Hilal ÇORBACIOĞLU

Hilal ÇORBACIOĞLU

Tüm kötülüklere pışıkkk demek

“Bir çocuk var orada, sesi yüreğimizi dağlıyor
Bir çocuk tüm dünyayı vicdanın çığlığına çağırıyor
Sakın ha dönme yüzünü dünyaya,
Dünya şerre bakmakla yetiniyor”….

Ey Çocuk;
"Ne yaman iştir bu çölde susuz, sen İsmail misin, Hacer mi annen senin, hırkanda kum nakışları, yaman hattat elinden gözlerin ateş körfezi, yüreğin hançer ağzından sulanan zemzem, söyle çöl senin neyin?"                                      

                                                                                                      Mustafa Yılmaz Hikayatı Ebu Zer

Şer; dokundukça acıyan yaralar kadar sahici ki düştüğü her ocakta sayısız “ah” nağmeleri… Ona karşı tutulan taşlardan ziyade düşen eller dağlıyor yürekleri… Kimi ve neyi kaybettiğini bilmeyen bir çocuğun gözleriyle, hala masumiyet olarak yansıyor bakışlar fotoğraf  karelerine, bir aydınlık doğacak tebessümle diye niyetlenirken  yığılıyor dünyası ayağının dibine…

“KÖTÜLÜK”  ya bir tankla çıkıyor sokaklara, ya taşla; ya karanlıkla ya  aydınlıkla; ya onbeş yaşında ya elli, ya belirsiz ya da belli… Duyulduğunda ayak sesleri kalbler kulaklarda atıyor sanki… Hızlı ve şiddetli… Girdiği her yerde tedirginlik ürperti… Gözlerde bir damla yaş, gönüllerde kasveti… Soruyor insan kendine kendiyle kaldığı anlarda: Herkese bu kadar iğreti duran bir haleti nasıl sıfatlaştırıyoruz adımızın önünde? Ya yakamızdan kapıyor ya paçamızdan, fark edemiyoruz bazen kirliliğini yayılıyor bedenimizde ve necis kılıyor önce duruşumuzu sonra bulunduğumuz duygu durumunu… Sahipleniyoruz, savunuyoruz sonra alkışlıyoruz tutumumuzu. Halbuki kendimizi karşımıza aldığımızda ve öylece baktığımızda kalbimize anıyoruz kabrimizi kınıyoruz amelimizi. Ve tarihte olmuştur ki; son diye nitelendirilen o demde bu şer olmuştur bir sivri sineğin işi! Ol dediğinde herşeyin olacağına inandıkları, tüm barikatların ve tuzakların da yaratıcısı bir Rabbe iman eden kuşlar hiçbir  avcının tuzağında kalmazlar baki! Ah bir bilseler bu kuşlar havalandığında başımızın göklere değeceğini...

Ağlıyorlar kirpiklerinde göz yaşlarından beyaz tuz tortularıyla  canı yananlar ve sol yanında uyutmayanlar yüreklerini… Bu sızının sebebi ya erken büyüyen ya da erken ölen çocuklar ve insanlık onuru belli. Çocukların bu iki acı arasında gerilen ruhları, göğe doğru sayısız ah okları fırlatırken “şer” dediğimiz tohum virüs kıvamında tahrip ediyor başka kılıklarda her yeri…

Akıyor ellerimizin arasından her gün ve gece… "Siyah ve beyaz iki fare tutunduğum dalı kemiriyordu durmadan… ”Ellerde tesbih taneleri, sabretmenin son tesbih taşında bazı canların yürekleri… Erdem ağlar, gönül ağlar, can ağlar, öksüz ağlar veya yetim?

Hayatından bezmiş, insanlığın hırs boynuzlarında çalkalanan dünya ve yer yine sallanıyor muhtelif beldelerde. Toprağın içi kalkıyor bu kadar kan kokusuna. İnsan olan yerlerimiz acıyor. Acıyı etimize bastırıyoruz, gittikçe daha derine. Bastırıyoruz da ne oluyor başka bir kılıkta biz de ortak ediyoruz kendimizi zalimliğe. Halbuki ne hakkımız var onları erken ihtiyarlatan zamanın sabahlarının çabucak gelmesine…

Kaça kaç kaldı? Kaç, kaçta derken kaçıyor. Kaçıyor neler, neler… Tane tane tek tek, birini atlamadan  güzel ve samimi dualarımız  çekiliyor birer birer dilimizden dilimizden. Canımız yanıyor. Toplansak ve topuklarımızı vursak bu çilekeş toprağın bağrına. Kötülükten  arınsak, arındırsak ruhumuzu. Mümkün mü  geldiği gibi gider mi bünyemizden… Bir acının, şerrin açtığı boşluğu bir hayır, bir iyilik aynı şekilde doldurur diye avunanlara; Hiçbir gölgen örtüşmüyor bir diğeriyle… Şerre uğrayan bilmek istiyor yarına kaç gün kaldığını, bilerek uyanmak istiyor sabaha. Ve bir süre sonra  kendi varlığını eşeleyen bir umut dolduruyor acımızı körükleyen “güz çukurlarını”… Beklemek hem acıtıyor yaraları diğer yandan da  umuda gebe kılıyor ruhları  ve kötülük kol geziyor sokaklarda.

Ah yüreğim sende bilirsin ki zebaniler tutmuş yol boylarını,içimize acı yağıyor dışımıza kahır.Dikiş tutmayan en ince yerlerinden yırtılıyor kalblerimiz.Kirlendi hayalimizdeki  uçuk mavi göğümüz,siyah toz dumanları.Konuşmak artık bir şey anlatmıyor kimseye… Diriliş amentüsünün tüttüğü yetim bıraktığımız secdegâhın ağıtıdır bu..Rızaya razı olunana kulak ver ve içinden gelen sesi dinle ey barış,ey hayır,ey çocuk ; barış dersem çık bomba dersem çıkma...Umut dersem çık savaş dersem çıkma… çıkma…çıkma!

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.