Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

'Sebepleri çıkar aradan zahir olsun Yaradan'

Geçenlerde Trabzon'daki bir derste, Ankara'nın kadîm vakıflarından İsmail Demir abi anlattı. 70'li yılların sonlarında Ankara'da felsefe bölümünde okuyan, şimdilerde bir ilçemizde öğretmenlik yapan bir kardeş, bir felsefe dersinde hocasının bazı beyanlarına itiraz ediyor. Hocası da bazı karışık şeyler anlatınca, o kardeş de Tabiat Risalesi'nin başındaki harika tasnifi naklediyor. "Hocam" diyor, "senin anlattıklarını da içine alan şöyle bir tasnif var: Bu kâinattaki her şeyi ya sebepler yaptı ya kendi kendine oldu ya da tabiîdir, tabiatın icadıyla oluyor. Ya da bütün sıfatları sonsuz olan Allah yaptı. Siz bunların hangisine inanıyor ve anlatmaya çalışıyorsunuz?" Hoca bunun üzerine bayağı ciddileşerek "Bu anlattıklarını ben de düşünüyordum ama böyle net, güzel, özet bir şekilde anlatamıyordum, ifade edemiyordum. Sen bu tarifi nereden aldın ya da okudun?" diye merakla soruyor. Epeyce diyalog yaşıyorlar. Bayram abi de o yıllarda derslerde bir hikmet levhası olarak o kardeşin bu diyaloğunu anlattırırmış.

Gerçekten bugünkü inkâr ve reddin, küfür ve şirkin tam bir harita ve özeti, Tabiat Risalesi'nin başındaki yukarıda verdiğimiz harika tasniftir. Özellikle Batı kaynaklı maddeci düşünce, özellikle İslamların içine bir ejderha gibi bu inkârına bilhassa "sebepleri göstererek, kanunları hakiki fail olarak yutturarak" yaymaya çalışmış ve çalışıyor. Bunu sezen üstad Said Nursi de onların dayandıkları "sebep ve kanunların ve de tabiatın" bir icat kabiliyetinde olmadıklarını, evir çevir yapıp çeşitli soru formatında ele alarak açıklıyor, ispat ediyor.

Özellikle her şeyin bir sebebe bağlı olarak, yani tertib-i esbapla olması, bazı zihinleri esir edip sebepleri sanki bir tesir sahibi görme yanılgısına düşürüyor. Bu yanılgı, ancak güçlü bir tevhid dersi alınarak izale edilebilir. Bir yazımızda da konu etmiştik. Koskocaman hem de ehl-i iman bir biyolog bilim adamı, sadece perde, bahane olan sebepleri hakikî fail zannederek, biraz da müstehzi şekilde "Bazıları sohbetlerinde hep elmayı örnek vererek bunun tat, koku ve şekli nasıl oluyor diye sorarlar. Hâlbuki kokunun, rengin sebepleri var; hepsinin izahı, hangi sebeple olduğu izah edilmiş" diye güya dalgasını da geçerek sebepleri hakikî fail olarak nitelendirmişti. Yani farkında olmadan bilimsel bilgisini dinsizliğe alet etmişti. Çeşitli şekillerde kendisi uyarmıştım, İnşallah uyanmıştır.

Gerçekten bunun imanlısı, imansızı yok. Derece derece hepimiz, birkaç cihette esbabperest olmuşuz. Bazı sözlerimizden bu anlayış akıyor. Geçenlerde bir arkadaş bunu "Patrona minnet ede ede, Rabbimizi  unutmuşuz" şeklinde formüle etmişti. Evet patrona bir teşekkür ederiz ama iş sebepleri putlaştırmaya kadar da götürülmez ki arkadaş! Böyle olunca, basit hiçbir şeye de sözü geçmeyip gücü yetmeyen su, toprak, tohumun ağaca, meyveye dönmesindeki harika fiili, bu sebeplerle perdeleyerek, arkada hükmeden fakat çeşitli hikmetlerden kadraja (fotoğrafın çerçevesine) girmediğinden göremediğimiz "Kudret ve Rahmet" elini bazen göremiyor, bazen de inkâr ediyoruz. Yani bir bahçenin sulanmasında kullanılan hortumu, hortumun takılı olduğu çeşmeyi gösteriyor; fakat bahçıvanı göstermiyoruz. Göstermeyince de bu bundan, bu da şundan olmuş, deyip geçiveriyoruz. Halbuki bu, bundan diyemeyiz. Bu dediğin şey, bunu tanımıyor bir kere. Eli kolu, aklı şuuru yok ki bunu, buna taksın. Şu şununla el ele versin. Arkada bunu, bununla; şunu da şununla el ele verdiren bir bahçıvan mutlaka var. Mevcut sebeplerin kör ettiği basiret, işte bu bahçıvanı göremiyor maalesef.

Bu noktada Mesnevi'de "Kırk sene ömrümde, otuz sene tahsilimde yalnız dört kelime ile dört kelâm öğrendim" ile başlayan kısımda sebepler için kullanılan "tenteneli perde" tabirinin çok önemli olduğunu ifade etmek isterim. Yine 27. Penceredeki "En âlâ bir sebep en âdi bir müsebbebe (neticeye) kuvveti yetmiyor, demek esbab bir perdedir. Müsebbebi yapan başkadır" cümlesi de işin özeti mahiyetinde.

Tenteneli perde... Hani evlerimizde böyle perdeler olur. Çok dikkat eder, gözümüze iyice yaklaştırarak perdenin arkasını görürüz ya. Öyle de sebepleri dikkatle inceler, iyice bakarsak ancak sebeplerin arkasındaki Kudreti görebiliriz. Bu bakışla nimetin arkasındaki nimetlendireni, sanatın üstündeki sanatkârı anlayabiliriz. 

Bu perde işini daha iyi kavramak için bir deney de yapabiliriz. Bir kalem elimize alalım. Bu kalemi bir perde ile tutalım ve yazı yazmaya başlayalım. Bizi karşıdan seyredenden şahıs, elimizi görmesin, sadece perdeyi görsün. Yani bir perdeye sarılı kalem, yazı yazıyor olsun. İşte arkadaki eli değil de perdeyi gören şahıs, asıl yazan eli görmediğinden, yazıyı perdenin yazdığını zannetse ve öyle itikat etse, ne kadar gülünç olur değil mi?

Ya da aynı perde ile bir bardağı kaldırmış olalım. Kaldırılan bardak perde ile kaldırıldığından, dikkatle değil de üstünkörü bakan kişi, o bardağı sanki perdenin kaldırdığını zanneder. Her ikisinde de yanılgı, dikkatsizlik ve muhakemesizliktir. Çünkü basit bir yazı ya da bardağın kaldırılması için ilim, irade ve kudret gerekmez mi? Bunlar da perdeden beklenemeyeceğine göre, perdenin arkasında hükmeden kudreti, ilmi ve iradeyi hemen görüveririz değil mi? Ama akıl gözüyle.

Bu yazıyı yazarken, sevgili Şahin Doğan'ın paylaşımlarından, bir programda lise çağlarından nurları da okuduğunu söyleyen felsefe hocası Yasin Ceylan'ı dinledim. Gerçekten küçük dilimi yuttum. Kendi ifadesiyle "İnsanlar, sordukları suallere cevap alamayınca inançlara sarılır" cümlesine ne örnek verdi dersiniz? Aynen şöyle: "Hayatın anlamı nedir, mesela. Bunun cevabı yoktur. Bilim bunu bulamamıştır. Hemen dine gideriz. İmtihan derler, inandınız mı buna? Yağmur nasıl yağar? Bilim bunu izah etmeden önce, Allah meleklerle yağdırır, derlerdi. Şimdi bilim bunu izah etti. Allah'ın elinden aldı. Onun gibi, bilmediğimiz şeylerin arkasına düşüp hemen cevap aramayalım." Buyurun cevaplara. Bilimin izahıyla, o harika yağmur fiilinin fâilinin kim olduğu nasıl anlaşıldı? Yani bir saatin nasıl ve hangi sebeplerin bir araya getirilerek yapıldığı öğrenilince, fâil yok mu oluyor? Gerçekten o arkadaş adına üzülmemek elde değil. Üstelik ünlü bir üniversitede hocaymış. Bunları ciddi ciddi anlatıyor. Dinleyenler de alkışlıyor. Bizim Şahin de bunun başka bir konuşmasını dinlemiş, mutluluk neşideleri arıyor. Yahu Şahinciğim, bu kadar basitliğe tahammül edilir mi? Bu zihniyet, koca kâinatın hizmet ettiği insanı hiçe indirip gayesiz gören biri, ciddiye alınır mı?

Saniyede on altı milyon ton suyun gökyüzüne çıkıp birden değil de giderek azalan bir hızla katre katre indiğini izahlardan anlıyoruz. Peki bu intizamlı fiilin faili olarak, neyi göreceğiz? Ruzgâra binerek muhtaçlara koşan ve intizamlı inen yağmurun fâili, edeni, yapanı; o şuursuz sebepleri bir araya toplayan su mu, hava mı, deniz mi? Ne? Bunun fennî izahı, sadece işin, bu harika fiilin nasıl yapıldığının izahı. Bu izah mı o işi yaptı yani? Bu izaha biraz da felsefe katarak, fâilden gaflete düşen ve bunun fâilsiz olduğuna inanan ahmaklara soruyoruz. Fiilin fâili kim?

Evet dostlar, sebepler tenteneli perde fakat gafletle kalınlaşmış, bulanıklaşmış. Bunu şeffaflaştırmak, uzun ve derin bir tefekkürü icap ediyor. Hakikî ve gafletsiz iman için bu değmez mi?

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum