San Francisco’dan gelen demokrasiyi NATO darbeleriyle çökertme operasyonları

Bir Hak ve Halk Bilgesi: Mehmet Fırıncı-2

(Katre Uluslararası İnsan Araştırmaları Dergisi’nde yayınlanan yazı)

Tarihi olayları arka planıyla ele almak merhum Mehmet Fırıncı’nın özelliklerinden birisi idi. Türkiye’nin tek partiden çok partili demokrasiye geçişiyle ilgili yaklaşımı bunun örneğidir. Ona göre, Türkiye’nin çok partili hayata geçişinde San Francisco’da başlayan “Birleşmiş Milletler” (BM) Teşkilatının kuruluş çalışmalarının belirleyici rolü vardı.  Almanya ve Japonya, II. Dünya Savaşından mağlup çıkınca, galip devletlerden ABD, İngiltere ve Fransa’nın önderliğinde 28 Şubat 1945 tarihinde Birleşmiş Milletler (BM) Teşkilatının Kuruluş Sözleşmesini imzalamak üzere San Francisco’da bir konferans düzenlendi. Türkiye savaş dışı bir tutum izlediği ve bu ülkelerin safında yer almadığı için BM toplantısına davet edilmedi. Almanya ve Japonya’ya savaş açması halinde toplantıya davet edileceği söylenince, Türkiye 23 Şubat 1945 tarihinde bu iki ülkeye alelacele savaş kararı aldı. Bunun üzerine 28 Şubat 1945 tarihli toplantıya kurucu üye olarak davet edildi. Böylece Türkiye, hem Birleşmiş Milletlerin kurucu üyesi oluyor, hem de Batı Blokunda yerini alıyordu. Ayrıca Türkiye için çok partili hayata geçiş süreci başlıyordu.

Türkiye’nin BM üyeliği, aynı zamanda Sovyet lideri Stalin’in saldırgan politikalarıyla aynı döneme rastlamıştı. 2. Dünya Savaşından sonra başlayan Sovyet tehdidine karşı Türkiye, güveliğini Batı blokunda arama ihtiyacı duydu. Bu arayışa cevap olarak ABD Başkanı Truman, “ABD’nin sınırları Kars ve Ardahan’dan başlar” şeklindeki meşhur açıklamasını yaptı. Merhum Fırıncı’nın yeri geldiğinde hep tekrar ettiği bu sözden sonra Batı ile Türkiye arasındaki güvenlik ilişkisi, 1952’de NATO üyeliği ile somutlaşan ittifaka dönüştü.

İttifaklar, şüphesiz karşılıklı yarar ve fedakârlık dengesi üzerine kurulur. Muhtaç olduğunuz nispette taviz verir, güçlü olduğunuz ölçüde şart dikte edersiniz. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’den Kars ve Ardahan’ı, Boğazlarda da üs kurma hakkı verilmesini isteyen Rusya karşısında Türkiye’nin dış güvenliği tehdide maruzdu. Rusya’nın saldırgan politikalarından kaynaklanan büyük güvenlik riski vardı. NATO’nun 1949’da kurulması üzerine, biri CHP, diğeri DP tarafından kısa aralıklarla iki defa üyelik başvurusu yapıldı. Türkiye’nin NATO’ya yük olacağı gerekçesiyle başvurular reddedildi. Fakat Türkiye’nin 1951 yılında Kore Savaşındaki askeri dirayeti NATO’ya alınmasında önemli katkı yaptı ve 1952 yılında üyeliğe kabul edildi. NATO, iki kutuplu dünyada “Kızıl kuşak tehlikesi” gerekçesiyle komünizmin yıkıldığı 1990’lara kadar, iktidar ve muhalefet açısından müttefik olma özelliğini korudu.

Geçen asrın ortalarında bölgesel güvenliğimiz için üyeliğine ihtiyaç duyduğumuz NATO, coğrafi konumu sebebiyle Türkiye’nin üyeliğinden hep hatırı sayılır yararlar sağladı. Türkiye’nin devamlı NATO güdümünde kalması için, işi demokrasinin köküne kibrit suyu dökme noktalarına getirmekten hiç geri kalmadı. Menderes Hükümetinin çok yönlü dış politika arayışları bir NATO operasyonuyla engellendi. Silahlı Kuvvetlerde 27 Mayıs 1960 darbesini yapan ekibin ilk işi, NATO’ya bağlılık güvencesi vermek oldu. CIA’nın arşiv kayıtları açıklandığında, 27 Mayıs 1960 darbesinin arkasında ABD’nin bulunduğu yarım asır sonra ifşa ve itiraf edildi.

Keza 12 Mart 1971 Muhtırasının, 12 Eylül 1980 darbesinin, 28 Şubat 1997 sürecinin ve nihayet 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüslerinin arkasında hem ABD hem de NATO’nun bulunduğu artık sır değil. Aksine 15 Temmuz sabahı NATO karargahından, “Türkiye’deki partnerlerimizi kaybettik, üzgünüz” anlamında açıklamalar yapıldı. Kısaca Batı ile ittifak ilişkisinin Türk Demokrasisine tuzak ilişkisine döndüğü bir süreçten geliyoruz. Merhum Mehmet Fırıncı, 15 Temmuz darbe gününden itibaren bir ay devam eden “Demokrasi Nöbetleri”nde, meydanlarda toplanan kitlelere bu gerçekleri de anlatıyordu.

Ortak toplumsal yararları söz konusu olduğunda farklılıklarını bir tarafa bırakarak bütünleşeme yeteneğini dünyaya gösteren toplum yapımız, müttefikten ziyade husumete bürünen Batı’nın Türkiye karşıtı tutumunu, şiddetli ve derin bir tepkiyle izliyor. Türkiye’nin bileğini bükerek ehlileştirme arayışı dileriz ki, Batı’da süratle karşılıklı yararları gözeten sağduyulu rasyonel bir ilişkiye dönüşür. Mehmet Fırıncı’nın ders aldığı kitaplar, böyle durumlar için der ki, “Husumet ve adavetin vakti bitti. İki Harb-i Umumi adavetin ne kadar fena ve tahrip edici ve dehşetli zulüm olduğunu gösterdi. İçinde hiçbir fayda olmadığı tezahür etti.”

Artık Batı’nın, sömürge politikalarıyla aldığı sonuçlar geride kaldı. “Batı’da barut bitti, bitiyor.” Batı, Sömürgeci inisiyatifini kaybetme kaygısı yaşıyor. Batı’nın İslam ve Türkiye karşıtı telaşı büyük ölçüde bu kaygıdan kaynaklanıyor. Eski halin devamı için kolonyal “dostlar” arıyor. Artık insanlığa ağır bedeller ödeten yayılmacı savaşların acısını değil, barış ve dayanışmanın nimetlerini paylaşmayı bilmek ve kabullenmek gerekiyor. İnsanlık vicdanı bunu arıyor, bunu istiyor. Türkiye bu vicdanın ümidi olarak öne çıkıyor. Ne var ki, bir yanımızda, San Francisco Konferansıyla kapısını araladığımız çok partili demokrasiye tuzak kuran, darbeci militer odaklara yardım ve yataklık yapan bir NATO duruyor. Diğer yanımızda, CIA’sıyla Türkiye’deki vesayet odaklarını kullanarak darbeleri gelenek haline getirmiş bir ABD bulunuyor. Türkiye’nin, halen siyaseten müttefik olduğu bu yapılar, Türkiye’ye dost mu, düşman mı, buna karar vermek konumundadırlar.

(Devam edecek)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.