Tevazu

Tevazu, alçak gönüllü olmak, yumuşak ve mahviyet içinde bulunmak güzel bir vasıftır. İslâm’a hizmet iddiasında bulunan kimseler tevazu içinde bulunmaları şarttır. Hakikatleri kibir, gurur ve enaniyetle perdelememeleri, toprak gibi mahviyetle yansıtmaları gerekir. Bediüzzaman bu hususu şöyle ifade ediyor:
“Said, tam toprak gibi mahviyet ve terk-i enaniyet ve tevazu-u mutlakta bulunmak şarttır; ta ki Risaletü’n-Nur’u bulandırmasın, tesirini kırmasın. “ Kastamonu 18
 
Hakkın kabul edilmesi ve ibadetin tam yapılması da gurur ve kibirden uzak olmakla mümkün olur. İttifak ve ittihat da tevazu ile hata ve kusurları kendine almakla mümkün olur. Yoksa kargaşa ve keşmekeşlik olur. Bu asrın insanının bu tehlikesine dikkat çeken Bediüzzaman şöyle ikaz ediyor:
“Tevâzu, mahviyet ve terk-i enâniyet, bu zamanda ehl-i hakîkate lâzım ve elzemdir. Çünkü, bu asırda en büyük tehlike benlikten ve hodfüruşluktan ileri geldiğinden, ehl-i hak ve hakîkat, mahviyetkârâne dâimâ kusurunu görmek ve nefsini itham etmek gerektir.” Tarihçe-i Hayat 419
“Mümkün olduğu derecede bizim arkadaşlar, uhuvvetlerini ve tesanüdlerini tevazu ile ve mahviyetle ve terk-i enaniyetle takviye etmek gayet lazım ve zarûridir.” Tarihçe-i Hayat 378

Hizmeti sebkat eden ve biraz ileride olanlar kendilerini büyük görmemeliler. Farklı muamele istememeli ve gıpta damarları tahrik etmemeliler. Bilakis tam ihlâs ve tevazu ile cemaatin içinde erimeliler. Ben daha iyi bilirim, benim fikirlerim daha isabetlidir, benim oyum ile filanın oyu bir olur mu? Bu tarz tehlikeli bir hal almamalılar. Bu tutum ve davranış, hem o şahsa hem de hizmete zarar verir. Fazileti baskı sebebi yapmamak lazımdır. Bediüzzaman şöyle ifade ediyor:
“Evet, îmanlı fazîlet, medar-ı tahakküm olmadığı gibi, sebeb-i istibdat da olamaz. Tahakküm ve tegallüb etmek fazîletsizliktir. Ve bilhassa ehl-i fazîletin en mühim meşrebi, acz ve fakr ve tevazu ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye karışmak tarzındadır.”  Tarihçe-i Hayat 165
“Velayetin, şeyhliğin, büyüklüğün şe’ni, tevazu ve mahviyettir; tekebbür ve tahakküm değildir. Demek tekebbür eden, sabiyy-i müteşeyyihtir; siz de büyük tanımayınız.” Tarihçe-i Hayat 72

Kendisini büyük gören küçük demektir. Tevazu ile kendisini küçük gören yükselir. Hz. Peygamber şöyle buyuruyor:
“Kim tevazu gösterirse, Allah onu yükseltir.” (Müslim, Birr)

Öğrenmek, maddi ve manevi makam sahibi olmak, nefsi yenmekle, bilmediğini küçük-büyük demeden herkesten alma âlicenaplığını göstermekle olur. Bu güzel haslet sahipleri için Bediüzzaman’ın ifadeleri şöyledir:
“İşte, bu haslet icabatındandır ki, bizim gibi talebelerinden, bazı mesail-i ilmiyede muhalefet bulunsa, onların sözlerini içinde arar; hak bulduğu vakit kemal-i tevazu ile ve lezzetle kabul ederek teslim eder; "Maşaallah, siz benden daha iyi bildiniz. Allah razı olsun" der. Hak ve hakîkati, nefsin gurur ve enaniyetine daima tercih eder.” Tarihçe-i Hayat 190

Hizmet ehli ile kaynaşmak, himmet ehlini bağrına basmak, problem çıkarmamak, hep önde görünmek sevdasına kapılmamak, her şey benden sorulsun bahtsızlığına düşmemek, güvensizlik imajını vermek yanlışı içinde olmamak elzemdir. En aşağı basamakta oturmaya çalışmak, herkesi kendinden üstün bilmek, mahviyet içinde olmak, daha kazançlı bir tavırdır. Bediüzzaman buna işaret ediyor:
“Bu zamanda hizmet-i îmâniyede hazz-ı nefsini bırakıp ve mahviyet ile tesânüd ve ittihâdı muhâfaza eden bir hâlis kardeşimiz, bir velîden ziyâde mevkî alıyor.“ Şûâlar, s. 266.

İnsan beraber çalıştığı ve hizmet ettiği kimselerle tam bir dayanışma ve kaynaşma içinde olursa, maddi ve manevi kazancı çoğalır. Karşılıklı yardımlaşma içinde olunur. Gıyaben dua eder, dua alır, iyiliği için çalışır. Kardeşi için gıyabında yapılan dua kabul olur. Binlerce, yüz binlerce, hatta milyonlarca kardeşlerin birbirlerine dualarının neticesi ne kadar büyük bir kazanç olduğunu tasavvur etmek bile mümkün değildir. O bahtiyarlar şöyle müjdeleniyor:
“Evet, bahtiyar (odur ki), kevser-i Kur’ânîden süzülen tatlı, büyük bir havuzu kazanmak için, bir buz parçası nevindeki şahsiyetini ve enaniyetini o havuz içine atıp eritendir. “ Lem’alar, s.159.

Çok hizmet etmiş veya çok ibadet etmiş diye gururlanmak da tehlikelidir. Allah’ın (c.c)  lütfüyle yaşayan, nimetleriyle hayatını devam ettiren, ikramıyla maddi, manevi hastalıklardan mahfuz kalan insan, hizmete ve ibadet etmeye mecburdur. Asrın imamı bunu hatırlatarak şöyle buyuruyor:
“Sen ey riyakâr nefsim! Dine hizmet ettim diye gururlanma… Hizmetini, ubudiyetini, geçen nimetlerin şükrü ve vazife-i fıtrat ve fariza-i hilkat ve netice-i sanat bil; ucb ve riyadan kurtul.” Sözler, s. 436 

Hakikaten bir hizmetin ucundan tutabiliyor, biraz koşturabiliyor ve ağzı birkaç kelam ediyor ise kendinin daha değerli olduğu zannına kapılmak da büyük bir hastalıktır. Mevla üstün vasıf ve kabiliyetlerle ikramlar ettiği her insan şu sözlere kulak vermeli:
“Hem deme ki, "Halk içinde ben intihap edildim, bu meyveler benim ile gösteriliyor; demek bir meziyetim var." Hayır, hâşâ; belki, herkesten evvel sana verildi. Çünkü herkesten ziyâde sen müflis ve muhtaç ve müteellim olduğundan, en evvel senin eline verildi.” Sözler, s. 210.

Rabbim nefsimizi ve şeytanımızı bize müsahhar edip, mütevazı olan insanlardan eylesin. Âmin.

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.