Said Nursi’nin Rüya Konusunda Tespitleri-2

Üçüncü Hikmet: Hadîs-i sahih ile nübüvvetin kırk cüz’ünden bir cüz’ü nevmde rü’ya-yı sadıka sûretinde tezâhür etmiş. Demek rü’ya-yı sadıka hem haktır, hem nübüvvetin vezaifine taallûku var. Şu üçüncü mes’ele, gayet mühim ve uzun ve nübüvvetle alâkadar ve derin olduğundan, başka vakte tâlik ediyoruz; şimdilik o kapıyı açmıyoruz.

Rüya konusunun vahiy ve sistematiği ile ilgili temel bir ilişkisi bulunuyor. Sahih hadislerde bildirildiği üzere nübüvvet yani gaybdan sâdık haber getirme sistemi 23 yıl devam etti. Bunun 6 ayı yanı 1/46’sı rüyalar şeklinde gerçekleşiyordu. Bunlar sâdık rüyalardır. Fakat gündüzün aydınlığı gibi, gerçekleşecek hadiseyi aynen görme şeklinde tezahür ediyordu. Ki bu tarz rüyalar, rüyaların en ileri seviyesidir.

Başka hadislerin bildirdiği üzere sâdık rüyalar şeklinde, gaybdan haber alma kıyamete kadar devam edecektir. Bu tarz sadık rüyaları görebilmek için kişinin nebiler gibi sıddık olmaları, doğrulukta zirveleşmeleri şarttır. Hayatında yalan olan insanlar yalancılığının derecesine göre sâdık rüya görme imkânından mahrum kalırlar. Fakat doğrulukta ilerleyen kişiler sâdık rüyalar ile Kur’an âyetlerinin sırlarını, aslî manalarını görebilirler. Kâinata ve insana, geçmiş ve gelecek zamanlara, Allah’a ve Ahirete dair vahyin ruhuna uygun hakikatleri rüyalar yoluyla sembolik de olsa alabilirler.

Vahiyler, yaşanmış cüz’î hadiseleri, evrensel külli manaların prototipi olarak ele aldığı, bütün zamanlara hitap eden bir hayat formatı olarak gösterdiği, her insan ve cin vahiylerdeki anlatılan kıssalardaki hayat mod’una kişisel hayatında girdiği ve o kodu yaşadığı; aynı mantık rüyalarda da geçerli olduğundan rüya dilini bilen bir kişi vahiylerin de bu şifrelerini çözebilir. Carl Jung vahiy, rüya ilişkisini “Din, insanlığın doğru çıkmış rüyasıdır” diyerek ifade eder.

Rüyaların bu yönlerine dair birkaç rüya ve tabiri:

1. Örnek Rüya: Bir arkadaşım anlattı. Rüyada ona deniliyor ki: “Kur’an’ın surelerinin bazılarının başında bulunan Elif-Lâm-Mim gibi Huruf-u Mukattaalar, ezeliyeti ifade eder; ondan sonra gelen kısım ise ebediyeti… Sonra uyanıyor.”

Bu rüya Kur’an’ın doğru ve tam anlaşılması açısından bir anahtar vazifesi görüyor. Birkaç madde halinde bu rüyayı anlayabiliriz:

a) Huruf-u Mukattaalar, ezelî şifrelerdir. Surenin devamı ise, ebedî surette o şifre ve hakikatlerin yaşanılmasını ifade eder.

b) Kur’an ezelden gelmiş ve ebediyen devam edecek bir düzeni ifade eder.

c) Kur’an kelimelerden meydana gelen cümlelerden oluşur. Kelimeler ise, harflerden oluşur. Bu manada kelimeler ezelî olmasa da, harfler ezelîdir.

d) Kur’an bütün zaman ve mekanı, evveli ve âhiri, zâhiri ve bâtınıyla kuşatan İlâhî ilimden gelmektedir.

e) Bakara suresi 286 ayettir. İlk âyeti Elif-Lam-Mim’dir. Bu manada Bakara suresinin 285 ayeti, Elif-Lam-Mim’in içindedir. Elif-Lam-Mim ezelî çekirdek, Bakara suresinin devamı ise, bu çekirdekten çıkan ebedî ağaçtır.

Bütün bu yönleriyle diyebiliriz ki, bir kişinin ilmi arttıkça, sözü azalır. Az sözle çok manayı ifade eder. İlim zirve yaparsa bir cümleye kitapları sığdırabilir. Daha ileri seviyeye yükselirse bir kelime ile kitap kadar manayı anlatır. İlim sonsuzlaşırsa harflerle her şeyi anlatır. Elif-Lam-Mim gibi…

2. Örnek Rüya: Bir adam dönemindeki ünlü bir yorumcuya başvurarak rüyasında “Buğdayı arpa ile beraber sattığını” söylemiş ve yorumlamasını ister. Yorumcu da:

“Sen, Kur’an’ı şiir ile değiştirdin” diye yorumlar. Bu rüyada buğday, Kur’an; arpa ise, şiir olarak te’vil ediliyor. Rüyayı te’vil edenin anahtar bilgisi, Arapça’da arpanın, şaîr olmasıdır. Ki şiir ile, şaîr aynı köktendir. Bu kelime kökü ilişkisinden yola çıkarak rüyayı sahih şekilde te’vil ediyor. Bu her iki bitki de, hububat cinsidir. Fakat en makbul ve revaçta olanı, buğdaydır; arpa ise ikinci derecededir. İnsanlar buğdayın bol yetiştiği yerlerde arpayı, hayvanlarına özellikle binek hayvanlarına yedirirler. Bu manada buğday ve ondan üretilen un ve ekmek, rüyalarda imanın sembolüdür. Buğday da, iman hakikatlerinin çekirdeği ve temeli anlamında, Kur’an ve vahyin sembol olmuştur. Çünkü ümmet-i Muhammed için Kur’an, önceki ümmetler için Tevrat, İncil, Zebur ve diğer mukaddes kitap ve sahifeler iman hakikatlerini içeren birer çekirdektirler.

Bu rüya der ki, Arabistan gibi sıcak memleketlerde vahyin, insanın duygularına hitap eden şuur dolu buğday-vari mesajları olmadığı durumlarda insanlar, duygularına da hitap eden şiir ve müzik arpasına revaç gösteriyorlar. Cahiliye dönemindeki 7 Askı Şairi meselesi buna tarihi ve edebî delildir. Bu rüya Fetih suresindeki “Muhammed Allah’ın resulüdür. Onunla beraber olanlar da kâfirlere karşı sert, kendi aralarında merhametlidirler. Onları, Allah’ın lütuf ve rızâsına talip olarak hep rükûda ve secdede görürsün. Secdenin tesiriyle yüzlerine simaları oturmuştur; Tevrat’ta onlar için yapılan benzetme budur. İncil’deki misalleri ise bir ekindir: Çiftçileri sevindirmek üzere filiz verir, onu güçlendirir, kalınlaşır ve kendi sapları üzerinde durur. Onlar (müminler) yüzünden kâfirler öfkeden kahrolsunlar diye (böyle olmuştur). Onlar arasından iman edip dünya ve âhirete yararlı işler yapanlara Allah bir bağışlama ve büyük bir ödül vaad etmektedir” âyetinin anahtarıdır.

Bu rüya âliminin verdiği anahtarla bakılırsa âyetteki buğday, vahiy ve Kur’an’dır. Çiftçi ise, Allah’ın Resulüdür. Tarla ise, Asr-ı Saadet toplumu, Sahabelerin kalbi ve fıtratlarıdır. Şefkatli resulün irşadıyla, Kur’an buğdayını kalb ve fıtrat tarlalarına kabul eden, ibadet ve cihadın feyiz suyuyla onu büyüten ve kâfirlere karşı dimdik duran bir ekin hale gelen her bir sahabe, “yaşayan bir Kur’an” olarak sosyal bir kişilik kazandı. Âyette “çiftçilerin sevinmesi”nden bahsedilmesi de gösterir ki, bütün geçmiş peygamberlerin ruhları, Son Maneviyat Çiftçisi olan Hz. Muhammed’in (ASM) elinde sahabelerin kemale ermesini görmekte, bu hale hak, hakikat ve insanlık namına sevinmektedirler.

Said Nursi rüyaları şöyle kategorize eder:

Dördüncü Hikmet: Rü’ya üç nevidir: İkisi, ta’bir-i Kur’ânla http://www.nur.web.tr/Include/images/kulliyat/aimg/MEKT/i491.gif da dâhildir; ta’bire değmiyor. Ma’nası varsa da ehemmiyeti yok. Ya mizacın inhirafından kuvve-i hayaliyye şahsın hastalığına göre bir terkibat, tasvirat yapıyor; yahut gündüz veya daha evvel, hatta bir-iki sene evvel aynı vakitte başına gelen müheyyic hâdisatı, hayal tahattur eder; ta’dil ve tasvir eder, başka bir şekil verir. İşte bu iki kısım http://www.nur.web.tr/Include/images/kulliyat/aimg/MEKT/i491.gif dır, ta’bire değmiyor.

Bediüzzaman bu Nükte’de rüyaların 3 tür olduğu şeklinde, sınırlarını çiziyor. Bu 3 türün 2 tanesinin Kur’ani tabirle “adğas-ı ahlam” yani düşünce demetleri olduğunu ifade ediyor. Her rüya gibi bunlar da bir konuya dair bilgi verici veyahut bilgiye göre şekillenici bir mahiyet arz ettiklerinden bir mana sahibidirler. Fakat Bediüzzaman “Bunlar tabire değmiyor. Manası varsa da önemi yok” diyor. Bunun sebebi insan hayatıyla ilgili çok cüz’î konularla alakalı olmaları; genel rüya karakteri gibi bir çözüm sunmayıp arşivlerin hatırlanması şeklinde bir yapıya dayanmalarıdır. Bu tarz rüyaları Bediüzzaman sağlık problemlerinin veyahut fiziksel ihtiyaçların sevkiyle görülen rüyalar olarak 1. Sınıfta ele alır.

Mesela çok susuzluktan dolayı görülen, akarsuların bulunduğu rüyalar gibi… Veya açlıktan dolayı uyku esnasında midesi kazınan birinin hayal gücünün sanal bir tatmin manasında çeşitli yiyecekleri tasvir etmesi gibi… Bazen de cinsel ihtiyacın tavan yaptığı durumlarda görülen rüyalarda oluğu gibi… Ki bunlara “adğasu ahlam” ile aynı kökten olarak “ihtilam rüyaları” adı verilir. Yeme ve içme ihtiyacında, fizyolojik yapıya dış dünyadan madde girişi olduğundan bu tarz yeme-içme rüyaları tatmin edici değildir. Fakat cinsellik hormonal yapının uyarılması neticesinde vücudun salgıladığı ifrazatın dışarı atılması olduğundan ihtilam rüyaları, gerçek bir tatmin sağlar. Bu manada yeme-içme rüyalarından ayrılırlar. Cinselliğin yol açacağı tehlikeleri engellemek için bu tarz rüyalar insan fıtratına konulmuş İlâhî bir menfez ve rahmettir. Büyük rüya âlimi İmam Câfer-i Sâdık, rüyaların fiziksel bir etkisi olmadığını savunan bir Hintliye ihtilam rüyalarının verdiği fiziksel hazzı misal göstererek onu ilzam etmiştir.[1]

Bediüzzaman bazı durumlarda ise “kişi, yaşadığı hastalık veya rahatsızlığın verdiği acıları tasvir eden rüyalar görebilir” der. İşârâtü’l-İ’caz isimli kitabında ruh-beden ilişkisini bu konuya dair bir misalle örneklendirerek kabir azabının hak olduğuna bir misal olarak gösterir. Şöyle söyler:

“Senin yanında uyumuş bir şahsın, sâkin ve sâkit (sessiz) vaziyetinde iken, teemmül eyle (derince düşün) ki, yatmış olan o şahıs, kendi âleminde mukatele (öldüresiye savaşma) ve mudarebe (birbirine darbe vurma) ile meşgul olduğu ve yaralar adlığı, ya da yılan kendisini sokmuş ta teellüm (acı) duymakta olduğu bir hal içerisindedir. Sen onunla, uyku âlemine girip konuşabilse idin ve kendisine diyebilse idin ki “Ey arkadaş! Sıkılma ve üzülme ve gazablanma! Zira senin bu halin bir rüyadır. Hakikat değildir.” deyip, bin yemin de etseydin; sana inanmayacak ve dönüp sana diyecekti ki: “Yahu! İşte bak, şu elemim beni acıtıyor ve şu yaram beni incitiyor. Hem bak, şu elinde kılınç olan adamı ve bana hücuma geçen şu yılanı görmüyor musun?” Evet, uyanık âlemde bir omuz ağrısı, ya da bir baş nezlesi gibi mânâlar; rüyada yaralayan bir kılınç olarak tecessüm eyler ve şahsın kalbini inciten hıyanet mânâsı, bir yılan suretinde tasavvur ettirilir. Çünki bu da elem, o da elemdir.”[2] 

Bazı durumlarda ise kişi, yatılan ortamın soğuması ve kişinin üstünün açılması neticesinde hayal gücünün tasvir ettiği manzaralar görebilir.

Mesela uyurken üstü açıldığı için üşüyen ve soğuğun sağlık durumunu bozabileceği bir ortamı yaşayan kişinin rüyada kendisine bir şeytanın musallat olduğunu görmesi gibi…  Evet insan sağlığını bozan ve insanı ölüme götüren şeyler, şeytani bir hüviyet sergilerler. Bu cihetten rüyalarda şeytan olarak görünürler. Böyle bir rüya bir yakınım tarafından görülmüştü.

Bu rüyalar mevcut an ile sınırlı bir rüya tarzıdır. Bediüzzaman bu sınıf rüyalarda hayal gücünün çeşitli arşiv görüntülerini terkip ve tasvir yaptığını ifade eder. Dikkat edilirse ve kişisel hayat bilinirse bu rüyaların mahiyeti anlaşılabilir. Günümüze kadar milyarlarca bu tarz rüyalar görülmüştür, bu günden sonra da görülmeye devam edilecektir.

2. Sınıf rüya ise kişinin yaşadığı günkü heyecan verici hadiselere veya birkaç gün evvel ve hatta birkaç sene evvel yaşanmış ve aynı vakitte görülmüş heyecan verici hadiselerin uyku esnasında hatırlanması ile görülen rüyalardır. Üstad Bediüzzaman bu sınıf rüyalarda hayal gücünün, yaşanan hadiseyi güncel şartlara uyarlayarak tasvir ettiğini ifade eder. Bu tarz rüyalar duygularla rüyalar arasında kuvvetli ilişki bulunmasına dayanır. İnsanın duyguları gayb ve şehadet âlemlerine açıktır. Bu açıklık uyku esnasında alabildiğine serbest kalır. Derin uyku halinde, kişi şuur-üstünden tam manasıyla koptuğundan duygular, şehadet âlemine ve bu âleme ait hafıza kodlarına kapanırlar. Gayb âlemi kodlarını içeren kalb ve ruh gibi enfüsî; misal âlem ve berzah âlemi gibi âfâkî boyutlara açılır. Ki bunlar gerçek rüyalar sınıfındaki rüyaların görülme ânıdır. Fakat kişinin derin moddan çıkıp, uyku esnasında dış çevre ile temasa geçtiği, uyanmak için bir ses veya gürültü gibi bir bahane beklediği esnada hayal gücünün aktif olması durumlarında ise bu 2. Sınıf rüyalar görülür. Bu durumlarda insan beyni düşünme faaliyetindedir. Hafıza ve hayal gücü çalışırken ve arşivler içinde dolaşırken, duyguların yoğunlaştığı hadiseler göz önüne gelir. Çok yoğun duygusallık yaşanan yıllar öncesi o güne denk gelen hadiseler hatırlanır. Bu konuya misal olarak 1994-1995 yıllarında art arda gördüğüm aynı rüyayı misal verebilirim.

O yıllarda yatılı bir lisede okumaktaydım. Okulumuz kare şeklindeydi. Ortasında ağaçlık bölgeler, aralarında yollar vardı. Yatakhaneden sınıflara o yollardan geçilerek gidilmekteydi. Rüyada görüyorum ki UFO’lar gökten okula iniyordu. Onların inişini seyrediyordum. 2 veya 3 tane UFO idiler. 1995 yılında bu rüyayı görmüş ve rüyada kendime şunu demiştim: “Ben bu rüyayı bir defa daha görmüştüm.” UFO’ların gelmesi gibi garip bir hadisenin verdiği heyecanla uyandım. 

Rüyayı Mart-Nisan ayları gibi görmüştüm. Önceki gördüğüm zaman da aynı aylardaydı. Üstad Bediüzzaman, bu tarz rüyalar değil aynı ay hatta aynı günde tekrar görülür, diyerek bir sistematik yapıyı bize açıyor.

Bu tarz rüyalar, genelde derinlikten yoksundurlar. Hafıza ve hayal içinde gezinmektir. UFO rüyasında olduğu gibi bazıları ise derinliklidir. Ki bu tekrarlanan rüyalar, yaşanan rutin bir hadisenin habercisi veya çözülmemiş bir problemin devam ettiğinin bir uyarısıdır da denilebilir.

Bu 2 sınıftaki rüyalar, bilim dünyasından biyolog ve nörologların rüyadan anladığı kısımdır. Bu sahada çeşitli deneyler yapmaya devam ediyorlar. Hatta Freud gibi materyalize bir psikoloji öngören doktorlar da aynı şekilde rüyalara yaklaşıyorlar. Freud’un “Rüyaların Yorumu” kitabında gördüğümüz üzere…

(Devam edecek)

[1] Bakınız, Hüseyin Destgayb, İnsan Yayınları, Nefs-i Mutmainne.

[2] İşârâtü’l-İ’caz, Bakara Suresi, 28. Âyet.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum