Sözün mertebeleri, anlamın katmanları

Varlık esma-i hüsnanın tecelli ettiği yerdir. Her varlıkta birden bine kadar farkı derecelerde esma-i hüsna tecelli eder.

Esma-i hüsna söz üzerine bina edilir. Dolayısıyla söz varlığı anlamlandıran şeydir.

Her varlık sözle anlamını ve değerini bulur. Sözün yani anlamın varlık yani muhatap üzerinde birden binlere kadar tabakası vardır. Söz söyleyenle söylenen yani muhatap arasında bir köprüdür. Sözün çıktığı yerle vardığı yer arasında perdeler yani tabakalar vardır. Söz bu tabakalarda sağaltıla sağaltıla muhatabında anlam bulur.

Anlam ham halde insanın içinde doğar. Söyleyenin iç âleminde değişik merhaleler, oluşumlar geçirdikten sonra kıvama ererek söz suretine bürünür.

Bir söz söyleyenin neresinden çıkarsa muhatabının orasına çarpar. Yürekten çıkan söz karşıdakinin yüreğine, dudaktan çıkan söz karşıdakinin ancak kulağına gider. Ruh bedene can katar, hayat verir. Ruh ile vücuttaki latifeler ve organlar hareket eder. Söze ruh üflendiğinde manalar harekete geçer, muhtelif tabakalarda hayat bulur.

Söz söyleyenle söylenen arasında gidip gelen bir mesaj kütlesidir.

Anlam söze dönüşürken üç unsur etkili olur. Esas, usul ve nihayet üslup. Anlamın oluşmasında esas, usul ve üslup ana belirleyici tabakalardır. Bunların içleri ise birçok unsurla doludur:

Sözü kim söylemiş?

Kime söylemiş?

Hangi makamda söylemiş?

Ne zaman söylemiş?

Hangi ruh hallerinde söylemiş?

Hangi içerikle yani esasla söylemiş?

Sözü söylerken hangi usulü tercih etmiş?

Sözü söylerken hangi üslubu tercih etmiş?

Bu gibi sorular sözün anlama bürünmesinde etkili olur. Aksi takdirde söz eksik veya fazla çağrışımlara teslim olarak söyleyenle söylenen yani muhatap arasında iletişim kopukluğuna neden olur.

İnsanın içinde doğan bir hissin yani anlamın, mananın farklı çağrışımları vardır. Arapçada aşk kelimesini karşılayan 60 çeşit kelime vardır. Birinin aşk olarak nitelendirdiği his başkasında sevgi, muhabbet, şefkat, merhamet vb. şeklinde karşılık bulabilir. Veya kendisindeki duygu yoğunluğunu aşk zanneden kişinin yaşadığı belki sadece şefkat veya merhamettir.

İçeride oluşan ham duygu zamanla tasfiyeye ve ayıklanmaya tabi olur veya yeni hislerle buhurlanır. Akıl da bunu biçimlendirerek son şeklini verir.

İnsanın yaratılışındaki latifeler, azalar, organlar letafet ve kesafet bakımından birbirinden farklıdır. Benzer şekilde kalpten çıkan anlamlar da geçirdiği süreçlere göre letafet ve kesafet bakımından farklılık gösterir.

İnsanın en latif varlığı kalptir. Hayal, rüya, ruh, vicdan, akıl gibi duyular ile his ona hizmet eder. His, hayal ve rüya dünyası ne kadar geniş ve derinse kalbin dünyası da o kadar geniş ve derindir.

Göz, kulak, burun, el, ayak, kol, bacak gibi organlar kalbin dış dünyaya açılan kapılarıdır. His, hayal, rüya vb manevi duyularla göz, kulak gibi fiziki organlar kalbin dünyasına doğan anlamı şekillendirirler.

İnsanda anlam kalpte başlar, akılda söze bürünerek dillenir. Kalpte ham olarak doğan anlam latiften kesife doğru ilerleyerek akılda, nihayet dilde son şeklini alır. Bu süreçte mana anlam ulamalarına uğrayarak yeni şekillere bürünür. Bir dip dalga olarak doğan anlam çok merhalelerden geçerek nihayet dilin kıyısına vurur. Latif, nurani ve zengin olan anlam lisana yani dile vardığında birçok özelliğini yitirir.

Bediüzzaman’ın sözlerini esas alarak, anlamın kalp ile lisan arasında geçirdiği serüveni biraz daha derinden inceleyelim.

Birinci aşamada hariçteki bir olay veya uyarıcı, kalbde atıl halde duran meyilleri uyandırarak harekete geçirir. Meyiller hareket ile kaynamaya başlar. Ardından bazı ince ve latif anlamlar hava gibi uçuşmaya başlar. Bu aklın ilgisini kendine çeker. Bu anlam hava gibi ince ve latif olduğundan ancak latif bir araç olan akılla yakalanabilir

Kalb anlam dünyası açısından en derin ve zengin yer olduğu için bazı manaları akıl idrakten, dil ifadeden aciz kalabilir. Fakat vicdan gibi hissiyatlar bunu fark edebilir.

Bazı anlamlar katı ve zahir yani biçimlenmiş halde kalbe doğar. Söz onu hemen sarıp sarmalayarak dile döker. Bu katı ve zahir anlam herkesin anlayabileceği basitlikte ve sadeliktedir.

Bazı anlamlarsa çok yoğun, hava gibi ince ve latiftir, yani batındır. Söz yani kelam bunu katı bir cisim gibi sureti içine alamaz. Bunu ancak fehva denilen kavramlar dünyasına alır. Fehva, yani kavramlar kesife yakın olduğundan bunları ancak dikkatle bakan görebilir. Bundan sonra anlam tahassul kıvamındadır. Yani kavramdan biraz daha latif ve ince makamdadır. Bunlar kelamın zahiri, görünüşteki kalıplarında görünmezler, sadece işaret ve remizlerle kelimenin dünyasına dâhil edilebilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum