Tevazu nasıl mı elde edilir?

Lemaat ekseninde duygu çağrışımları(35)

Tevazu insanların çoğunluğunun sevdiği bir hal… Ama “ben mütevazı olacağım” demekle hemen bu hali kazanmak çok zor.

Tevazua öyle bir şeyin başı, kaynağı ve kökü olarak da bakamayız. Doğrusu onu bir şeyin ya da birçok şeyin sonucu ve belki de son meyvesi olduğu şeklinde görmeye çalışsak çok daha güzel değerlendirmiş oluruz. Tevazuun çok uzun bir yolu var; tıpkı aşkla kaynak, kökle meyve ve sebeplerle sonuçlar arasındaki mesafe, yol gibi. Tevazua ulaşmada zorlu bir süreç yaşanır ve yaşanmalı.

Ailemiz, öğretmenlerimiz ya da vaizlerimiz ve bizim iyiliğimizi isteyenler mütevazı olmamızı söylerler hep. Ama bir türlü o muhteşem hale nasıl ulaşılacağının yolunu göstermezler. Sanki satın alınacak bir meta imiş gibi bir intiba bırakırlar. Ulaşılması kolay bir hedef… O bir meyvedir; ama olma sürecinden geçmeyen bir meyve olur mu?

Tevazu insanlığın meyvelerinden biridir. Belki de ömür boyu büyük bir gayret ve didinişin sonunda elde edilen bir meyve. Yaratılışın bir amacıdır. Zaten bir şey ne kadar değerliyse, onun oluş süreci, yani olgunlaşma süreci o kadar zordur.

Çoğunlukla sonuçlarla daha çok ilgileniriz. Oysa sonuçlara anlam kazandıran süreçlerdir. Hem sonuçlar elimizde bile değil. Elimizde olan yalnızca süreçtir. Hem sürece yoğunlaşmak görevimiz. Süreçsiz hiçbir şey olmaz. Allah Kur’an’ın birçok yerlerinde sabrı tavsiye eder. Sabrın üzerinde durulmasının sebebi sürece uymaktır. Allah bile bize ders vermesi noktasında bir şeye “ol!” demekle hemen olmaz. “Kün” den sonra gelen “feyekün”ün  “fe”sinden bu anlaşılması gerekir. Bundan da süreç konusunun bazı şeylerin oluşmasında insan için ne kadar önemli olduğunu anlamada zorlanmayız. Bütün bunlara rağmen Kur’an’ın “çok aceleci ve çok sabırsızdır” şeklindeki ifadeleri insanın süreç konusunda ne denli ihmalkâr davrandığı açıktır. Onun sürece uymadaki sabırsızlığı kaybedişlerinin en büyük sebebidir.

Zirve, büyük bir sabrın, büyük bir çabanın ve belki de büyük bir çilenin sonunda gerçekleşen bir olgudur. Bu nedenle sürece sabretmeyenlerin uzun bir süreci gerektiren tevazu gibi sonuçlara ve zirvelere ulaşmaları mümkün değildir. Cennet ucuz olmadığı gibi cehennem de fuzuli değildir. Oluş sürecinin basamaklarını tek tek çıkmadan yüce ahlaki değerlere ulaşılamaz. Şeyhinin tekkesinde kırk yıl düzgün odun taşıyan Yunus elbette boşuna didinmiyordu. Onun o sabrı oluş sürecinde olmanın bir alıştırmasıydı, gayreti ve gereğiydi. Ahlakta ya da dinde kısa yoldan sonuca ulaşmayı düşünenler elbette yanılmış olurlar.

Tevazu arzu edilen hal; ama tevazu tek erdem değil, birçok erdemlerin yaşanması sonucunda varılan büyük bir hal. Tevazua ulaşmak için çok şey yapmak gerekir; çok fedakârlıklar göstermek, çok gayretlere imza atmak ve çok çileler çekmek… Bu didinişin ve sabrın ucunda haktan, çıkardan vazgeçme de vardır. Tevazu, bir adım ötede asla değildir.

Tevazu yolunda “oldum” diye bir bitiş noktası, bir sınır da yoktur. Bu süreçte yaşamak var, sevmek, bilmek ve olmak var; ama “mütevazı oldum” demek yok. Yaşamanın, sevmenin, bilmenin ve olmanın olmadığı bir yol bizi tevazua asla götüremez. Bu süreçlerden geçmek gerekir. Bilgiyi özümsemeli insan mesela. Bilgili olmak gerekir demiyorum. Sipariş edilen ve eğreti duran bilgiler kimseye yar olmaz. İnsanın derinine nüfuz edip duygulara hayat veren bilgilerdir asıl olan. Ansiklopedik bilgiler insana yüktür sadece. Ya bilgi yaşanmazsa, onunla yatıp kalkılmazsa, onunla pişip dağlanılmazsa ve bu yolda tökezlemelerin bilincine erişilmezse tevazu nasıl meydana gelebilir? Mevlâna’nın güzel bir sözü var: “Hamdım, piştim, yandım.”

Bilgi her erdemin başıdır elbette. Bilmek ne demektir o halde? Bilginin bizde özümsenmesi, ahlaka dönüşmesi, kendimiz olması ve olduğu gibi yaşanmasıdır. Bilgi bizde çok şey olabilirken bilginin de farkında olmamaktır. Buna göre “ben biliyorum” diyen bir şey bilmediğini söylemiş olur. Deneyim bilmenin pişme sürecidir. Deneyimler bireysel olduğu için bir başkasının deneyimi bizim işimize yaramaz. Bildiğimizi kendimiz deneyimlemeliyiz. Başkasından duyulan bilgiler eğreti bilgilerdir. Bizzat yaşanan bilgilerdir asıl bilgi. Bilginin duygular bazında zirveye taşınması ve bir olguya dönüşmesi böyle olabilir ancak. Bir sıra takip edilse şöyle diyebiliriz: Bilmek, denemek, anlamak(marifet) ve olmak. Tevazuun gerçekleşmesi için gereken bilgide kişi bu süreci yaşaması gerekir. Yoksa sathi, yüzeysel bilgilerle varılacak bir zirve olamaz.

Tevazu söz konusu olunca “ego”nun da gündeme gelmemesi olamaz elbette. Ego ile varılacak tevazu yoktur; hatta hiçbir erdem. Egoyu gürültülerle ya da reklamlarla kendimizden uzaklaştıramayız. Birçoklarının hiçliği sakız gibi ağızlarına almalarıyla ve “hiçim” rozetini takmalarıyla da olmaz. Egodan uzak durmak bu uzun yolculuğun olmazsa olmazı… Ego ve gurur varsa tevazu yok demektir.

Egoyu içimizden söküp atmak, onun tuzaklarına düşmemek ya da ondan etkilenmemek de uzun bir uğraş ve uyanıklık ister; çile ister. Çokları bu yollara düşer; ama amaca ulaşanlar çok azdır. Fakat yolda olmaktır önemli olan. Bulanlar çok az olsa da aramak, aramanın sonucunda ümidimizi yitirmemek asıldır. Şunu bilmek gerekir ki ancak arayanlar bulur.

Tevazu hakikatin bir meyvesi… Ama bir meyveye dönüşebilmesi için hakikat insanla bütünleşmelidir. Bütünleşme de öyle kolay değil. İnsan hakikatle beyinsel, duygusal ve ruhsal bağlarla ancak bütünleşebilir. Hakikatle bütünleşmeden insan asla kendi olamaz. Kendisi olmayan erdemlerden uzaktır. Bizi hakikatlerle bütünleşmekten uzak tutan egodur. Ego her zaman ayrılıkçıdır, hem de sinsi bir ayrılıkçı. Bu demektir ki tevazu gibi erdemlere ulaşmak, bizim gibi insanlar için ancak beyinsel, duygusal ve ruhsal büyümekten, başka bir deyişle olmaktan başka bir yolla erişilmesi mümkün değil.

Egonun en belirgin dışavurumu gururdur. Gururdan kurtulmanın da bir süreci, bir mücadelesi var. Belki de kalbi çalıştıran bir uğraş, uzun bir didinme olan tasavvuf gibi yollar gururun her çeşidinden kurtaran bir çare olabilir. Aklın çalıştırılması sonucunda nasıl harikalar meydana geliyor ve gelmişse, kalbin çalıştırılması sonucunda da manevi gelişmelerin gündeme gelmesi çok çok normaldir. Akıl ve kalp birlikteliğinin insanın olma sürecinde alamayacağı mesafeler yok gibidir.

Görülüyor ki tevazu uzun bir sürecin sonucunda yaşanan bir hal. Satın alınamaz. Taklit asla edilemez. Tevazu, sahibi tarafından değil, başkalarınca bilinen ve fark edilen üstün bir değerdir. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.