Mehmet ERDOĞAN

Mehmet ERDOĞAN

Risale-i Nurların şerhi-5

Şerh adı altında yapılan yanlışlara bir örnek olması bakımından, Münazarat’ta yapılan anlam dışı beyanların bir kısmına işaret edeceğiz. Zira bütün şerhlerdeki çarpıtmaları burada açıklayabilme imkanı yoktur.

Münazarat Risalesinin şerhinde; bilhassa giriş bölümünde ifade edilen bir kısım açıklamalar var ki evlere şenlik! Mesela;

Bediüzzaman  Said Nursi hazretleri; ahir zamandaki mehdiyet cereyanının, birinci Mehdi’si olarak, İslamiyetin iman, akide sahasında tecdit vazifesiyle tavzif edilmiş bir müceddittir. Ulum-u diniyenin menbaı olan Kur’an, Sünnet, İcma-ı Ümmet ve Kıyas-ı  Fukaha çerçevesinde kaleme aldığı, ekseriyet-i mutlaka ile ilhama mazhar olduğu eserleri de, esas itibariyle mehdiyet cereyanının diğer mümessillerine bir program olarak hazırlanmıştır. O kudsi cereyanın mümessillerinden ikinci Mehdi ise; Alem-i İslam’ı zulümattan nura çıkaracak ve alem-i İslam’ın ittihadını te’min ederek, Şeair-i İslamiyyeyi ve ahkam-ı Kur’aniyeyi bütün Alem-i İslamda tatbik edecek olan zattır. Hakimiyet devresi takriben 40 sene sürecek olan bu ikinci Mehdinin Hakimiyetini son zamanlarında Hz. İsa (as) nüzul edecektir. İşte şu şerhini yapacağımız “Münazarat” isimli eser, ikinci Mehdi devrinde gerçekleşecek şuray-ı şer’i sistemini, zuhurundan bir asır önceki şartlarda yaşıyan insanlara anlatmaktadır. O cereyanın üçüncü mümessili olan Üçüncü Mehdi ise; Hz. İsa (as) ile birleşerek ve Kur’an’a tabi olan Alem-i Nasraniyeti de arkasına alarak, Ahkam-ı Kur’aniyeyi ve şeair-i İslamiyeyi bütün dünyaya hakim edecektir. Bu zatın hakimiyeti de takriben 40 senedir. Ümmetin içine düşürüldüğü perişanlığı Allah’ın izniyle ortadan kaldıracak olan bu mehdiyet cereyanının mümessili olan üç zata da Mehdi denir. Yalnız “Mehdi-i Ahir zaman” denildiği vakit, İkinci Mehdi Kastedilmektedir. Zaten Münazarat isimli eserin asıl muhatabı da bu ikinci Mehdi ve nurani cemaatıdır. Eserin verildiği Kürt aşiretleri ve o günkü Osmanlı Devleti zahiri muhataptır. Birinci Mehdinin  tecdid-i iman vazifesi gören eserleri ve ciddi okuyucuları ise işari muhataptır. (Münazarat şerhi.Sayfa:5)

Şimdi Allah için, Mukadimede yapılan şu açıklamaların Münazarat ile ilgisini kuranlar beri gelsin. Ne alaka? Böyle bir açıklamaya, şerh denilebilir mi?

Münazarat adlı eserin şerhindeki yanlışların bir kısmını örnek olarak aşağıya kaydediyorum. Aslında hemen her ibarenin açıklamasında falsolu ifadeler bulunmaktadır. Ancak biz bunların bir kısmına işaret edeceğiz:

Sayfa 11-18 arasındaki bütün açıklamalar, Münazarat’ın anlattığı konuların dışındaki hususlardır. Molla Muhammed Hocanın kendi malumatlarıdır. Konu ile alakası        yoktur. Sayfa 30’daki mecaz ifadeler, çok farklı ve indi olarak açıklanmış. “İstibdat” genel karakteri ve özellikleri ile tarif edilip tanıtıldığı halde, meselenin sadece “ferdi istibdat” olarak değerlendirilmesi sübjektiftir.

Sayfa 33’teki (Kürtlerin tabiat-ı meşrutiyetperveranelerine binaen) ibaresi yanlış açıklanmaktadır.
Sayfa 37’de “meşrutiyetin gelmesi karşılığında her fedakarlığın ucuz olduğu” belirtilirken, konu başka istikamette değerlendirilmiştir.
Sayfa 38’de (istibdat tahakkümdür) ifadesi, genel anlamda cebir ve baskı uygulaması olduğu halde; (Bir şahsın şeriata uymayan zorbalığıdır) diye açıklanmış. Sanki şeriata uygun olan zorbalıklar varmış gibi... Dini müeyyidelerin uygulanması zorbalık değil hukuki uygulamalardır.

Sayfa 41’deki “Tiryak” kelimesi genel anlamdaki “ilaç” manasında olduğu halde, sadece “yılan ısırmasına karşı kullanılan ilaç” olarak değerlendirilmiştir. Keza yine sayfa 41’deki; (Bazı memurların ef’ali) diye başlayan metin farklı ve yanlış olarak yorumlanmaktadır.
Sayfa 42-43-44-45-46’daki yorum ve açıklamalar, tamamen indi ve şahsi yorumlardır. Mana itibarı ile esas metinden tamamen kopuk açıklamalardır. Yine sayfa 43’deki (Meşrutiyet hakimiyet-i millettir) ifadesi “Hakimiyet-i din” olarak açıklanmaktadır. Halbuki burada anlatılan; “Milletin söz sahibi olması. Yani “kararı milletin veya milletin seçtiklerinin vermesi” anlatılmaktadır. Buradaki millet kelimesini “din” olarak ele almakta ve konu ile alakası olmayan bir çok ıstılahları sıralamaktadır. Bu sistemi gayr-ı Müslimler de uygulayabilir. Onlar için de din hakimiyeti denebilir mi? Yani, “meşruti sistem” bir araçtır. Kullanıcısına göre uygulama farklı olabilir.

Sayfa 48’deki (Hakiki ve nisbi ve izafiden mürekkeptir) ifadesi ile ilgili açıklamanın orijinal metin ile ilgisi yoktur. Sayfa 51 (ilmin istibdadı) ifadesinin; (fıkıh ve akide sahasında cumhur-u ulemayı dinlemeyerek, yeni bir çığır açma) olarak açıklanması yanlış... Sayfa 52’deki (Farz ediniz ben bir hekimim) ibaresinin altındaki açıklamalar şahsi ve indi mülahazalardır. Esas metin ile münasebeti yoktur. Sayfa 57’deki (Şu ise doğrulur, şebaba doğru yükselir) ibaresinin altındaki açıklamalar konu dışıdır, müşerrihin kendi sokuşturmalarıdır.

Sayfa 59’da (Sizinle ehl-i meşrutiyet arasındaki mesafe bin aydan fazladır) orijinal ifadesinin altındaki açıklamalar indi istihraçlardır. Mesela, 1414 hicri yılına tekabül eden 1993 yılındaki önemli gelişme nedir? Keza 1423 yılı da geride kaldığına göre bu yılda meydana gelen önemli hadiseler nedir? Neden belirtilmemiş? Hayali yorum ve tevillerle konuyu saptırmanın ve siyasi bir beklenti içine girmenin amacı nedir? Sayfa 60-61’deki yorum ve açıklamalar esas konudan kopuk, indi ve şahsi yorumlar.

Sayfa 65’te (Zaten şu nokta bütün cevaplarımı tazammun etmiş) metninin açıklamalarının esas metinle ilgisi yok. Dedik ya temelden esas konu yanlış anlaşıldığı için, zincirleme olarak yanlış açıklamalar devam etmektedir. Sayfa 66’da (İşte, şu arkasında şems-i saadeti telvih eden ve temâyül ve incizap ve imtizâca yüz tutan lemeât-ı meşverettir ki, bana meşrûtiyet hükümetini bu kadar sevdirmiştir.) cümlesinde kastedilen İttihat ve Terakki hükümetidir. İttihat ve Terakki hükümeti “Şer’i meşveret hükümeti” olarak açıklanıyor! Hani meşrutiyet şeriate aykırı diyordun?

Sayfa 67’de “ıtlak” ve “mukayyed” kelimelerinin ifade ettiği ıstılahi mana çarptırılmış. Sayfa 69’da kavramlar ve manalar yine sarmaş dolaş hep birbirine karıştırılmış. Sayfa 73’de (İnsanı hayvanlığa indirmiş) ifadesi “Kuvve-i gadabiyye ve şeheviyyenin ifrat kısımlarını canlandırarak hayvanlığa indirmiş” diye açıklanmaktadır. Halbuki burada  anlatılan, istibdadın insanları bir “sürü” yani iradesi olmayan bir hayvan mesabesine düşürdüğü ifade edilmektedir. Açıklanan husus mana itibarı ile doğru olabilir. Ancak burada anlatılan bu değil.

Sayfa 78’de (İnsanlar hayvanlıktan çıkıp geldiği vakit, nasılsa bunu “istibdadı” da beraber getirmiştir) ifadesinde kastedilen, “insanlığın soy olarak hayvandan türemesi” olmadığı halde, bununla ilgili dört sayfalık bir açıklama yapılmış. Çünkü buradaki benzetme ile, “insanların hak, hukuk, kural, kaide, haram helal gözetmeksizin hayvanlar gibi hareket etmesi ve onlar gibi yaşaması” kastedilmektedir. Ve bu mananın kastedildiği de gayet açıktır.

Sayfa 83’te (Şeriat-ı Garra zemine nüzul etti) bölümünde asr-ı saadet ve İslamiyet kastedilirken, Hz.Adem’le irtibatlandırılıyor. Çünkü arkasından gelen Hz. Hüseyin’le ilgili bölüm bunu açıkça göstermektedir. Sayfa 84-85’te yine konu ile irtibatı olmayan birçok açıklama! Sayfa 86’da yine esas metnin canına okunmuş. Tamamen ayrı ve farklı açıklamalar yapılarak konu saptırılmış. Sayfa 87-88-89-90’da meşrutiyetin “şeriata muhalif olduğu”nu soranlara verdiği cevabın açıklaması ise evlere şenlik. Sayfa 91’de Üstadın itiraz ettiği şey; meşrutiyet hükümeti olan İttihat ve terakki hükümetidir. Yani “meşrutiyet hükümeti kurulmuş sen bunlara itiraz ettin. Halbuki meşrutiyetin güzelliklerinden bahsediyorsun?” Yani hem meşrutiyeti savunup, hem meşruti hükümet aleyhinde bulunmayı bir tezat olarak gördüklerinden, bunun cevaplandırılması istenmektedir. Halbuki buradaki sual ve cevap yanlış anlaşıldığı için, açıklamalar da yanlış olmuştur. Sayfa 93’teki tarihsel istihraçlar yine konu dışı ve şahsi açıklamalardır. 1414 - 1423 ve 1432 tarihleri birer fereç tarihi olarak verilmektedir. Bu tarihler bugün mazi olduğuna göre, bu yıllarda meydana gelen olaylar nelerdir ki önemli tarih başı olarak zikredilmektedir? 1432’de meydana gelen fütuhat nasıl bir fütuhattır? Bununla ne ima edilmek istenmektedir?

Sayfa 94’te (Meyelan-ı amme) ifadesi “umum müçtehitlerin aynı görüşe meyletmesi” olarak açıklanmış. Metinde kastedilen mana bu değil. Sayfa 96’da (Üç yüz ara-yı mütekabile ve efkar-ı mütehalife) ifadesi; tarihten Talut’un ordusu ile ve Bedir’deki sahabelerin sayıları ile irtibatlandırılmak suretiyle yine 1414-1423 ve 1432 tarihlerine atıflar yapılıyor. Yani “Şura-yı Şer’inin oluşması için şartlar tahakkuk etmemiş” diyenlere “önemli olan keyfiyettir. Üçyüz kişi bunun için kafidir” demeye getiriyor. Bu tarihler geride kaldığına göre, bu tarihlerde ne gibi olaylar olmuştur ve bahsedilen konu ile nasıl bir bağlantı kurulmaktadır? Şimdilerde yeni bir tarih dolaşıyor: 1448 ! Bakalım o tarihte nasıl bir olay olacak?

Sayfa 97’deki konu Bediüzzaman’la bu şerhi yapan Hoca arasındaki farkı gösteren bir konudur. Yani taassub içinde bulunan pek çok kimse, Şeriat namına Şeriata aykırıdır diyerek, meşrutiyete karşı çıkarken, Bediüzzaman “meşrutiyet”in Şeriata aykırı olmayan yönlerini (Şeriat’a tatbik etmek) yani ikisi arasında “mutabakat” sağlayarak sahip çıkmıştır. İşte fark bu!

Sayfa 98 ve 99’da, kendisi ile çelişen bir sürü açıklama yapılmış. Bu bölümde “meşrutiyet”in İslam’a uygun olup olmadığı konuları tartışılmaktadır. Meşruti sistemde azınlıklar yani gayr-ı Müslimler de vatandaşlık haklarından eşit olarak faydalanacağı için, seçme ve seçilme hakları ile meclise gireceklerdir. Bunun durumu İslami açıdan nedir diye sorulmaktadır. Hoca, gelen sistemi “Şura-yı Şer’i” olarak kabul ettiğinden, bu duruma zaruretle alınan bir “karar” olarak bakmaktadır. Güya Bediüzzaman’ı, “İslam’da olmayan bir şekli”, “zaruretten dolayı kabul ettiğini” ima ederek tashih etmeye çalışmış. Halbuki soru da, cevabı da gayet açık: Yani “yeni sistem gayr-ı Müslimlere meclise girme hakkı vermektedir. Asr-ı Saadette böyle bir durum olmadığına göre, “Şeriat” bu duruma ne der ve nasıl bakar? Bediüzzaman da bunu gayet makul bir şekilde cevaplandırmıştır. Konunun başka istikametlere çekilip uzatılmasının oradaki mana ile ne alakası var?

Sayfa 102-103 ve 104’teki açıklamalar yine konudan ayrı ve farklı şeyler. Sayfa 105-106-107 ve 108’deki açıklamalar da yer yer esas metinden farklı hususlar. Sayfa 112’deki (İslamiyet ağrazın teneffüsüyle mütezelziledir) ifadesi “Müslümanlardaki  herkesin ayrı bir garaz, maksat peşinde olmasının; kendi meşrep ve mesleğini din yerine koymasının; ayrıca da münafıkların bilerek bozmaya çalışmasının rahat nefeslenme, kolay bozma fırsatı bulmaları ile sarsılmıştır” şeklinde açıklanmıştır. Halbuki burada gayet veciz bir şekilde anlatılan husus “İslamiyetin, din düşmanlarının telkini ve propogandaları ile sarsıntıda olduğu” hususudur. Metinle ilgisi bulunmayan bir sürü şeyi anlatmanın ne gereği var?

Sayfa 115-116’da açıklanan hususlar yine ana konunun dışında... Sayfa 121 ve 122 de, (Şu sahrada bir nar görünür) ifadesi; “Meşrutiyetin uzaktan görünüş ve algılanış şeklidir. Yani şark insanının, “meşrutiyet”e bilmeden ve uzaktan bakışıdır. Halbuki yine burada da mana çekip uzatılarak tanınmaz hale getirilmiş. Sayfa 126’da (Ya yeni hal veya izmihlal) ifadesi “Yani ya Şuray-ı Şer’i kurularak ciddi tatbik edilecek veya izmihlal olacak saltanat çöktüğü gibi, saltanat yerine kurulan sistemler de çökecek. Bütün beşeri sistemlerin çatırdadığını zaten görüyoruz; İnşaallah, Şura-yı şer’i ortaya çıkarak kainatın da çökmesini önleyecektir” şeklinde yorumlanmış. Şimdi burada anlatılan husus: Meşrutiyete geçtikten sonra artık eski sistem olan “padişahlığa” dönüşün mümkün olmadığı” hususudur. Madem meşrutiyet Şuray-ı şer’i ise zaten gelmiş. Daha “İnşallah Şura-yı Şer’i ortaya çıkacak” demenin mantığı var mıdır?

Sayfa 127’deki açıklama kendisi ile çelişkilidir. Sayfa 130-131-132’deki açıklamalar yine esas metinden çok uzak! Sayfa 133-141 arasında izah edilen “hürriyet” konusu da orada anlatılanlardan çok farklı ve şahsi yorumlar halinde açıklanmış. Sayfa 161’de “Ben şimdi Ermenilere bir nevi zımmi-i muahid” nazarıyla bakıyorum) ifadesinin altındaki açıklama, Bediüzzaman’ın ifade etmek istediği manadan farklı. Sayfa 164’de yine karıştırılmış. Sayfa 167’de (Yahudi ve nasara ile muhabbetten Kur’anda nehiy var. Bununla beraber nasıl dost olunuz dersiniz) sorusunun cevabındaki açıklama ve yorumlar, din adına siyaset yapanların yorumu tarzında. Bu yüzden altı sayfalık bir açıklama ile konu güya anlatılmak istenmiş. Sayfa 180’de (Fenalıkları iyiliklerine yardım etti) ifadesinin altındaki açıklamanın konu ile münasebeti yoktur ve açıklama yanlıştır.

Sayfa 185’te (İla-i Kelimetullah şu zamanda maddeten terakkiye mütevakkıf olduğunu bilmeyen) ibaresi, “Maddeten terakki” ifadesinden murad, İslam devletinin “silah, ziraat, ticaret ve sanat” sahalarında ilerlemesidir; ferdin zengin olmasını kasdetmemektedir” diye açıklanmaktadır. Ferdin zengin olmasına bir engel ve yasak mı var? Sayfa 190-192’deki (Şimdi Ermeniler kaymakam ve vali oluyorlar. Nasıl olur?) sualinin cevabı yine tamamen yanlış yorumlanmaktadır. Millet kelimesini “din” anlamında ele alarak çekmiş uzatmış! Hutbe-i Şamiye’den iktibas yaparak güya konuya açıklık getirmeye çalışmış. Alakası olmayan bir konudan yapılan iktibas, yama gibi duruyor. Tabii ki mana yine tepe taklak gitmiş! Meşrutiyeti yine Şura-yı Şer’i olarak açıklamış. Ve Meşrutiyet doğru olursa) ifadesini “Şuray-ı Şer’i doğru olursa” şeklinde açıklamış! Şura-yı Şer’inin yanlışı da mı var? Bu fetvanın da zaruretten dolayı verildiğini; bu fetvanın geçerli olabilmesi için de “hizmetkarlık makamında  gayr-ı Müslimleri idareci yapan devlette kesin olarak şer’i ahkamın hakim olması şarttır. Yoksa bu  hüküm geçerli olmaz” diyerek, kendince burada Bediüzzaman’ın hatalı olduğunu ima etmeye çalışıyor ve Bediüzzaman’ın bu hatasını böylece düzeltmiş oluyor!...

Sayfa 198’de Meşruti sistemin “Şuray-ı Şer’i” olmadığını kendisi de ifade ediyor. (Cevher-i hayat makamında bildikleri nimet-i meşrutiyeti şeriata tatbik ile) ifadesini “Şura nimetini yani yeni sistemi şer’i ahkama uygun hale getirerek” diye açıklamaktadır. Meşrutiyet “Şuray-ı Şer’i” ise; Şura-yı Şer’inin Şeriata uygun hale getirilmesi diye bir mantıksızlık olur mu? Sayfa 200-201’deki konular yine hep birbirine karıştırılmış. Esas metinden çok farklı yorumlar!

Sayfa 205’de şimdiye kadar yaptığı açıklamalardan çok farklı bir yorumda bulunuyor ve kendisi ile tezada düştüğünü açıkça ortaya koyuyor. Yoruma bakın: “Üstad hazretleri başta işaret ettiği gibi yüz sene sonra gelecek “Şura-yı Şer’i”yi hissettiği için, meşrutiyeti müdafaaya başlıyor, o günkü sistem için konuşmuyor.” Şimdiye kadar meşrutiyet “Şura-yı Şer’i” olarak ifade ediliyordu. Şimdi ise farklı bir açıklama! Sayfa 207’de yine evvelce beyan edilen tarihler tekrarlanmış. Üstadın (Yüz sene sonra) tabiri yine kendi istihracına göre yorumlanmış.

Sayfa 212-213’te hiç alakası yokken mantık ilmi ile ilgili uzun açıklamalar yapılmış. Sayfa 234’de zekatla ilgili konular yine esas metinden farklı yorumlanmış. Sayfa 237’de konu, hiç münasebeti olmayan zekat toplama işinin keyfiyeti ile ilgili mecraya sürüklenmiş. Sayfa 239’da (ücretinizi almışsınız. Şimdi hizmet vaktidir) ibaresinin altına ağzına geleni sıralamış. Sayfa 245’te yine anlatılanlardan tamamen ayrı açıklamalar yapılmış. Sayfa 269’daki içtihatla ilgili yorum ve açıklamalar esas metnin anlaşılmadığını göstermektedir. “Mutlak” ve “Mukayyed” ifadeleri yanlış anlatılmaktadır.

Sayfa 271’de (Arı su içer bal akıtır, yılan su içer zehir döker) benzetmesindeki benzetme noktaları anlaşılmamış. Anlaşılmadığı için de açıklama yanlış yapılmış. Sayfa 272’de (bir meclis-i meb’usan-ı mukaddese hükmüne geçecektir) ifadesi; “Bütün batıl dinler kaldırılacak, bütün insanlar tek hak din olan İslam’ın etrafında  toplanacaktır” şeklinde yorumlanmış ki esas metinin ifade ettiği hususla hiç alakası yok.

Sayfa 278’de (Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse) ilgili ayetin açıklamasını Hoca Efendi yine kendi anlayışı çerçevesinde yorumlamış. Sayfa 286’da (birincisinde taaassub, ikincisinde hile ve şüphe tevellüd eder) ibaresinin altına yerleştirdiği açıklamaya bakın: “Burada da görüldüğü gibi Bediüzzaman bu tavsiyeyi bizzat devlete yapmaktadır. Zaten bu eserde zahiri muhatap o günkü Osmanlı devleti ve Ekrad olmakla birlikte, işari mana ile Risale-i Nur’un Türkiye’deki hali muhataptır. Asıl muhatapları ise (yani ikinci mehdiyi kastediyor) 1910’dan sonra gelip Şer’i Devleti kurarak Risale-i Nur’u program yapacak olanlardır.” (Bu tarih geride kaldığına göre, söyledikleri niçin tahakkuk etmemiş? Etti de yoksa bizim haberimiz mi yok?) Acaba müşahhas olarak “Onlar kim?” Bu istihracın dayanağı ne? Sayfa 298’de yine Üstad adına kendine göre yaptığı yorumlarla, Üstadın kafasından geçenleri adeta okumuş gibi bir tavır sergilemiş.

Ve bunlar gibi hemen her sayfadaki açıklamalar ya esas metinden kopuk, ya açıklama adı altında başka konular, şahsi yorumlar veya kafasındaki herhangi bir konu getirilip metnin altına eklenmiş. Aslında Münazarat’ın gerçek manasından farklı açıklamalar, belirtmeye çalıştığımız hususlardan çok daha fazla. Hemen her ibarenin açıklamasında bunların benzerini görmek mümkün.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
10 Yorum