
Prof. Dr. Şadi EREN
Risale-i Nur ve Fıkhî Hükümler
Kanunların uygulanmasıyla dinin uygulanması arasında önemli bir fark vardır. İnsanların çoğu cezadan çekindiği için kanunları uygular. Ama dinî hükümleri -dünyevi bir ceza olmadığı cihetle- vicdanından ve imanından hareketle uygular. Vergi ve zekât buna güzel bir örnektir. Devlet, verdiği hizmetlere mukabil vatandaşından vergi alır. Vergiyi alırken bunu vicdanlara bırakmaz, vergi vermeyenleri veya eksik verenleri takip edip cezalandırır. Zekât ise -günümüz şartlarında- tamamen vicdanlara bırakılmış dinî bir vecibedir. Devlet vatandaşın zekât verip vermemesini takip etmez. Bu durumda zekâtını verenler tamamen vicdanlarıyla baş başadır. Kuvvetli imana sahip bir mümin “bu Rabbimin emridir. Fakirin benim üzerimdeki hakkıdır” der, gönül rahatlığıyla zekâtını verir. Hatta ticari kazançtan kırkta bir, tarladan elde edilen mahsullerden öşür, yani onda bir şeklindeki dinin belirlediği asgari miktarları aşar, daha yüksek oranlarda vermeye çalışır.
İşte mümin kimseye, -malı sevmesine rağmen- malından bir miktarını zekât olarak verdiren güç, onun imanıdır. İman bir iddiadır, salih ameller ise bunun bir isbatıdır. Kışın geleceğine inanan kimse nasıl yazın sıcağında o soğuk günler için odun-kömür gibi ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyorsa, ahiretin geleceğine inanan bir kimse de elbette orası için geçer akçe olan amelleri yapmaya çalışacaktır. Diyebiliriz ki, dinin emrettiği ameller, iman zemininde neşv ü nema bulacaktır. İman zayıf olduğunda ise, -çorak arazide bir şey bitmemesi veya bitenlerin de pek işe yaramaması misali- dinin amelî, yani uygulamalı boyutu zayıf ve mühmel kalacaktır.
Bediüzzaman özellikle imanî konulara ağırlık vererek böyle bir zemini meydana getirmenin gayreti içindedir. O, -mesela- fıkhî bir mesele olan “hangi maldan ne kadar zekât verilir” konusunu ele almaz, ama “zekât niçin verilmeli, zekât vermede nelere dikkat edilmeli” konularına eserlerinin farklı yerlerinde temas eder, okuyucularına “evet, zekât vermeliyim. Bu hem Rabbimin emridir hem de imkân sahibi olmamın bir gereğidir” dedirtir.[1]
Keza O, “namaz nasıl kılınır?” konusuna girmez, bunu Fıkıh ve İlmihal kitaplarına havale eder, ama “namaz niçin kılınmalı?” sorusuna ciddi ciddi yönelir, buna cevap olarak risaleler telif eder. Mesela Sözler isimli en hacimli çalışmasında 4. Sözde söze şöyle başlar:
“Namaz, ne kadar kıymettar ve mühim, hem ne kadar ucuz ve az bir masraf ile kazanılır, hem namazsız adam ne kadar divane ve zararlı olduğunu, iki kere iki dört eder derecesinde kat'î anlamak istersen; şu temsilî hikâyeciğe bak, gör…:”
Devamında anlattıklarıyla da muhatabına namazı sevdirir, “evet, ben Allah’ın benden istediği bu emri yerine getirmeliyim” dedirtir.[2]
9. Sözde söze şöyle başlar:
“Ey birader! Benden, namazın şu muayyen beş vakte hikmet-i tahsisini soruyorsun. Pek çok hikmetlerinden yalnız birisine işaret ederiz.”
Devamında yedi sayfa halinde “niçin günde beş defa namaz kılıyoruz?” sorusunu gayet ikna edici bir şekilde vuzuha kavuşturur.[3]
21. Sözde söze şöyle başlar:
“Bir zaman sinnen, cismen, rütbeten büyük bir adam bana dedi: "Namaz iyidir. Fakat her gün her gün beşer defa kılmak çoktur. Bitmediğinden usanç veriyor." O zâtın o sözünden hayli zaman geçtikten sonra, nefsimi dinledim. İşittim ki, aynı sözleri söylüyor ve ona baktım gördüm ki; tembellik kulağıyla şeytandan aynı dersi alıyor. O vakit anladım: O zât o sözü, bütün nüfus-u emmarenin namına söylemiş gibidir veya söylettirilmiştir. O zaman ben dahi dedim: "Madem nefsim emmaredir. Nefsini ıslah etmeyen, başkasını ıslah edemez. Öyle ise, nefsimden başlarım. "Dedim: Ey nefis! Cehl-i mürekkeb içinde, tembellik döşeğinde, gaflet uykusunda söylediğin şu söze mukabil beş ikazı benden işit.”
Devamındaki dört sayfada namaza karşı nefsin tembelliğini yenecek esasları ders verir.[4] Ardından yine dört sayfa halinde namaz kılanların maruz kalabildiği vesvese konusunu ele alır, bu rahatsızlığı kökünden kesecek esasları zikreder.
Öyle görülüyor ki, meselenin kayyumu imandır. İman varsa ve kuvvetliyse, amel de vardır. Bundan dolayı Bediüzzaman bütün mesaisini iman üzerinde yoğunlaştırmıştır. Kendisi bunu eserlerinin değişik yerlerinde nazara verir. Mesela şöyle der:
“Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok… Bütün vaktimi ve hayatımı, hakaik-i imaniye ve Kur'aniyeye hasr ve vakfetmişim.”[5]
“Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeğe, imanımı kurtarmağa koşuyorum.”[6]
FIKHÎ HÜKÜMLERİN AHLAKÎ ZEMİNİ
İnsanın fizikî yapısı için halk, manevi yapısı için hulk kelimeleri kullanılır. Ahlak, hulk kelimesinin çoğuludur. Ahlâk hem iyi hem kötü huyları hem fazilet hem de rezîletleri ifade etmekte kullanılır. İyi huylar ve faziletli davranışlar hüsn-i hulk, mehâsin-i ahlâk, mekârim-i ahlâk, ahlâk-ı hasene, ahlâk-ı hamîde gibi kavramlarla ifade edilirken, kötü huylar ve fena hareketler de sû-i hulk, ahlâk-ı zemîme, ahlâk-ı seyyie gibi kavramlarla karşılanır.[7]
Bediüzzaman şöyle der:
“Fıtrat-ı insan bir mezraa hükmündedir ki, secaya-yı hasene temayülat-ı şerriye ile beraber, daneler gibi dest-i kaderle içinde ekilmiştir. Bu daneler neşv ü nema bulmak için bir suya muhtaçtır.”[8]
İnsanın mahiyet tarlasında hem iyilik tohumları hem de kötülük tohumları vardır. Kötü tohumları yeşertmemek ve iyi tohumları sümbüllendirmek suretiyle insan iyi bir ahlaka sahip olur. Din, insandaki iyilik tohumlarını sulamakta ve hayattar kılmaktadır. Zaten kötü huylardan arınmak ve iyi huylarla donanmak ahlakın iki mühim esasıdır. Cimri değil cömert olmak, yalan değil doğru söylemek gibi davranışlar iyi ahlak olarak değerlendirilir. İnsanı bu iyiliklere sevk edecek en önemli saik, her şeyden önce dindir. Zira din, bütün kötü davranışları "günah", bütün iyi davranışları da "sevap" olarak bildirir. İnsanın tabiatında iyi ahlakın nüveleri mevcuttur. Din, bu nüveleri yeşertir ve geliştirir. Mesela insan fıtri olarak yalan söylemekten rahatsızlık duyar. Din, âyet ve hadislerle bunu takviye eder, kişiyi doğru söylemeye yönlendirir.
Beşerî terbiye sistemlerinin bu tarz bir günah ve sevap mülahazaları olmadığından, genelde kanun gücüyle kötülüklerin önüne geçmeye, mükâfatlarla iyiliklere sevk etmeye çalışırlar. Hâlbuki din, ahirette ceza ve mükâfat sistemi ile çok daha rahat bir şekilde kötülüklerden uzaklaştırır, iyiliklere teşvikte bulunur.
Mesela, "hırsızlık fiili hem dinen, hem ahlaken kötüdür. Salt ahlak açısından bu bir "suç"tur. Dinî ahlak açısından bakıldığında o kimse insana karşı, insan ve Allah önünde daha ağır bir suç işlemiştir. Çünkü suça ilaveten "Allah'a itaatsizlik" yapılmış, "kötü"ye bir de "günah" eklenmiştir."[9]
Keza, "inanan için ‘yapmalıyım’, sadece ahlakî bir yükümlülük değil, aynı zamanda dinî bir ödev olur. Ahlak kurallarını çiğnemenin ahlak düzeyindeki adı, ‘ahlaksızlıktır.’ İnanç düzeyindeki adı ise, hem ahlaksızlık, hem de Allah'a isyandır... Ahlak doğru yolu seçmek için bize yol gösterir. Hak bir din ise, bu doğruya bütün kalbimizle sarılabilmemiz için yardımcı olur."[10]
Güzel ahlakı huy edinmiş biri, fıkhen yapmakla mükellef olduğu görevleri severek yapar. Ahlakı güzel olanın dini yaşaması da güzeldir. Bediüzzaman, İslam toplumunun ahlak toplumu olması halinde neler olacağına şöyle dikkat çeker:
“Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakâik-i imaniyenin kemâlâtını ef’alimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler; belki Küre-i Arz’ın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyet’e dehalet edecekler.”[11]
[1] Mesela bkz. Nursi, Sözler, s. 409, 708, 715; Mektubat, s. 273-274; Kastamonu Lahikası, s. 199
[2] Bkz. Nursi, Sözler, s. 20-21
[3] Bkz. Nursi, Sözler, s. 40-47
[4] Bkz. Nursi, Sözler, s. 269-273
[5] Nursi, Mektubat, s. 71
[6] Nursi, Tarihçe-i Hayat, s. 629
[7] Bkz. Mustafa Çağrıcı, “Ahlak” md. DİA, II, 1
[8] Nursi, Asar-ı Bediiye, s. 125
[9] Mehmet Aydın, "Eğitim Açısından Din Ve Ahlak İlişkisi", Türkiye 1. Din Eğitimi Semineri, İlahiyat Vakfı Yay. Ankara, s. 251
[10] Aydın, Tanrı- Ahlak İlişkisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yay. Ankara, 1991, s. 220
[11] Nursi, Asar-ı Bediiye, s. 381
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.