Nur Talebeleri Risale-i Nur'u Kur'an'dan üstün tutuyor diyen ahmak cahillere cevap

Prof. Dr. Ahmet Akgündüz

Bu iddia, Derin Diyanet Raporu’nda da maalesef yer almaktadır. "Risale-i Nur Kur'an'ın mu'cize-i ma'neviyesidir" ve benzeri cümleler delil diye ahmakça dillere dolanmaktadır.

“RİSALE-İ NUR’UN KUR’AN’IN MU’CİZE-İ MANEVİYESİ OLMASI” PROBLEMİ VE CEVABI

Maalesef Kelam ilminden nasibi olmayan bazı ulemâ-i su’, bu meseleyi de dillerine dolamaktadır. Aslında şu kelamî kaideleri bilseler, ağızlarını kapatabilirler.

Evvela, bütün ehl-i sünnet âlimleri, Peygamberlerin eliyle bize gelen harikulade hallere mu’cize ve evliyalar eliyle gelenlere ise keramet yahut ikram-ı İlahî tabirini kullanmaktadırlar. Bu konuda ihtilaf yok denebilir.

Saniyen, Abdülkadir Geylani ve İmam Rabbani gibi evliya elinde görülen harikulade haller, kendileri için keramet; ancak Kur’an yahut Resulüllah için ise bir mu’cizedirler. Farklı ilimlerde 600 eser yazan İmam Suyuti ve Fahredin Razi’nin bu halleri, olağanüstüdür; kendileri için keramet ancak Üstad-ı külleri olan Resulüllah yahut Kur’an için manevi bir mu’cizedir.

Bu raporu hazırlayanların, bütün ilim talebelerinin ezberlemekle mükellef olduğu “akaid-i nesefiye”nin kısa metninden bile haberleri yoktur. Aynen okuyalım:

“Ümmetin ferdlerinden biri olan velî bir zattan zâhir olan kerâmetler ve hârika haller, Hz. Resûlüllah’ın mu‛cizesidirler. Zira bu kerâmet denilen harika haller, Resûlüllah’ın şerefiyle Allah tarafından ümmetinin bazı ferdlerine ihsân olunmaktadır. O halde, bir veliye ait hârikulâde bir fiil ve kerâmet, Hz. Resûlullah’a nisbetle mu‛cize (ister bizzat kendi eliyle yahut ümmetinden birinin eliyle zâhir olsun) ve o velî zata nisbetle kerâmet kabul edilir.”

Şimdi soruyorum: Kısa bir zamanda telif edilen Mu‛cizât-ı Kur’aniye ve 12 saatte dağda bayırda kaleme alınan Mu’cizât-ı Ahmediye Risâleleri hârika değildir de nedir? Elbette ki, Bedîüzzaman’a nisbeten kerâmet ve ikrâm, Resûlüllah yahut Kur’an’a nisbeten onların mu‛cizesidirler.

Bedîüzzaman İslâm Akaidindeki bu hükmü şöyle açıklamaktadır:

“Risâleler umumiyetle pek çok intişar ettiği halde, en büyük âlimden tut, tâ en âmi adama kadar ve ehl-i kalb büyük bir veliden tut, tâ en muannid dinsiz bir feylesofa kadar olan tabakat-ı nâs ve taifeler o Risâleleri gördükleri ve okudukları ve bir kısmı tokatlarını yedikleri halde tenkid edilmemesi ve her taife derecesine göre istifade etmesi, doğrudan doğruya bir eser-i inayet-i Rabbaniye ve bir keramet-i Kur'aniye olduğu gibi, çok tedkikat ve taharriyatın neticesiyle ancak husul bulan o çeşit Risâleler, fevkalâde bir sür'atle, hem idrakimi ve fikrimi müşevveş eden sıkıntılı inkıbaz vakitlerinde yazılması dahi, bir eser-i inayet ve bir ikram-ı Rabbanîdir.”

Kaldı ki, Bedîüzzaman Hazretleri, Allah’ın kendisine ihsânlarını ve istihdâmlarını tevâzu‛ için kerâmet değil ikrâm olarak vasıflandırmaktadır.

"Kerametin izharı, zaruret olmadan zarardır. İkramın izharı ise, bir tahdis-i nimettir. Eğer keramet ile müşerref olan bir şahıs, bilerek hârika bir emre mazhar olursa, o halde eğer nefs-i emmaresi bâki ise, kendine güvenmek ve nefsine ve keşfine itimad etmek ve gurura düşmek cihetinde istidrac olabilir. Eğer bilmeyerek hârika bir emre mazhar olursa, meselâ birisinin kalbinde bir sual var, intak-ı bilhak nev'inden ona muvafık bir cevab verir; sonra anlar. Anladıktan sonra kendi nefsine değil, belki kendi Rabbisine itimadı ziyadeleşir ve "Beni benden ziyade terbiye eden bir hâfızım vardır." der, tevekkülünü ziyadeleştirir. Bu kısım, hatarsız bir keramettir; ihfasına mükellef değil, fakat fahr için kasden izharına çalışmamalı. Çünki onda zahiren insanın kesbinin bir medhali bulunduğundan, nefsine nisbet edebilir. Amma ikram ise; o, kerametin selâmetli olan ikinci nev'inden daha selâmetli, bence daha âlîdir. İzharı, tahdis-i nimettir. Kesbin medhali yoktur, nefsi onu kendine isnad etmez.

İşte kardeşim; hem senin hakkında, hem benim hakkımda, bahusus Kur'an hakkındaki hizmetimizde eskiden beri gördüğüm ve yazdığım ihsanat-ı İlahîye bir ikramdır; izharı, tahdis-i nimettir. Onun için sana karşı tahdis-i nimet nev'inden ikimizin hizmetimize ait muvaffakıyâtı yazıyorum. Biliyordum ki sende fahr değil, şükür damarını tahrik ediyor."

İşte bu manada Bedîüzzaman Hazretleri, Risâle-i Nur için hakiki ve manevi tefsir demiş ve bazı yerlerde de Kur’an’ın mu’cize-i manevisi tabirini kullanmıştır. Bunu açıklayan Zübeyir Gündüzalp şöyle demektedir:

“Ey Risâle-i Nur! Senin Kur’an-ı Kerim’in nurlarından ve mu’cizelerinden geldiğine, Hakk’ın ilhamı, Hakk’ın dili olup onun emri ve onun izni ile yazıldığına ve yazdırıldığına, artık şek şübhe yok. Fakat acaba senin bir mislin daha yazılmış mıdır? Türkçe olarak te’lif ve tertib ve tanzim olunan, müzeyyen ve mükemmel, fasih ve belig nüshalarının şimdiye kadar bir eşi ve bir benzeri görülmüş müdür? Yüzündeki fesahat ve özündeki belagat ve sendeki halavet başka eserlerde görünmüyor. Ehil ve erbabına malum olduğu üzere ayat-ı beyyinat-ı İlahîyenin türlü kıraat ile hikmet ve hakikat ve marifet ilimlerini ve daha bir çok rumuz ve esrar ve işaret ve ulum-u Arabiyeyi hamil olduğu gibi, sen dahi bir çok yücelikler sahife ve satırlarında, hatta kelime ve harflerinde, talebelerini hayret ve dehşetlere düşüren birçok esrar ve ledünniyat taşıyorsun. İşte bu hal senin bir mu’cize-i Kur’an olduğunu isbat ediyor.

Bedîüzzaman ise bunu ne güzel ifade ediyor:

“O büyük davayı yüzde doksanına kazandıran ve yirmi senede yirmi bin adama o davanın kazancının vesikası ve senedi ve beratı olan iman-ı tahkikiyi eline veren ve Kur’an-ı Hakim’in mu’cize-i maneviyesinden neş’et edip çıkan ve bu zamanın birinci bir dava vekili bulunan Risâle-i Nur‘dur.

Madem Risâle-i Nur, bu mu’cize-i kübranın elinde bir elmas kılınç hükmünde hizmetini göstermiş ve muannid düşmanlarını teslime mecbur etmiş. Hem kalbi, hem ruhu, hem hissiyatı tam tenvir edecek ve ilaçlarını verecek bir tarzda hazine-i Kur’aniyenin dellallığını yapan ve ondan başka me’hazı ve mercii olmayan ve bir mu’cize-i maneviyesi bulunan Risâle-i Nur o vazifeyi tam yapıyor ve aleyhindeki dehşetli propagandalara ve gayet muannid zındıklara tam galebe çalmış ve dalaletin en sert kuvvetli kalesi olan tabiatı, Tabiat Risâlesi’yle parça parça etmiş ve gafletin en kalın ve boğucu ve geniş daire-i afakında ve fennin en geniş perdelerinde Asâ-yı Musa’daki Meyve’nin Altıncı Mes’elesi ve Birinci, İkinci, Üçüncü, Sekizinci Hüccetleriyle gayet parlak bir tarzda gafleti dağıtıp, nur-u tevhidi göstermiş.

Merak edenler, 25. Söz'ü okusunlar ve Bediüzzaman’ın bu risalesi kadar Kur'an'ın mu'cize olduğunu isbat eden başka bir eser gösterseler.

Bu cahil ahmakların başka bir iddiası da şudur

“Risâle-i Nur Benim eserim değildir, Kur'ân’ın eseridir.” diye ahlaksızca yorum yapmaktadırlar. Bedîüzzaman’ın kaleme aldığı hiçbir eserde böyle bir iddia mevcut değildir. Bunu söyleyen iftirâ atmaktadır. Delil olarak getirdiği şu cümleyi anlayabilseydi, bu iftiraya cesaret edemezdi.

“Sözler güzeldirler, hakikattirler. Fakat benim değildirler; Kur'ân-ı Kerîm’in hakaikinden telemmu’ etmiş şualardır.” Bunun manasının şöyle olduğunu Osmanlıca bilen herkes anlayabilir:

Risâle-i Nur’un temel eserlerinden Sözler, Kur’ânî hakikatları ders vermektedir; bu hakikatlar bana ait değildir; Kur’an’ın hakikatlarından yansıyan pırıltılardır. Onuncu Söz’ün Dokuzuncu Hakikatını yazarken 400 âyet imdadıma geldi diyen Bedîüzzaman, bu manayı anlatmakta ve Risâle-i Nurlarda Kur’an’ın hakikatlerini haykırdığını, görmekteyiz.

Tenkit etdilen Sikke-i Tasdik-i Gaybî’de en az 50 kere, bütün ulvî kelamların, ancak Kur’an ve Sünnet’ten sonra makam sahibi olacaklarını Bedîüzzaman tekrar eylemektedir.

Bu manadaki ifadelerle şunu kastettiğini kendi ifadeleriyle teyid eylemek arzusundayım:

“Benim şahsımdan bir himmet beklemeyiniz ve şahsımı mübarek tanımayınız. Ben makam sahibi değilim. Âdi bir neferin müşir makamının evamirini tebliği gibi, ben de manevî bir müşiriyet makamının evamirini tebliğ ediyorum. Hem müflis bir adamın, gayet kıymetdar ve zengin elmas ve mücevherat dükkânının dellâlı olduğu gibi; ben dahi, mukaddes ve Kur'anî bir dükkânın dellâlıyım."

“Demek biz müflis olduğumuz halde, gayet zengin bir mücevherat dükkânının dellâlı ve bir hizmetçisi olmuşuz.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.