Türkiye’deki ekonomik krizlerin sebep, sonuç ve çareleri

1980 ekonomik krizi

Çocukluk yıllarımdan beridir hala hafızamda yer alan, dünyada meydana gelen 1980 petrol krizi ile ülkemizde etkileri daha fazla hissedilen halk dilinde “pahalılık” dediğimiz enflasyon artmış ve ardından değer kaybına uğrayan paramız 24 Ocak kararları ile devalüe edilmişti. O tarihlerde ilk defa duyduğum “karaborsa” kelimesini öğrenmiş oldum. Birçok önemli enerji, petrol ve gıda maddesi ile birlikte inşaat sektöründe kullanılan demir ve çimentoya kadar hem üretim azalmış hem de stoklama ile karaborsaya düşmüştü. Herhangi bir malı mecbur olduğunuzda karaborsadan 10 kat fiyatına alabiliyordunuz. 1980 öncesinde ülkemizin içinde bulunduğu başta terör belası, siyasi ve ekonomik çalkantılar vatandaşlarımıza ağıra patlamıştı. Bu karmaşadan kurtuluş yolunu milletimiz engin feraseti, kararlılığı ve tecrübesi ile çıkarak bulmuştu.

1994 ekonomik krizi

1980 sonrası ülkemiz bir nefes alsın diye beklerken umutlarımız fazla sürmedi. Zamanın hükümetleri ve merhum Turgut Özal’ın çabaları ile biraz nefes almıştık ancak ardından 1994 yılında vaktiyle koalisyon hükümeti enflasyon, faiz ve cari açığı kontrol etmede zorlanınca Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birini yaşamış olduk. Birkaç günde paramız üç kat değer kaybetti. Döviz ve altın stoku olanlar sabah kalkıp bir anda zengin olurken, altın ve döviz borcu olanlar aniden üç kat fakirleştiler. 90’lı yıllarda enflasyon yüksek olduğundan kimse kimseye kolay kolay Türk Lirası bazında borç vermezdi. Döviz cinsinden ya dolar ya mark veya altın ancak borç alabilirdiniz. Bu da beraberinde riskleri getirmekteydi. Hele bir de döviz veya altın borç etmişseniz vay halinize demekti. Çoluk çocuğun rızkını ve nafakasını bu beklenmedik artmış borcu kapamak için harcamak zorunda kalırdınız. 5 Nisan 1994 yılında alınan bir takım ekonomik tedbir ve kararlar ile kemer sıkma politikası başlamıştı. Çalışan, çalışmayan herkes az çok bu olumsuzluktan etkilenmişti. Memurlar bir yıl gibi maaş zammı alamadılar. 1994’te meydana gelen ekonomik krizde mevcut hükümet icraatları ile bunu hak etmese de ceremesini bir yıl sonra kurulan sandıkta çekmiş oldu.

2001 ekonomik krizi

1996’da yeni kurulan koalisyon hükümeti bozulan ekonomik yapıyı kısmen de olsa düzelterek vatandaşın ve memurun nefes almasını sağladı. Bu iyileşme de uzun sürmedi. Ardından 28 Şubat 1997 postmodern darbesi ile mevcut hükümet istifa etmek zorunda kalırken uygulanan iyileştirme çabaları yarıda kalmış oldu. Artık bu saatten sonra ülkenin aniden ve hızlı toparlanması mümkün gözükmüyordu. Ardından gelen hükümetler 28 Şubat kararlarını uygulamakta ısrarcı olunca hem siyasi istikrar hem de ekonomik istikrar zarar görmekteydi. Birkaç yıl geçmeden Kasım 2000 yılında devletin üst kademesinde meydana gelen kitapçık krizi, 2001 Şubatında büyük ekonomik krizin habercisiydi. Yine ülkenin ve vatandaşın makûs talihi mi desek, siz ne derseniz deyin tam bir gecede insanımız yüzde yüz fakirleşti. Dövizi ve altını olanlar yine durduk yerde zengin oldular.

Yeni dönem

Derken insanımız bu krizden sonrada bir arayış içine girdi. O zamanki mevcut iktidar 28 Şubat kararları ile menkul olduğundan aradan geçen 4-5 yılda halkın gözünden düşmüş ve icraat ve politikaları ile vatandaşı küstürmüştü. Ekonomik krizin patlak vermesinden bir yıl gibi sonra vatandaşın önüne gelen sandıkta tercih hakkını kullanarak gerekli cevabı vermiş ve yeni hükümetin söz ve icraatlarının uygulamasına fırsat tanımıştı.

2023 ve sonrası Türkiye

Mevcut yönetimin 2002’den bu yana yaklaşık 20 yıl geçmesine rağmen birçok badireler atlattığını görüyoruz. Bir sinema şeridi gibi gözümüzün önünden geçirirsek, 2007 yılında antidemokratik olan e-muhtıra ile karşı karşıya kalan hükümet 2008 yılında kapanma davası ile boğuştu. 2009 yılında global ekonomik dünya krizi ülkemizi siyasi istikrar ve bütünlük sayesinde fazla etkilemedi. Şayet o vakitte, temeli zayıf, vatandaşın desteğinden mahrum olan bir hükümet olsaydı bu kriz ülkemizi daha fazla olumsuz etkilemiş olabilirdi, neyse ki çok şükür bunu ucuz atlattık diyebilirim.

2012 ve 2013 yıllarında bir takım sudan bahanelerle meydana gelen olaylar neticesinde ülke ekonomisi ve siyaseti çok fazla olmasa da bir takım küçük sarsıntılar yaşamış oldu. Belki vatandaş bunu fazla hissetmese de biz akademisyenler bu yaşananların meydana getireceği etkileri uzaktan görebiliyorduk. Ardından patlak veren 15 Temmuz kalkışması sonrasında siyasi ve ekonomik açıdan zor günlerin bizleri beklediği görüldü. Başarısız darbe girişiminden sonra ülkemizin ekonomik toparlanması uzun sürdü ve hala da zaman gerektiriyor. 15 Temmuz’dan önce 3 TL’nin altında olan dolar kuru kısa aralıklar ile 2018’e gelindiğinde 7 TL’yi görmüş oldu.

Pandemi ve panik havası

2018’de Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi ile ekonomi rayına oturacak derken global covid-19 salgını baş gösterdi. Dünyanın tüm ekonomilerini olumsuz yönde etkileyen bu salgının nerede duracağı veya yavaşlayacağı belirli olmadığından hala ülke ekonomilerini tehdit ederek insanları tedirgin etmektedir. 2021 yılı başında dünyanın hemen hemen birçok yerinde ve ülkemizde mevcut salgın bitmese de 1,5 yıl aradan sonra normale geçilmiş olundu ancak pandeminin geride bıraktığı ve halen de devam ettiği maddi ve manevi zararları telafi etmek çok zor ve vakit alacağa benziyor. Ülkeler bir yandan normale geçiş sağlarken bir yandan da pandeminin muhtemel yıkıcı zararlarından nasıl kendilerini savunacaklarını düşünüyor ve üzerinde çalışıyorlar. İnsanların bir kısmı panik içerisinde. Panik olmaya gerek yok aslında, bir bakıyorsunuz insanlar değerli madenlere hücum ederek kıymetini olduğundan fazla artmasına sebep olabiliyorlar. Petrol ve döviz de hakeza aynı durumda. Bir kere değil on kere düşünelim; bizi ne altın ne döviz ne de faiz kurtarır. Bu gibi agresif ve panik havalardan kurtulmanın yegane çaresi manevi değerlerimize sahip çıkmak, üretim ve ihracatın yanında iktisat, kanaat ile maddi ve manevi tedbirlere riayet etmekle olur. Yoksa birbirimizi kötüleme yarışına girersek, “sen yaptın, o yaptı, yok bu yaptı” dersek maalesef bu kısır döngüden kurtulamaz ve bizi bir avuç suda boğmak isteyenlerin eline fırsat vermiş oluruz.

Petrol ve gıda fiyatları

2008’de petrolün varili neredeyse 165 dolar iken pandemi öncesine gelindiğinde 30 dolarlara kadar geriledi. Pandemi ile birlikte normale geçişten sonra petrol fiyatları son bir yılda ikiye katlandı, bu da tabiatıyla bizim gibi gelişmekte olan ve enerji açığını dışarıdan temin eden ülkeleri olumsuz etkiledi. Bir yıl öncesine kadar ucuz petrol uzun süre bizim gibi ülkeler için bir avantaj idi, enflasyona olumlu katkısı vardı, şu anda gelinen noktada dünyada petrol fiyatları 30 dolardan 90 dolar seviyesine çıkmış durumda. Bu gidişle petrolün nereye varacağı belirli değil. Her ne kadar yeni enerji kaynaklarının bulunması ve devreye alınması zaman alacak olsa bile bir müddet daha bu problemin bizim gibi doğalgaz ve petrol vb. enerji kaynakları dışa bağımlı olan ülkelerin canını sıkacağa benziyor. Hakeza gıda fiyatları da pandemi başından beri üretim ve arz sıkıntısı ile birlikte tedarik süreçlerinde yaşanan olumsuzluklar nedeniyle zaten pahalı olmuştu. Bugün gelinen noktada gıda fiyatları hak edilmediği kadar pahalı olduğunu ifade edebilirim.

Döviz fiyatları

Günümüzde maalesef istesek te istemesek te dolar dünya para birimi haline gelmiş durumda. Dünyanın her yerinde dolara olan talep artmış. Mamul ya da yarı mamul ürünlerimizin birçoğunun ham maddesi dışarıdan ithal edilir durumda, bu da ister istemez yabancı paraya talebi artırmaktadır. Devlet ve millet olarak dövize bağlı olan ithal malların bir an evvel ülkemizde üretilmesini sağlamak ve bu gibi ürünlerin tüketimini de mecbur olmadıkça kısmak gerekmektedir. Nereden bakarsak bakalım eğri oturup doğru konuşacak olursak dövizdeki en ufak bir yükseliş haliyle petrol ve enerjiden tutun, inşaat, taşımacılık ve bir çok sektörü adeta domino taşı gibi olumsuz etkilemektedir. Burada üreticilerimizin de sorumluluğu var. Döviz yükseldi diye mamul ya da yarı mamul mallara ve hizmet sektörünün tamamına bir anda topyekûn gereğinden fazla zam yapmak insafı elden bırakmak demektir. Burada da bir panik havası ve fırsatçılık söz konusu olabilmektedir. Üretici ve tüketicilerimizin mümkün mertebe paniklemeden itidal üzere davranmaları stok ve karaborsa durumlarından uzak durmaları, her iki taraf da getirisi helal olmayan ticaretten vicdanen ve ahlaken sakınmalıdırlar.

Enflasyon ve faiz

1970’li yılların ikinci yarısından itibaren 2002 yılına kadar ülkemiz ve vatandaşımız yüksek enflasyon ile muzdarip olmuştu. Yüksek enflasyondan dolayı her gün eriyen Türk lirası ve buna bağlı olarak artan döviz fiyatları ve faizler milletin ve yatırımcının adeta belini bükmüştü. Her iktidar geldiğinde enflasyon canavarını ortadan kaldırmaya söz verse de bir türlü bunu makul seviyelere indirmeye muvaffak olamamışlardı. Şu anda mevcut iktidarın da düşük faiz ve enflasyon, ekonomik hedeflerinden biri olsa da bir takım zorluklarla karşılaştıkları bir vakadır. Bu bağlamda son birkaç yıldır ortaya konulan çabalar sonucunda ekonomi kurmayları sık sık değişmiş olsa da bir takım olumlu adımlar atılmakta ama bir türlü istenen sonuç elde edilmemektedir. Bu nedenle hem iktidar hem de biz vatandaşların bu konuda sabırlı olmasında yarar var. Uzun yıllar yüksek enflasyon ve yüksek faiz nedeniyle hak etmediği halde zengin daha zengin fakir daha fakir olmuştur. Döviz fiyatlarının bu hale gelmesinin sebeplerinden biri de insanların oturduğu yerden, çalışmadan, emek sarf etmeden maalesef paradan para kazanma hırsıdır. Bir an evvel faiz ve enflasyon canavarından kurtulmamız gerekmektedir.

Gıda fiyatları

Gıda fiyatları neredeyse bir sonuç olarak herkesin gözü önünde durmaktadır. Petrol fiyatları artınca arkasından ulaşım, ardından tabiatıyla gıda fiyatları olumsuz etkilenmektedir. Özellikle son zamanlarda pandeminin etkisiyle gıdaya erişim ve tedarik süreçlerinde tüm dünyada aksama yaşandığı görülmektedir. Bu sadece ülkemize mahsus bir şey değildir, her ne kadar gıdada kendi kendisine yeten ülke olsak da, serbest piyasada dünyanın neresinde size cazip fiyat teklifi gelirse tüccarımız malını oraya ihraç etmeyi tercih ediyor. Bu da içeride arz ve talep dengelerini alt üst ederek o üründe yüksek fiyat olarak karşımıza çıkıyor. Burada yerel yöneticilerimize ve devlet kurumlarımıza evvela yaptırım ve tedbir alma noktasında görevler düşmektedir. Yeri geldiğinde yerinde, dozunda, zamanında gecikmeden karar alıp müdahale ve kontrol etme yetkisi yöneticilerimizin yetkisindedir. Bu yetkisini vakit kaybetmeden her an kullanması gerekir düşüncesindeyim.

Gelecek yarınların müreffeh Türkiye’si

Yukarıda bahsettiğim her bir ekonomik kriz kendi dönemine ve sorumlularına ve ülkemizin içinde bulunduğu şartlara göre meydana gelmiş ve bir takım yıpratıcı etkileri olmuş. Kimisi uzun sürmüş kimisi kısa ama neticede ülkemiz bu badireleri bir şekilde milletimiz ile birlikte aşmasını bilmiştir. Son günlerde ekonomik sahada meydana gelen olumsuz hareketleri milletimiz ve devletimiz hak etmiyor. Gerek dövizde gerek enflasyonda ve gerekse pandemi neticesinde yaşanan olumsuzluklara rağmen bu türbülanstan çıkış için şahsen inanıyorum ki ekonomi kurmaylarımız elinden gelen çabayı sarf etmektedir. Millet olarak üzerimize düşen görev panik yapmadan, itidal ve sabır ve sebatla manipülasyonlara ve algılara kapılmadan yolumuza devam etmektir. Devletimizin tüm kademelerinde erki geçen tüm yöneticilerimizin geçmişten ders çıkararak meydana gelen tüm ekonomik krizlerin sebep ve sonuçlarını ele alıp şu an içinde bulunduğumuz türbülanstan bir an evvel el birliği ile çıkılması ve “Büyük Türkiye” idealini gerçekleştirmesi gerekmektedir. İnanıyorum ki Türkiye her zaman olduğu gibi sadece bu ekonomik durgunluktan çıkmayacak, inancı, milli irade ve demokrasi ile destan yazacaktır. Vatandaş olarak bizler de her zamankinden daha fazla tasarruf ederek, israf kalemlerimizi azaltarak, ayağımızı yorganımıza göre uzatarak mutlaka gelirimize göre harcama alışkanlığı kazanarak 21. yüzyıl hedeflerimize emin adımlarla yürüyebiliriz. Bu duygu ve düşüncelerle sizleri gelecek yarınların müreffeh Türkiye’si ile baş başa bırakıyorum.
Gayret bizden tevfik Allah’tan.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
14 Yorum