Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Hangi Mu'cizenin Farkında Değiliz

Çok değerli bir dostumuzun yakını kaza geçirmişti. Telefonda, durumunu sormuştum. "Hocam hastamızın yaşaması, Allah'a kaldı" diye cevap vermişti. Kardeşimize "Bizim yaşamamız kime kaldı o zaman?" diye sormuştum.

Elbette bu tip cümleleri, ağız alışkanlığından kullanıyoruz biraz da. Üstadın "ehl-i iman da bilmeyerek kullanıyor" ikazıyla dehşetli kelimelerden saydığı cinsten kelimeler bunlar. O zaman, doğrudan Allah'ın yaratması, ilham ve ihsanı ile olan veya olacak işlerin tahakkukunu, zahiren Allah'a nispet etmeden ifade etmemizi, en azından tevhid ekseni niyetimizle düzeltmemiz gerekiyor. Ki bu husus, Hazret-i Peygambere (Aleyhisselam) vahiy kesilmesini bile netice vermişti. Buna da yine 20. Mektup'ta üstad, "Meşiet-i İlâhî ile vücuda gelen işlerde, inşallah inşallah yerine bilerek tabiî tabiî demek ne kadar hatâ" cümlesi ile işaret ediyor.

İşin garip bir cilvesine bak ki şimdilerde inşallah ile başlayan va'atlerimizde bazen, karşı taraftan va'din kesinliği için daha başka kelimelerle ifade edilmesi isteniyor. Belki de inşallahın manası bilinmiyor. Kalkmamızdan, yürümemize; nefes almamızdan, parmağımızı kıpırdatmaya; bakışlarımızdan, dinlememize kadar hareketli veya sâkin her fiilimizin aslında birer mu'cize mahluk ve Allah'ın yardımı ve izniyle olduğunun çok da farkında değiliz.

Ne kadar doğrudur bilmiyorum ama A. Einstein'e izafe edilen "Hayat, iki şekilde yaşanır: Ya hiç mucize yokmuş gibi ya da her şey mucize gibi" cümleleri tam da buraya bakıyor. Hastayken iyileşmemiz bir şifa ihsanı ve yaratmayla olduğu gibi; her saniye hasta olmamamız da yine her an bir şifa ihsanı ile olduğunun farkında mıyız? Yani sıhhatimizin devamı, her an bize ihsan edilen şifa ile mümkün. Her şifa da bir mu'cize değil midir?

Daha doğrusu, inşallahın hakikatine çok vakıf olmadığımız gibi, mu'cizenin ne olduğunu da bazen unutuyoruz. Gafleti dağıtan tefekkürümüz, gündelik hayatın içinde kayboluyor. Çok büyük bir gayretle ancak başımızı kaldırıp bakışlarımıza hikmet gözlüğünü takabiliyoruz. Çok okumamız, okuduklarımızda derinleşmemiz gerekiyor ki tefekkürümüzü unutmayalım. Sadece bakıp geçme basitliğinden kurtulalım. Her şeyden bir dest-i marifet almak, sadece bir sanat galerisi olan başta vücudumuz tüm kâinatla ilgili değil sadece. Her şey denildiğinde göre, nazarımızı daha da geniş tutmamız gerekiyor.

Hikmet ve sebebini yıllar sonra çözdüğümüz hadisat eksik değil. "Kadere iman eden, kederden emin olur." manasının tahakkuku da bakışlarımıza bilgi ve görgüyle donatılmış bu hikmet gözlüğünü takmakla ilgili, yoksa keder devam eder.

İnşallahın hakikatine vukufiyette eksiklerimiz olduğu gibi, mu'cizenin de hakikatini idrâk hususunda çok geriyiz. A. Einstein'ın haklı tespitinde olduğu gibi, her şey birer mu'cize olmasına rağmen çoğumuz, hiç mu'cize yokmuş gibi yaşıyoruz. Niçin? Çünkü tefekkürsüz ve tezekkürsüz bir bakışla kuşatılmışız. Zamanımızın çoğunu geçirdiğimiz eğitim kurumlarında, tefekkür ve tezekkürü hatırlatan bir ikazla karşılaşmadığımız gibi, sözlüğümüzden "in'am, ikram, mün'im-i hakikî, zikir, şükür, fikir, harika-i sanat, mucize-i kudret" gibi, insanı nimetten nimetin sahibine yönlendiren, mu'cizeyi hatırlatan kelimeler, adeta kaldırılmış.

Geçenlerde, marifet ehli bir yazarımızı dinliyorum. Diyor ki "Keşke tüm câmilerimizi kapatsalardı da 'elif- ba'mıza el sürmeselerdi. Neticede câmileri yeniden yapar, ibadete açardık. Ama dildeki tahribatın tamiri, maalesef mümkün olsa bile kolay olmuyor." "Kamus, namustur." sözüne atıf yapıyor. Kuş diline çeviren lügatimizin, bu irfan yönünün elden alınması ile, ruh cephemize indirilen darbelerden şikayet ediyordu.

"Nimetin hakikî sahibi kimdir? Sadece bir tablacı ve taşıyıcı olanların bu nimetlerdeki hissesi nedir?" suallerinin cevapları ile ilgili birçok hatıramız var. Onları geçeceğim. Sadece mu'cize ile ilgili birini anlatmak istiyorum.

Sosyal medyada Rüzgâr takma ismiyle "Benimle dinî konularda tartışmak isteyen var mı?" diye meydan okuyan bir arkadaş vardı. Gerçekten, birkaç kişiyle olan tartışmasını da yayımlamıştı. Cerbeze ile kendini su yüzüne çıkarıyordu. Ama anlattığı şeylerin bir esası yoktu. Arkadaşla irtibata geçtik ve canlı bir tartışma yapalım dedik. Bir arıza sebebiyle canlıyı yapamadık. Fakat telefonla görüşebildik.

Arkadaşın ilk sorusu ve çıkışı "Peygamber mu'cize göstermiş, insanlar da inanmıştı. Sen de bana bir mu'cize göster, inanayım." şeklinde oldu. Gaziantep'te Müslüman bir ailenin çocuğu olduğu ve resmi bir kurumda çalıştığı ile için de takma adlar kullandığını ifade eden bu arkadaşa: "Sen bana bir şey göster ki mu'cize olmasın." cümlesi ile mukabele ettik. En az iki dakika düşünme fırsatı verdiğimiz Rüzgâr, mu'cize olmayan bir şey söyleyemedi. Daha doğrusu mu'cize kelimesini anlamını bilmediği gibi, mu'cizeyi sadece peygamberlere mahsus zannediyordu. Mu'cizenin peygamberlere mahsus Allah'ın bir ihsanı olduğunu, bu anlamda bir mu'cize göstermenin mümkün olmadığını anlattık arkadaşa. Fakat mu'cize, iman etmek için bir şart olmadığı gibi, Hazret-i Peygamber (ASM) de dahil geçmiş milletlerde onlarca mucize görüp de iman etmeyen kavimler de olmuştu. Demek sen o cinsten bir mu'cize görsen dahi, iman etmeyebilirsin. Ki başta Kur'an'da yer verilenler veya sahih surette bize kadar gelenler, gözümüzün önünde sanki bize hitap ediyor gibi duruyor. Bu türden bir mu'cize istiyorsan, onlara bakabilirsin.

Fakat bizim size sorduğumuz ve hiçbir örnek veremediğin mu'cizeler, her an gözümüzün önünde duruyor. Farkında mısın kardeşim? Farkında mısın her an içtiğimiz süt, ottan, ot da topraktan dönüşerek kan ve fışkı ortasından tam da sana göre gıdalara takviye edilerek önüne gönderildi. Ya burnunun önünde hazır bekleyen ve bedava aldığın havanın sana gelene kadarki coğrafî seyrinden haberdar mısın? Rüzgâr, şaşırdı; hiç böyle düşünmemiştim, dedi. Ona "Sorumluluktan kaçmak için, aklı tahkir etmenin anlamı yok" dedim.

Arkadaşla biraz daha konuşunca, aslında sorumluluktan kaçmak adına çıkmaz sokaklara saptığını anladım ve onun için de yukarıdaki cümleyi ona söyledim. Konuştuğumuz bu tip arkadaşların kendileri söylemese de küfür ve inadlarının ve bazı mırıldanmalarının altında, hep bu mesuliyetten kaçmanın yattığını anlıyoruz maalesef. Sırf bunun için, aklı tahkir ediyor, zorluyorlar ve çıkılmaz sokaklara sapıyorlar. Her iki dünyalarını da berbat ediyorlar.

Evet dostlar, en parlak mu'cize hayat, fakat şiddet-i zuhurundan farkında değiliz. Hayatımızın bize, her an bağışlandığının ise, hiç farkında değiliz. Acaba hayatımızın lezzet ve zevkinin iman dairesinde olduğunun farkında mıyız?

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum