çıkar…”[1]

Bu şu demek:

  • Normal bir zamanda 10 birim sevap sayılan bir iyilik,
  • Recep’te 100’leri aşan,
  • Şabân’da 300’leri geçen,
  • Ramazân’da 1000’lere varan bir kıymete bürünüyor.

Bunun için “dev fabrikalar, büyük projeler” gerekmiyor:

  • Kimsenin bilmediği bir sadaka,
  • Sessizce kılınan iki rekât namaz,
  • Samimi bir “Estağfirullah”,
  • Gecenin bir vaktinde içten söylenmiş tek bir “Yâ Rabbi”…

Ey nefsim, Şefkatli Üstadın bu üç ay için “uhrevî ticaretin kudsî pazarı” diyor;[2] üç ay içindeki ihlâslı ibâdetlerle seksen senelik bir manevî ömür kazanılabileceğini hatırlatıyor.

Sen ise, böyle bir pazar açıldığı halde, hâlâ telefon ekranına, sosyal medyaya, boş konuşmalara koşarsan… bu, ticaret aklına yaraşır mı?

C. Ey nefsim, günahı normalleştirerek kendine nasıl zulmediyorsun?

Kur’ân’ın o cümlesi senin için:

Bu aylarda kendinize zulmetmeyin.”

Ey nefsim, sen günah işlediğinde Allah’a zarar veremezsin; sen kendine zulmediyorsun.

  • Gözünü harama alıştırdığında, kendi kalbinin nûrunu karartıyorsun.
  • Dilini gıybet ve kırıcı sözlerle kirlettiğinde, kendi vicdanını yaralıyorsun.
  • Namazı ertelediğinde, aslında randevuyu Allah’la değil, kendi sonsuzluğunla geciktiriyorsun.

Aziz Üstadın Bediüzzaman seni uyandırmak için “manevî hava”dan bahsediyor:

Nasıl maddî hava fena ise fena tesir ediyor; manevî hava da bozulsa herkesin istidadına göre bir sarsıntı verir. Şuhur-u selâse ve muharremede Âlem-i İslâm’ın manevî havası… o havayı safileştiriyor, güzelleştiriyor.”[3]

Ey nefsim, bütün sene:

  • Haberlerin kirli dili,
  • Dizilerin normalleştirdiği haramlar,
  • Sosyal medyanın kıskançlık ve gösteriş üretimi

ruhunun havasını kirletiyor. Sen fark etmiyorsun belki, ama iç dünyanda nefes darlığı çekiyorsun.

İşte Üç Aylar, bu zehirli havayı temizleyen ilâhî bir rüzgâr.
Sen esen bu rüzgâra sırtını dönersen, sonra “Niye içim daralıyor?” diye şikâyete hakkın kalır mı?

D. Ey nefsim, Üç Aylar senin ruhunun “âcil servisi”

Modern zaman seni parça parça etti:

  • Dikkatin paramparça,
  • Gecelerin ekran ışığında eriyor,
  • Günlerin koşuşturmada geçiyor,
  • Kalbin ise beslenmeden zayıflamış.

İşte ey nefsim, Receb, Şabân ve Ramazân; senin için bir manevî âcil servis gibi.

Müslüman âlimler, bu ayların “barış, sükûnet, iç muhasebe ve dönüşüm mevsimi” olduğunu anlatıyor; bu aylarda işlenen iyiliklerin daha büyük karşılık, kötülüklerin de daha ağır sorumluluk getirdiğini hatırlatıyorlar.

Ey nefsim, gel bir gece şöyle yap:

  • Herkes uyuduktan sonra ışıkları kapat.
  • Telefonu başka odaya bırak.
  • Seccâdeyi yere ser ve sadece otur.

Sonra içinden geleni söyle:

“Rabbim, ben çok dağıldım… Beni toparla.”

Eğer bunu Receb gecelerinden birinde, gerçekten hissederek söylersen; bil ki kalbin âcil servise kabul edilmiş, müdâhale başlamış demektir.

E. Ey nefsim, Recep: Tohumu şimdi atmazsan, Ramazân’da ne biçeceksin?

Âlimler şöyle demiş:

“Recep ekim ayıdır, Şabân sulama ayıdır, Ramazân ise hasat ayıdır.”

Ey nefsim, bu benzetmeyi ciddiye al:

  • Recep: Tohumu toprağa attığın ay. Tevbenin, kararın, niyetinin tohumu.
  • Şabân: O tohumu sulayıp koruduğun ay. İstikrâr ve devam ayı.
  • Ramazân: Gözyaşı, secde, oruç ve Kur’ân’la olgunlaşan meyveyi topladığın ay.

Şimdi kendine sor:

“Ben bu Recep’te hangi tohumu atacağım ki, Ramazân’da hangi meyveyi biçeyim?”

  • Sabah namazını asla kaçırmayan bir ben” tohumu mu?
  • Her gün mutlaka Kur’ân’dan birkaç sayfa okuyan bir ben” tohumu mu?
  • Âilesinin kalbini onaran, küslükleri bitiren bir ben” tohumu mu?

Ey nefsim, tohumunu şimdi atmazsan, Ramazân gelince “hasat yok” diye üzülmeye hakkın olmaz.

F. Hurâfeyle değil, hakikatle şereflen

Recep yaklaşınca kulakların neler duyuyor, ey nefsim:

  • “Şu gece şu kadar rekât kıl, şu kadar bin yıllık sevap…”
  • “Şu duâyı şu sayıda okursan bütün geçmişin silinir…”

Hadis araştırmacıları, özellikle Recep ayına dâir meşhûr fazilet rivâyetlerinin önemli bir kısmının zayıf, hatta uydurma olduğunu söylemektedirler.

Ey nefsim, unutma:

  • Hakiki şeref, büyük rakamlı vaatlerde değil;
  • İhlâslı, gösterişsiz kullukta.

Sen “şu kadar milyar sevap” hesabını bırak;

  • Az da olsa düzenli oruç tut,
  • Samimi tevbe et,
  • Namazını vaktinde kıl,
  • Kur’ân’la bağ kur.

H. Ey nefsim, sana somut bir Recep programı

Duygulanmak sadece başlangıç.
Eğer adım atmazsan, bu yazı da önceki yılların heyecanları gibi dağılır gider.

Kendine, uygulanabilir bir Recep programı yaz. Meselâ:

1. Tevbe disiplini

  • Her gece yatmadan önce iki dakikalık muhasebe:
    “Bugün Allah’a karşı, kullara karşı neyi yanlış yaptım?”
  • Her gün en az 100 defa ‘Estağfirullah el-Azîm’.
  • Haftada en az bir gece, iki rekât tevbe namazı.

2. Nâfile oruç

  • Gücüne göre, haftada en az bir veya iki gün nâfile oruç: mesela Pazartesi–Perşembe.
  • Mümkünse ayın 13–14–15. günlerinde üç günlük “beyaz günler orucu”.

Oruç tutarken, sadece miden değil; gözün, dilin, kalbin de oruçlu olsun:

  • Gözü haramdan koru,
  • Dilden gıybeti çıkar,
  • Kalpten kibir ve kini atmaya çalış.

3. Kur’ân’la dostluk

  • Günde en az 5–10 âyet Kur’ân okuma kararı.
  • Mealiyle beraber okuma: “Bu âyet benden ne istiyor?” diye sormak.
  • Haftada bir akşam, âilece kısa bir Kur’ân dersi halkası.

Ey nefsim, Kur’ân’ı anlamak için sadece harfleri seslendirmeye değil, aklı da kalbi de birlikte besleyen derslere muhtaçsın. Bu zamanda pek çok mü’min, Kur’ân’ın bu asra bakan hakikatlerini; aklı ikna eden, kalbi de teskin eden bir dersler manzumesi olarak Risale-i Nur Külliyatı’nda bulmuş. Sen de haftada bir akşamı sadece sosyal medyaya, diziye değil, böyle bir Kur’ân dersine ayır:

  • Tek başına bir risaleden birkaç sayfa oku, altını çiz, not al;
  • Mümkünse ehil birinin rehberliğinde küçük bir ders halkasına katıl;
  • Ailenle beraber, kısa bir bölümü okuyup üzerinde konuş.

Göreceksin ki, Kur’ân’ın âyetleri Risale-i Nur’un penceresinden kalbine baktıkça, namazın bir “görev” olmaktan çıkıp bir buluşma, ibadetin bir “yük” olmaktan çıkıp ruha lezzet veren bir sohbet hâline gelmeye başlayacak.

4. Dua ve Cevşen ile niyâz

Ey nefsim, sadece dilinle değil, bütün varlığınla Allah’a sığınmaya da muhtaçsın. Bu zamanda şefkâtli Üstadının da defalarca tavsiye ettiği büyük bir zikir ve duâ hazinesi var: Cevşenü’l-Kebîr.

  • Her gün uzun uzun okumaya gücün yetmiyor, vaktin olmuyor olabilir;
  • Ama hiç değilse haftada bir defa, eline Cevşen’i al ve
    19 ukde (bâb/bölüm) okumayı kendine program yap.

Her “ukde”de, Rabbinin isimlerine, rahmetine, himayesine tek tek iltica ediyorsun. O satırlar, zihnindeki dağınıklığı toparlayan, kalbindeki korkuları yatıştıran, ruhuna sığınak olan mana cümleleridir.

Cevşen okudukça göreceksin ki, dille söylenen o duâlar, yavaş yavaş kalbinin içine iniyor; gün içinde farkında olmadan “Allah’ım, beni koru, beni bırakma…” diyen bir iç sese dönüşüyor.

5. Gönül tâmiri

  • Recep başlamadan önce bir liste çıkar: Kırdığın, küstüğün, ihmâl ettiğin insanlar…
  • Bu ay içinde en az bir kişiyle barışma kararı al.
  • “İlk adımı kim atacak?” gururunu bırak; ilk adımı sen at.

recep2.png

I. Belki de bu senin son Recep’in…

Ey nefsim…

Kimsenin elinde garanti yok:

  • Belki bu yıl göreceğin son Recep.
  • Belki bir dahaki Üç Aylar’da bu dünyada olmayacaksın.

Bu ihtimâli düşündüğünde, için ürperiyorsa, bu kötü değil;
bil ki kalbin hâlâ canlı, hâlâ “dönmek istiyorum” diye fısıldıyor.

O hâlde, kendi kendine şöyle de:

“Eğer bu benim son Recep’imse, ben bu ayı nasıl geçirmek isterim?”

Cevabını yaz, sonra da elini aç ve de ki:

“Ey Rabb-i Rahîm’im ve ey Hâlık-ı Kerim’im!

Benim sû'-i ihtiyarımla ömrüm ve gençliğim zayi' olup gitti.
Ve o ömür ve gençliğin meyvelerinden elimde kalan,
elem verici günahlar, zillet verici elemler, dalalet verici vesveseler kalmıştır.
Ve bu ağır yük ve hastalıklı kalb ve hacaletli yüzümle
kabre yakınlaşıyorum.
Bilmüşahede göre göre gayet sür'atle,
sağa ve sola inhiraf etmeyerek,
ihtiyarsız bir tarzda,
vefat eden ahbab ve akran ve akaribim gibi
kabir kapısına yanaşıyorum.
O kabir, bu dâr-ı fâniden firak-ı ebedî ile ebed-ül âbâd yolunda kurulmuş, açılmış
evvelki menzil ve birinci kapıdır.
Ve bu bağlandığım ve meftun olduğum
şu dâr-ı dünya da,
kat'î bir yakîn ile anladım ki;
hêliktir gider ve fânidir ölür.
Ve bilmüşahede içindeki mevcudat dahi,
birbiri arkasından kafile kafile göçüp gider, kaybolur.
Hususan benim gibi nefs-i emmareyi taşıyanlara
şu dünya çok gaddardır, mekkârdır.
Bir lezzet verse, bin elem takar çektirir.
Bir üzüm yedirse, yüz tokat vurur.[4]

Ey Rabb-i Rahîm’im!
Bana gönderdiğin bu mübarek Üç Aylar’ı
sadece takvimde değişen sayfalar değil,
hayatımda değişen bir yön,
kalbimde değişen bir hâl kıl.

Recep’te tevbe eden,
Şabân’da istikrâr kazanan,
Ramazân’da affa ve rızana kavuşan kullarından eyle.

El-Aman el-Aman! Yâ Hannan! Yâ Mennan!
Beni günahlarımın ağır yüklerinden halas eyle!

Ben yıllardır içimde taşıdığım tembellikle, gafletle, günahla kendime zulmettim.
Sen, ‘Bu aylarda kendinize zulmetmeyin’ diye uyarırken,
şimdi ben sana yalvarıyorum:

El-Aman, el-Aman! Yâ Rahman! Yâ Hannan! Yâ Mennan! Yâ Deyyan!
Beni çirkin günahlarımın arkadaşlıklarından kurtar, yerimi genişlettir.

Ben kendime zulmettim,
Sen bana merhamet et.
Âmin.”

Şimdi ey nefsim…
Eğer bu satırları okurken için ürperdi,
Ben bu sene gerçekten başlamak istiyorum.” diye bir kıpırtı hissettinse,
bil ki Üç Aylar’ın kapısı senin için açıldı.

Artık mesele, o kapıdan girip girmemek

Kıymetli kardeşim,
Eğer bu satırlarda kalbine dokunan, içindeki îmânı ve ibâdet iştiyâkını kıpırdatan bir hakikat bulduysan, onu sadece kendi içine kilitleyip bırakma. Çünkü îmân hakikatleri ekmek gibi, su gibi; paylaştıkça tükenmez, bilakis nûr gibi çoğalır.

Belki senin bugün “Bir kardeşim de istifâde etsin.” niyetiyle atacağın küçük bir paylaşım, sen uyurken bir başka mü’minin kalbine ümit olarak düşecek; onun gözünden süzülen bir tek yaş, senin defterine de sadaka-i câriye (sevabı kesintisiz devam eden hayır) hükmünde yazılacaktır.

Şayet bu yazıyı faydalı bulduysan, nefsini değil Rabbinin rızasını dinle: Onu bir başka Müslümân kardeşinin de önüne koy, tavsiye et, paylaş. Belki de senin bir tıkla gönderdiğin bu satırlar, bir ömrün yönünü değiştirecek; sen dünyada unutulmuş olsan bile, âhirette karşına çıkan “bilmediğin duâlar” olarak sana geri dönecektir.

[1] Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Şualar; On Dördüncü Şua/Gençlik Rehberi’nin küçük bir hâşiyesi). İstanbul: Envar Neşriyât. s. 494

[2] Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Şualar; On Dördüncü Şua/Gençlik Rehberi’nin küçük bir hâşiyesi). İstanbul: Envar Neşriyât. s. 494

[3] Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Kastamonu Lâhikası). İstanbul: Envar Neşriyât. s. 66

[4] Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Lem'alar; On Yedinci Lem'a/ON İKİNCİ NOTA). İstanbul: Envar Neşriyât. s. 129

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum