Mesut ENDER-ARAŞTIRMALARIN DİLİ

Mesut ENDER-ARAŞTIRMALARIN DİLİ

Sosyal kaytarma ve hamiyet çatışmasının neresindeyiz?

Okuma Süresi: 10 dakika

Hikâye bu ya; kralın biri, halkının sorumluluk bilincini ölçmek için bir sosyal deney yapmış.

Orta ölçekli bir havuz inşa ettirmiş; sonra da ahaliyi bu havuzun açılışına çağırmış.

Halk bu havuzun neye yarayacağı konusunda hiçbir şey bilmiyormuş; sadece tahmin yürütüyormuş.

İnsanlar akın akın gelmişler; havuz görkemli bir törenle açılmış.

Açılış tamamlanınca kral halka şöyle seslenmiş:

“Bu havuzu beğendiğinizi görüyorum. Bu gece, karanlıkta, hiç kimse birbiriyle konuşmadan, her aile bu boş havuza bir kova süt dökecek” demiş.

Ahali bir kova süt kaybetmenin üzüntüsü yanında, gecenin ürkütücü karanlığında ne yapacağını düşünürken, herkesin aklına birbirinden habersiz aynı parlak fikir gelmiş:

“Bu gece karanlığında, bu koca havuza dökülecek yüzlerce kova süt içinde, benim dökeceğim bir kova suyu kim fark edebilir?”

***

İkinci hikâye çok daha meşhurdur:

Timur’un Ankara savaşında kullandığı silahlardan biri de fillerdi. Savaş sonrasında bu filleri farklı yerlere dağıtmış; bir tane de Akşehir’e vermişti. Ne fil ama! Her şeyi yiyip bitiriyor, zaten fakir olan halkın elinde neler varsa tüketiyordu.

Halk durumu Timur’a anlatmaya karar vermiş, âkil bir adam olarak Nasrettin Hoca’yı seçmişlerdi. Birlikte gidilecek ve Nasreddin Hoca durumu arz edip, filin geriye verilmesini söyleyecekti.

Hep birlikte huzura kadar gidildiğinde, Nasreddin Hoca, gruptakilerin birer-ikişer kaybolduğunu fark etmemişti.

Hoca içeri alındığında, Timur “Hayrola Hoca” diye sorunca, Nasreddin hoca, tam filden söz edecekti ki, arkasında kendisiyle birlikte gelenlerden kimsenin olmadığını görmüş.

Bozuntuya da vermeden;

“Hünkarım” demiş, “Sizin şu filiniz var ya…” demiş; yutkunduktan sonra tekrar arkasına bakmış, yine kimseyi göremeyince devam etmiş; “Akşehir halkı filinizi çok sevdi; ancak bu filin yalnız kalmasını doğru bulmuyorlar; buna bir de eş lazım diyorlar. Onu talep etmeye gelmiştim.”

Sanırım Timur’un ağzı kulaklarına varmıştır.

***

İlkokul çağımızdan beri duyduğumuz bazı sözler vardır.

Bunların bir kısmı siyasi mesajlarda da kullanılmıştır:

“Birlik ve beraberlik içinde…”

“Hepimiz aynı gemideyiz!”

Diğer sözlere bakalım:

Nerde birlik orda dirlik…

Bir elin nesi var iki elin sesi var.

Birlikten kuvvet doğar.

Sürüden ayrılanı kurt kapar.

İnsanlardan veya topluluklardan zarar gören başka insanları da dinlerseniz fikriniz değişebilir.

Peki, gerçekten öyle midir?

Yani birlikten kuvvet doğar mı?

Bu sorunun cevabı hem evet hem hayırdır.

“Evet”; çünkü dünyada insanlığın işine yarayacak neler başarılmışsa bunların çoğu grup çalışmasıyla ortaya çıkarılmış işlerdir.

“Hayır”; çünkü bilimde, sanatta, teknolojik icatlarda, keşiflerde, felsefede kalabalığın bir hükmü yoktur.

Şimdi “Evet” kısmıyla ilgilenelim:

Burada takım olmanın önemi var; tabi Türk usulü takım değil!

İngilizcede takım anlamına gelen kelime TEAM’dir.

Bu kelimedeki her harf, başarıyla ilgili kavramların baş harflerini temsil ediyor.

Şöyle ki;

T- Together (Birlikte)

E- Everyone (Herkes)

A- Achive (Başarır)

M- More (Daha fazla)

Cümle halinde dersek: “Herkes birlikte daha fazlasını başarır.”

Neden herkes birlikte olduğunda daha fazlasını başarır?

Bu şartlara bağlıdır; yani bunun cevabı, hem “evet”, hem “hayır”ın şimdilik “Evet” kısmını ilgilendiriyor.

Unutmamak lazım ki, takım olarak başarmak için, “everyone” bireysel girdilerinin birikimini kullanmayı gerektiren ortaklaşa görevlerde “evet” dir.

Mesela bir futbol takımı 11 kişiyle oynanır ve her bir futbolcunun oyun kurgusundaki yeri onun yeteneklerine ve tecrübesine bağlı olarak belirlenmiştir.

Bunun yanında orkestralar, bandolar, işletmelerde kalite ekipleri, 4x4 bayrak yarışı gibi bireysel yeteneklerin etkili birlikteliğiyle, yani takımla başarılabilir.

İşte tam burada ortak bir başarı için mücadele edecek olan TEAM’e dahil olan her bir katılımcının hangi faktörlerden etkilenip etkilenmediği, onu neyin motive veya demotive ettiğini bilmek önem kazanır.

Bu fikirler özellikle aydınlanma sonrası hakim fikir haline gelmiştir.

1776 yılında Adam Smith’in Milletlerin Zenginliği adlı eserinde işbölümü kavramını iğne fabrikası örneği ile açıklamıştır.

Bu örneği Bediüzzaman, İhlas Risalesinde manevi hizmetlerde de işbölümü gerektiğini belirten verdiği örnekleri vardır.

Hatta bu örneği, hadis-i şeriften mülhem, bir vücuda benzeterek bedendeki azaların birbirleriyle çekişmemesini ve yardımlaşmasını takım kardeşliğine bir örnek olarak sunar. (İhlas Risalesi, 2. Düstur)

Ara Özet: Bir takım halinde çalışmak, takım elemanlarını, sahip oldukları yetenekleri en üst noktaya çıkarmak için daha azimli durumuna yükseltmektedir.

Bediüzzaman’ın Üç Elif Analojisi

“Elif” Arapçada ilk harftir ve 1 rakamına benzer. Bediüzzaman üç elif analojisini şu temel bileşenler üzerine bina eder:

  • Üç Elif
  • Sırr-ı adediyet ile ittihad etmek
  • Sırrı-ı uhuvvete sahip olmak
  • İttihad-ı maksad içinde olmak
  • İttifak-ı vazifeyle sorumluluk almak
  • Aynı çizgi üzerinde yüz yüze veya sırt sırta durmak
  • Aynı hedefe bakarak omuz omza vermek

Bediüzzaman, verdiği misalle takım çalışmasına ışık tutmak üzere, doğal sayıların, sayı ve basamak değerleri üzerinden bir analoji yapmaktadır.

111 doğal sayısının basamaklarındaki sayıların sayı değerleri 1,1,1 şeklinde gösterilir ve her basamaktaki rakam (sırr-ı adediyet) kendi sayı değeri kadar bir kıymeti ifade eder.

Yani üç elifi alt alta topladığınızda, bu durum adediyet itibariyle 3 kıymet almaktadır.

Ancak basamak değeri ise her basamağın değerini yüklenir. Bu yüklenmede büyük sırlar vardır.

Çünkü ilk 1, birler basamağının değerini yüklenir. Hem sayı değeri, hem de basamak değeri eşittir.

Ancak kedisine soldan bir 1 daha eklenirse yeni 1, belki yine adet itibariyle 1 değerindedir; ancak önceki 1’i onluk grubuna taşıyarak ilk 1’e 10 kuvvetinde bir değer ve kuvvet katmış olur.

Tekrar yüzler basamağı olarak 1 daha eklendiğinde, ilk 1 yüzlük değerine, ikinci 1, onluk değerinde kalır. Yüzler basamağına eklenen son 1, sayı veya basamak değeri benzer olsa da öyle bir görev yapar ki kendinden önceki birlerin on ve yüz değerlerine kavuşmasına vesîle olur.

Böylece yeni oluşan 111 (yüz-on-bir) değer ve kuvvetini hep birlikte paylaşırlar. (Kaynak: Abdulbaki Çimiç, http://www.sorularlasaidnursi.com/uc-elifin-sirri/)

Hadis-i Kudsîde Resulullah (sav): “Allah buyuruyor ki” “Biri diğerine ihanet etmediği müddetçe, iki ortağın üçüncüsü ben olurum. Biri arkadaşına ihanet etti mi ben aralarından çekilirim.”

Bu hadis-i şerifle aklıma ilginç bir düşünce geldi; şöyle tercüme edeyim:

İki tane elife bir üçüncüsü eklendiğinde Arapça “Allah” yazısı tamamlanmış oluyor. Aynı zamanda Arapça kural gereği “çokluğun ilk rakamı” da 3’tür.

Nurcuların her 15 günde bir okuması ve amel etmesi gereken ihlas düsturları içinde önemli bir yere sahiptir.

***

Ancak…

111 analojisi gibi takım çalışmasına dikkat çekilen argümanlar, gruplardaki mensup (üye) sayısı arttıkça etkisi de aynı oranda çalışmıyor; hatta mâkusen mütenasip…

Bir cemaatte (grupta, toplulukta) birey sayısı arttıkça grubun verimliliği artmadığı gibi, aksine azalmaktadır.

Bazı araştırma sonuçları, şaşırtıcı bir şekilde, bireylerin ortaklaşa çalıştıklarında bireysel çalıştıklarına kıyasla çoğunlukla mensubiyetindeki sorumlulukta meydana gelen gevşeme gibi pek çok nedenle daha az çaba sarf ettiklerini ortaya koymuştur (Karau, S. J. ve Williams, K. D. (1997). The effects of group cohesiveness on social loafing and social compensation. Group Dynamics: Theory, Research and Practice, 1, 156-168.).

Bu argümanın başlatıcılarından Fransız Ringelmann, (Ringelmann, M. (1913). Research on animate sources of power: The work of man. Annales de l’Instuit National Agronomique, 12, 1-40.) Grupların sosyal farkındalıklarında meydana gelen bilinçli veya bilinçsiz azalma, bireylerin yalnız olduklarına göre daha az çaba harcamasına yol açmaktadır” demektedir.

Bu verimlilik kayıplarını ifade eden meşhur kavram ise: “Sosyal Kaytarma” (Social Loafing)

Sosyal kaytarma, insanların bireysel olarak çalışmalarının aksine, gruplar halinde çalışmaları durumunda meydana gelmesi mümkün olan kaytarma türüdür.

Bu da tanımsız olma, belirsiz olma, tembellik, sorumluluktan kaçma şeklinde ifade edilebilir.

Sosyal Kaytarma

Bediüzzaman sosyal kaytarma riskini minimize etmenin yolu olarak, bir grubun (cemaatin) nerede takım çalışması yapması, nerede bireysel davranması gerektiğini şu veciz cümlelerde ifade eder:

“Mesail iki kısımdır:

Birisinde telâhuk-u efkâr tesir eder. Belki ona mütevakkıftır.

Nasıl ki, maddiyatta büyük bir taşı kaldırmak için teavün lâzımdır.

Kısm-ı diğerîde, esas itibarıyla telâhuk ve teavün tesirsizdir. Bin de, bir de birdir.

Nasıl ki, hariçte bir uçurum üzerinde atlamak veyahut bir dar yerde geçmekte küll ve küll-ü vahid birdir. Teavün fayda vermez.  (e-risale: Birinci Makale - Unsuru'l-Hakikat - İkinci Mukaddeme)

Bu durumda birleşmek büyümek midir yoksa küçülmek mi?

Bu sorunun cevabı babından Bediüzzaman şu şekilde değerlendirmektedir:

“Hesapta malûmdur ki, darb ve cem ziyadeleştirir.

Dört kere dört, on altı olur.

Fakat kesirlerde, darb ve cem, bilâkis küçültür.

Sülüsü sülüs ile darb etmek, tüsu' olur, yani dokuzda bir olur.

Aynen onun gibi, insanlarda sıhhat ve istikamet ile vahdet olmazsa, ziyadeleşmekle küçülür, bozuk olur, kıymetsiz olur.”

Sosyal Kaytarma veya Sosyal Tembellik Nedir?

1913’te beygirlerin performansını araştıran Fransız Tarım Mühendisi Maximilian Ringelmann şunu keşfetti:

Bir faytonu çeken iki koşum hayvanının performansı tek bir beygirin performansının iki katı değildir.
Bir faytonu çeken 2 koşum beygiri performansı; tek bir beygirin performansının 2 katına eşit değildir.
Tıpkı takımın bütün performansının bireysel performanslar toplamından düşük olması gibi.

Bu sonuç karşısında şaşkınlığa uğrayan Ringelmann araştırmalarını genişletip bunlara insanları da dahil etti.

Bir grup erkeğe halat çektirip her birinin harcadığı gücü ölçtü.

Ortalamada, birlikte halat çeken iki kişi, tek başlarına çekerken harcadıkları gücün sadece yüzde 93’ünü, üç kişi çekerken yüzde 85’ini, sekiz kişi birlikte halat çekerken de ancak yüzde 49’unu harcıyordu.

“Ringelmann Etkisi” diye de bilinen bu fenomen, bireylerin performansları doğrudan görülemez olduğunda, bir gruptaki birey sayısı arttıkça gruptaki her bireyin verimliliğinin düşeceğini göstermektedir.

Bu duruma bir başka örnek ise: Latane, Williams ve Harkins’in 1979 yılında yaptıkları deneyde, erkek öğrencilerden alkış tutarak ulaşabilecekleri en yüksek sesi çıkarmalarını istemiştir.

Erkek öğrenciler, tek başlarına, iki, dört ve altı kişilik gruplar içerisinde iken alkış tutarak ses çıkarırlar.

Deneyin sonucunda görülen şudur:

Deneklerin tek başlarına iken alkış tutarak çıkardıkları ses, çeşitli gruplar  halinde çıkardıkları sesten çok daha fazladır.

Grup içerisinde sayı arttıkça, bireylerin her birinin çıkardığı seste azalma görülmüştür. Başka bir anlamda, deneklerin alkış tutarak çıkardıkları ses için harcadıkları gayret azalmıştır. (Kaynak: https://psycnet.apa.org/record/1980-30335-001)

Burada Kur’an’daki iki ayet-i Kerime ile ilgili Bediüzzaman’ın yorumuna bir bakalım:

“… Çünkü zayıflar ittifaka muhtaç oldukları için kuvvetli ittifak ederler.

Kavîler, ihtiyacı tam hissetmediklerinden, ittifakları zayıftır.

Arslanlar, tilkiler gibi ittifaka muhtaç olmadıkları için ferdî yaşıyorlar.

Yabanî keçiler, kurtlardan muhafaza için, bir sürü teşkil ederler.”

“Demek zayıfların cemiyeti ve şahs-ı mânevîsi kavî olduğu gibi kavîlerin cemiyeti ve şahs-ı mânevîsi ise zayıftır.

Bu sırra bir işaret-i lâtife ve zarif bir nükte-i Kur'âniyedir ki, ferman etmiş: “Şehirdeki kadınlar dedi ki: ”(Yusuf Sûresi, 12:12). Müenneslerin cemaatine, iki katlı müennes olduğu halde, müzekker fiili olan ”Gâle” buyurması; “Bedevîler dedi (Gâlet) ki: ”Hucurât Sûresi, 49:14) buyurmakla, müzekkerlerin cemaatine, müennes fiili olan “Gâlet”  tabiriyle, lâtifâne işaret ediyor ki, zayıf ve halîm ve yumuşak kadınların cemiyeti kuvvetleşir, sertlik ve şiddet kesb edip bir nevi recüliyet kazanır. Müzekker fiilini iktiza ettiğinden, “Kadınlar dedi (Gâle) ki:” (Yusuf Sûresi, 12:12) tabiriyle, gayet güzel düşmüş.

Erkekler ise, hususan bedevî a'rab olsa, kuvvetlerine güvendikleri için, cemiyetleri zayıf olup hem ihtiyatkârlık, hem yumuşaklık vaziyetini aldığından, bir nevi kadınlık hâsiyeti takındıkları için, müennes fiilini iktiza ettiğinden, “Bedevîler dedi ki: ”müennes fiiliyle tabiri tam yerindedir.”

Bediüzzaman burada bir de Haşiye ekler ve dünyadaki kadın hareketlerini iddiasına delil olarak sunar:

“Avrupa komiteleri içinde en şiddetlisi ve en tesirlisi ve bir cihette en kuvvetlisi, cins-i lâtif ve zayıf ve nazik olan kadınların Amerika'daki Hukuk ve Hürriyet-i Nisvan Komitesi olduğu, hem milletler içinde az ve zayıf olan Ermenilerin komitesi, gösterdikleri kuvvetli fedakârâne vaziyetle bu müddeâmızı teyid ediyor.” (Lem’alar, 20. Lem’a, Birinci Nokta, Beşinci Sebep)

Ara özet olarak:

Gruplarda katılımcı, mensup, üye sayısı arttıkça daha az sayıdaki haline göre her bir üyenin harcadığı enerji ve gayret grubun büyümesiyle ters orantılıdır. Bütün davaların başlangıç aşamalarındaki küçüklüğü ve zayıflığı, ileri tarihlerindeki büyüklüğü ve kalabalıklaşmasından daha güçlüdür.

Sosyal Kaytarma, Tembellik, Hamiyet Duygusu ve Sorumluluk

Tam burada “Hamiyet” duygusunu anlamak gerekir.

Bir toplumun üyeleri, ilişkilerinde ve takım çalışmalarında “ben” yerine “biz” diyorlarsa bu bir hamiyet göstergesidir.

Çocuklara küçüklüklerinde söylediğimiz oyunu hatırlıyor musunuz?

Bir elinizi açtınız ve başparmağınızı gösterip “Bu tutmuş”, işaret parmağınızı gösterip “Bu hazırlamış”, orta parmağı gösterip “Bu pişirmiş”, yüzük parmağınızı gösterip “Bu yemiş” son olarak da serçe parmağınızı gösterip “Bu da ‘hani bana, hani bana’” demiş oyunu; hatırladınız mı?

Takımlar bu duruma düştüğünde dağılmaya başlar. Önce en yetenekli olanlar ayrılır veya bir şekilde ayrılması için tezgah döner, arkasından grup en yeteneksiz insana veya insanlara kalır. Hamiyet böylece yok edilir.

Hamiyet duygusunu Necip Fazıl şu şekilde ifade etmişti:

“'Kim var?” diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert “ben varım!” cevabını verici, her ferdi 'benim olmadığım yerde kimse yoktur!' fikrini besleyici bir dâva ahlâkına kaynak bir gençlik...”

Bediüzzaman ve Nur Talebeleri yazısındaki Osman Yüksel Serdengeçti’in hayran olduğu bir hamiyet…

Bediüzzaman Şam Hutbesinde, birbirini destekleyen 6 toplumsal hastalıktan söz eder.

İronik şekilde hepsi bir bütün, her parça her irinden doğmaktadır.

Birincisi: Ye'sin, ümitsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi

İkincisi: Sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi

Üçüncüsü: Adavete muhabbet

Dördüncüsü: Ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları bilmemek

Beşincisi: Çeşit çeşit sarî hastalıklar gibi intişar eden istibdat

Altıncısı: Menfaat-i şahsiyesine himmeti hasretmek

Altıncısına baktığımız zaman hamiyetsizliğin en çirkef halini görmekteyiz: “Menfaat-i şahsiyesine himmeti hasretmek…”

Aşağı, süfli ve pespaye bir davranış; ancak yukarıda sayılan diğer hastalıkların hem meyvesi hem tohumu.

Her bir hastalık zaten öyle sayılmış: Her biri diğerlerinin hem meyvesi hem tohumu; birbirini besliyor ve birbirini üretiyor.

Sonuçta; vurdumduymaz, batan gemide geriye doğru koşan insanlar yetişiyor.

Oysa Bediüzaman’ın idealizmi, himmeti yüksek toplum oluşturmaktır.

Bu toplumda sosyal kaytarması olmayan insanlar vardır.

“Bir adamın kıymeti himmeti nispetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir.” (Hutbe-i Şamiye)

Meşhur düsturdur ki, bir zincir en zayıf halkası kadar güçlüdür.

Tembellerin ve kaytarmacıların ağına düşerek düşünme biçimini;

“Ben de herkes gibiyim.” diye aklını ve kalbini uyuşturan insanlara, “Herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder.”

“Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır.” ihtarını algılamak lazım.

Sosyal Kaytarmaya Karşı Çözüm Ve Öneriler

  • Doğu toplumlarında, batıya muhalif olarak, bireyselleşme artıkça tembellik daha fazla artıyor. Çünkü doğu toplumları feminen yapıdadırlar. Birbirlerinden kuvvet alırlar.
  • Seçili nitelikli bireylerin grup çalışmalarında aidiyet kimliğini taşın kaldırılmasında kullanması gerekir; bir kişinin tek başına yuvarlayabileceği bir taşın yuvarlanmasına destek vermesi için istihdam etmek, “Birşey mâ vudia lehinde istihdam edilmezse atâlete uğrar, matlup eseri göstermez.” (Sünhuat) kaidesini unutmamalıdır. Bu ilkeye aykırı davranılması zulüm olur.
  • Küçük gruplarla mesela belirli bir amacı gerçekleştirmek için oluşan proje grupları şeklinde bir görev tarzı yürütülmelidir. Amaç gerçekleştiğinde grup dağılır, başka görevler için başka gruplara dahil olunur.
  • Ringelmann yaptığı deneyde halatı çeken insan sayısı arttıkça katılımcıların harcadıkları enerjide ve eforda düşüş olduğu gösterilmişti. Deneyi halat çeken insanlardı.
  • Oysa Bediüzzaman bir halatı arka arkaya çeken ardışık veya hiyerarşik yapıdaki enerji kullanımı yerine, omuz omza vermiş ve bir “Namaz Safı Analojisi” sunmuştur ki, burada kuvvet azalmaz, artar; sadece hizalamada sorun çıkabilir. Bunun önlemi, takım liderinin önüne-ileriye bakmasıdır.
  • Bir başka önerimiz, bir görev başlarken sosyal kaytarma alışkanlıkları olan insanlardan uzak durmakla birlikte, gerekiyorsa onlara daha kısa süreli daha az riskli işler verilmelidir. Çağlayanların suyu azdır, ama köpükleri fazladır.
  • Gruplarda sessizliği tercih eden katılımcılarla özel ilgilenilmelidir. Genellikle yalnızlığı seven grup üyelerine yalnız yapacağı işler verilmelidir. Yani taşı aşağıya yuvarlamak gibi.
  • Ana fikrimizi, “uydum kalabalığa” değil, “kalabalığa ne kadar katkı verebilirim” şeklinde düzeltmeliyiz.
  • Grup davranışlarında sorumluluklar net olarak hissettirilmeli ve vazifeler arasında geçirgenlik olmalıdır.
  • Kişilere yapılan bireysel çalışmaların etkisinin, bütünde yapacağı değişikliğe etkisinin ne kadar önemi olduğu fark ettirilmelidir.
  • İletişim doğru kurulmalıdır. Görevler birbirine örnek olacak şekilde lanse edilmelidir.
  • Meşhur takım ruhu oluşturulmalıdır. (TEAM mantığı)

Bediüzzaman’ın şu tavsiyesi ile bitirelim:

“Kur'ân'ın mecrâsından ayrılarak birleşmeyen su damlaları gibi toprağa düşmeyiniz.

Yoksa toprak gibi, sefahet ve şehvet-i medeniye sizi emerek yutacaktır.

Birleşen su damlaları gibi, Kur'ân-ı Kerîmin saadet ve selâmet mecrasında ittihad ederek, sefahet ve rezalet-i medeniyeyi süpürüp, bu vatana âb-ı hayat olan, hakikat-i İslâmiye sularını akıtınız.” (Tarihçe-i hayat, Barla Hayatı, Risale-i Nur’un Zuhuru)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum