Prof. Dr. Şadi EREN

Prof. Dr. Şadi EREN

Telepatik Mesajlar

Telepati, herhangi bir araç kullanmadan, her türden düşünce ve duygunun zihinden zihne gönderilip alınması tarzında yapılan bir haberleşmedir.[1]

Birisinden bahsederken o kişinin çıkıp gelmesi, hemen herkesçe tecrübeyle bilinen telepatik bir olaydır. Keza, muhatabımız bir konu açtığında, “Ben de şimdi aynı şeyden bahsedecektim” deyişimiz, sıkça görülen durumlardandır.[2]

Yapılan araştırmalar, hayvanlarda bile telepatik haberleşme olduğunu göstermiştir. Mesela, uzmanlar, yavru tavşanları denizaltıyla denizin derinliklerine indirirler. Anne tavşan ise, aynı anda laboratuvarda beynine elektrot bağlı olarak bekletilmektedir. Belli aralıklarla yavrular birer birer öldürülür. Her birinin ölümünde, anne tavşanın beyni tepki halindedir.[3]

Hayvanlarda bile bulunan bu telepatik güç, insanda çok daha kuvvetlidir. Özellikle, birbirleriyle ruhen ve kalben alâkadar olanlarda daha da belirgindir. Mesela, anne ile evlât, birbirinin sevinç ve ızdırablarını hissedebilmektedir. Birindeki hâl diğerine de yansımaktadır.[4] Telepatik haberleşme ikizlerde de kuvvetlidir. Öyle olur ki bunlar mektup gelmeden önce kardeşinin durumunu bilebilir, hatta onun çektiği acıyla kıvranabilir.[5]

Maşukunu delicesine seven bir âşık, şeyhinde fani olmuş bir mürid gibi bazı insanlar telepatik mesaj almada çok hassastırlar. Öyle ki, maşukunun eline batan bir iğne, kilometrelerce ötedeki âşıkta ani bir ızdıraba sebep olabilir. Kâmil bir şeyh, kilometrelerce uzaktaki kendisine bağlı müridini hiçbir vasıta kullanmadan çağırabilir.

Bazı kişilerde ise bu özellik çok daha kuvvetli olarak görülür. Özel bir hassasiyete sahip iki kişi, uzmanlar nezdinde yapılan telepatik bir tecrübede üç bin km. uzaktan birbirlerine mesaj gönderebilmişlerdir.[6]

Son devrin mümtaz müfessirlerinden Hamdi Yazır İstanbul’da talebe iken, bir gün kaldığı evin penceresinin önüne oturduğunda, birden çok sevdiği amcasını hatırlar. Bu hatırlamanın peşinden, gönlünü derin bir hüzün kaplar. Daha önceleri amcasını hep neşeyle hatırlarken bu defa böyle olması kendisini şaşırtır. O günü bir köşeye yazar. On beş gün sonra memleketinden gelen mektupta, -kaydettiği tarihte- amcasının vefatı haber verilmektedir.[7]

Bu tür telepatik olaylara şu noktadan bakabiliriz:

Nasıl ki insanın eli karşıdaki bir dağa uzanamazken, gözü ta yıldızlara kadar uzanır. Onun gibi, insan kalbindeki birtakım duygular da çok uzaklardaki bir dostuna mesaj iletebilir veya ondan mesaj alabilir. Telsizle haberleşme misali, birbirleriyle haberleşebilir.

Yapılan araştırmalar, beynin de bir tür radyo dalgaları neşrettiğini göstermiştir.[8] Modern fizikte ele alındığına göre, tabiatta bulunan her cisim etrafa manyetik dalgalar yaymaktadır. Zira madde hareketten, hareket de dalgalardan başka bir şey değildir. Birisi, başkasını ilgilendiren bir konuda düşündüğünde, beyninden etrafa yayılan dal­galar uzaktaki kişiye ulaşır. Onun beyni bu mesajı alabilir. Bu, bir nevi radyo yayınına benzetilebilir. Mesaj gönderen beyin verici, karşı taraf ise alıcı durumdadır.[9]

Özellikle, yirminci asrın ikinci yarısından sonra gelişen Parapsikoloji ilminde ele alınan bu gibi durumlar, İslâm dünyasına hiç de yabancı değildir. Hz. Peygamberin (asm) “Sizden önceki ümmetlerde ilhama mazhar kişiler vardı. Eğer ümmetimden de öyle birisi varsa, işte o Ömer’dir”[10] buyurduğu Hz. Ömer’in şu olayı, gayet meşhurdur:

Hz. Ömer, halifeliği sırasında bir Cuma hutbesinde hiçbir münasebet yokken birden “Ey Sâriye! Dağa, dağa!” der. O sırada İran’da düşmanla savaşan İslâm ordularının komutanı Sâriye, bu sesi duyar. Talimat doğrultusunda ordunun sırtını dağa yaslar ve galip gelirler.[11]

Kur'an'ın sırlarına mazhariyette hassas bir alıcı olan Bediüzzaman, talebeleriyle ve İslâm âlemiyle ilgili olayları hissetme hususunda da, son derece duyarlıdır. Mesela, şöyle der:

"Hulusî'nin bir gailesi var diye hissediyorum. Merak etmesin, Risale-i Nur'un şakirtlerine inayet ve rahmet nezâret ve himayet ederler."[12]

Hulusi Bey, Bediüzzaman'ın talebelerindendir. Orduda subay olarak görev yapmaktadır. 1938'de Dersim İsyanı sebebiyle görevli olarak isyan bölgesine gideceği sırada, tedirgin bir vaziyette iken, Bediüzzaman'ın bu mektubu eline geçer, rahatlar.[13]

Bir gün Barla'da, birkaç talebesiyle evine dönerken, birden sebepsiz "Benden ne istiyorsunuz" diye ehl-i dünyaya bağırmaya başlar. Eve geldiklerinde durum anlaşılır. Yedi-sekiz polis, evde kendisini beklemektedir.[14]

Kastamonu'da sürgünde iken, Isparta’daki talebelerine yapılan taarruzu hisseder. Haberleşme imkânı olmadığı halde, yanındaki Emin ve Feyzi isimli talebelerine der:

"Dikkat ediniz, dört cihetle bize taarruz var. Demir gibi sebat ediniz, bir halt edemezler."[15]

“Âlem-i İslam'a indirilen darbelerin en evvel kalbime indiğini hissediyorum”[16] sözü, onun bu yönünü açıkça göstermektedir. Yanında kalan talebelerinin de belirttiği gibi, Bediüzzaman'ın bedenî bir rahatsızlığı olmamakla beraber, Müslümanlar aleyhinde durumlar olduğunda rahatsız olup yatağa düşmektedir. Diğer gün, olay gazetelerde yer aldığında, işin iç yüzü anlaşılmaktadır.

Bediüzzaman'ın ifadesiyle, "şuurî ve ihtiyarî olmayan çok in'ikasât vardır."[17] Yani, kişinin şuuru ve iradesi dışında çok yansımalar olur. Mesela, sizinle ruhî münasebeti kuvvetli birisinin hastalığı, daha siz onun hastalığını bilmeden az çok size de yansır. Sizi ilgilendiren sevindirici bir gelişme, daha haber size gelmeden sizi neşelendirir.

[1] Paul Ph. D. Krafchık, Parapsikoloji, İst. Ruh ve Madde Yayınları 1981, Ter: Selman Gerçeksever s. 14.

[2] Sinan Onbulak, Ruh ve Ruhlar Âlemi, 1956. s. 56.

[3] Sheila Ostrander ve Lynn Schroeder, Rusya’da Tanrıya Dönüş, İst. Altın Yay. ts. s. 79.

[4] Ostrander, age. s. 78.

[5] Krafchık, age. s. 23.

[6] Ayhan Songar, Çeşitleme, Kubbealtı Neşriyat, İst. 1981. s. 15.

[7] Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, IV, 2920.

[8] Krafchık, age. s. 17.

[9] Mustafa Çamran, İnsan ve Allah, Ter: Kasım Seyyidoğlu, Bengisu Yayınları, İst. 1991, s. 38-39.

[10] Buharî, Fedailu Ashabi’n-Nebi, 6.

[11] Celâleddîn Suyutî, Tarihu’l-Hulefa, Beyrut Daru’l- Fikr ts. s. 117; Gazalî, İhyau Ulumi’d-Din, Mısır, Daru İhyai’l-Kütübi’l-Arabiyye ts. III, 23.

[12] Nursî, Kastamonu Lahikası, s. 14

[13] Necmettin Şahiner, Son Şahitler I, Yeni Asya Yay. İst. s. 40-41

[14] Nursî, Sikke-i Tasdîk-i Gaybî, s. 27

[15] Nursî, age, s. 180

[16] Nursî, Tarihçe-i Hayat, s. 137

[17] Nursî, Barla Lahikası, s. 249

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum