Sıfır merkez ve hakiki eşitlik

Yenilenen, değişen bir sistem, akan bir nehir gibi kirini temizler, ruhunu tazeler ve yeni ihtiyaçları idrak eder.
Bunu başarmanın yolu, merkezi yapıların güçlü konumunu halka ve tabana devretmekten geçer.
O zaman tabanın sesi tavan olur, yerinde gelen ses yerine ulaşır. Yani adem-i merkeziyet olur ki, merkezin prangaları tabana yansımaz.

Yöneticilerin “çoban” olduğu, raiyetlerinden sorumlu oldukları ve başkan değil hizmetkar oldukları bir sistem.
Fedakar, memleket meselelerinden veya sorumluluk şuurundan gözlerine uykunun girmediği o derin vicdanların açık ve yerli yönetimleri…
Böyle olunca ne olur?
Problemler mahallinde çözülür. Merci, yörenin, bölgenin, birimin kendisi olur.  “Tepe” denilen yönetim biçimi, izafidir/göreceli olur. Yönetim sorumluluğu olarak bir irade, hakkaniyet ve şefkat şemsiyesine dönüşür.

Böyle bir sistemde, kimse lütufkar ve buyurgan değildir. “Tımar” edilecek bir ahali de yoktur. “Belletilmiş” doğrular ise hakikat karşısında tartışmaya açık konular olarak önümüzde durur ve eleştirisi yapılabilir. İnsaflı bir tenkide en çok sorumlular muhtaçtır. 

Bu durumda, sadece hakikat, eşitlik ve “hakiki kardeşlik” vardır.
Hakiki kardeşlikte, dikey hiyerarşi, yani “baba-oğul, şeyh-mürit” mesafesi sıfırdır. Biri yukarıda, diğeri aşağıda, biri belirleyici, diğeri pasif değildir.

“Aramızdaki münasebet, hakiki kardeşlik vasıtalarıdır” düşüncesi ve pratiği, sıfır merkez şuurudur.
Artık, dikey mesafe sıfırdır. Yukarıdan bakan, sorgulayan, hak-hukuk sınırını kendisi tayin eden, imtiyaz kullanan, gücünü ve yetkisini maddi-manevi otoriteye dönüştüren bir belirleyici şahıs veya zümre yoktur.
Çünkü mesafeyi gerektiren bir baskı aracı söz konusu değildir.

Hakiki kardeşlikte, yatay iletişim söz konusudur. Ru be ru/yüz yüze adaletli bir paylaşım ve tabanın/ahalinin taleplerine cevap veren ve işini yapmak dışında “kurtarma” rolleri ile “kotarma” gayretleri olmayan bir işçilik söz konusudur. Yöneticilik=işçiliktir.
“Adalet namazında kıbleye durmak” böyle bir şey.

Hased, kıskançlık, zulüm, negatif rekabet, itham, dışlama, ötekileştirme/berikileştirme ve psikolojik taciz ve ufunetin sınır dışı edildiği bir ortamın eseri olan “iç güvenlik” ve huzur geçerlidir. Nefsin yerine hakkın etrafında billurlaşma ile her şeyin şeffaf olduğu bir sistem ve tabanın sorgulaması baz alınır.

Böyle bir sistemde, bağımlılık yoktur, bağlılık vardır. Şahıs yoktur, sistem vardır. Şahsiyetçilik pervanesine takılan geçicici rüzgarlar da dikkate alınmaz. Çünkü klimatize edilmiş bir iklim vardır.

Isı, çevreye göre düzenlenmiş, iklim şartları göz önüne alınmış, mekanın ve sakinlerin isteklerine göre düzenlenmiş bir ısı ayarı mevcuttur.

Bir de tersini düşünün: Biri klimanın  başına oturmuş, kış soğuğunda terleyen hasta bünyesini serinletmek için  herkesi üşütme bahasına içeriye “kar savurttuğu” bir  soğukluk ve zatürre  eden belirleyici  bir tutum, tek kelimeyle “müstebit” bir tezahürdür. Önce beden ve ortam sonra zihinler üşür böylesi bir soğuklukta.

Üşümeye razı olanların, o demde kayda değer yaptıkları bir şey yok aslında. Söylemek yerine söylenmeyi tercih edenlerin, kış ortasında soğuyan odaya izah getirme garabetleri de “hikmet” sayılmayacak kadar hakikati inciten bir haldir.

Sistem, bir müessese veya iktidar gücünü elinde tutma ve paylaşma aracı değildir.
Sistem, işbölümüdür/taksimül amal. Yetki dağıtmaktır. Yetkilerin en özgür kullanılma yeteneğidir.

Sistem, işbirliğidir/teşrik-i mesai. Ehliyetli ve yetkili olanların bağımsız bir şekilde ve eşit şartlarda görevlerinin üst basamaklarını ortak bir akıl ve vicdanla yürütme kapasiteleridir.

“Birbirine müzahir ve müdavim” olma durumudur. Herkes, “hem hakim, ham mahkum, hem eşittir” pozisyon ve görev maslahatına göre.
İşte meşru hürriyet alanı ve hayat bulan ihtisas/uzmanlık ve ona dayalı meşveret/yasama ve işçisini/yöneticisini seçip temsilci/sorumlu tayin eden seçim ve seçilme iradesinin doğuracağı müzakereci/katılımcı demokrasi budur.

Başkasının malına, hukukuna, vicdanına, oyuna, değerlerine hizmet ettiğini düşünenlerin vebali çok büyüktür. Konumlarına ve kurumlarına bu gözle bakarlarsa, İslam’ın emrettiği tevazu ve sıfır merkezin neresinde olduklarını bir daha muhasebe edeceklerdir.

“Bağırıp-çağırma” ve baskılama, bir yöntem, sistem ve usul değildir. Manevi bile olsa baskının ikna ettiği ve geçici etkilediği politik karakterlerin mizaç etkisi ise, konuşmaya bile değer konular değildir.  

“Said yoktur, Said’in kudret ve ehemmiyeti de yoktur” denilen sıfır merkez.
Temennimiz, sıfırlanacağımız güne hazırlanmak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum