Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Risale-i Nur müşteri arar mı?

Trabzon'da kalmış ve üniversiteyi bitirmiş epeyce arkadaşımız var. Nereye gitsek, sağ olsunlar buluşuyoruz. Bu da hizmetlere vesile oluyor. Bu mezunlardan en ileride olanlardan biri de Ahmet Temel kardeş. Tanıyanlar, onun gayret ve irtibatını hizmet ve sebatını yakînen bilir. Ahmet kardeş geçenlerde bu âcizle, eski bir öğretmen dostumuzun kısa bir videosunu paylaştı. Bu arkadaşı tanımadığı için, konuşmasıyla ilgili değerlendirmelerimizi sordu. Kitaplarını ve bazı yazılarını da takip ettiğim bu kardeşimiz, videoda kendi tabiriyle "Risale-i Nur'un sadık talebeleri" ile bir siyasi partinin Ankara'daki toplantısına katıldığını, bunun gerekçelerini anlatmaya çalışıyor.

Fakat bu video, cümleyi yazıldığı zaman, zemin ve muhataptan; ayrıca o cümlenin geçtiği metinden ayırarak anlatırsan, nasıl bir zarara ziyana düşeceğine güzel bir misal olmuş. Üstad, ezanın aslına döndürülmesine ve az da olsa bir dinî hürriyete ve daha da önemlisi "istibdad-ı mutlakaya cumhuriyet namı veren, irtidâd-ı mutlakı rejim altına alan, sefahat-i mutlakaya medeniyet namı ve cebr-i keyf-i küfriye kanun namını takarak, hükümeti iğfal ve adliyeyi şaşırtıp hükümeti meşgul eden zındıka komitesine" kısmen, ayrıca bu komitenin oyuncağı ve destekçisi Halk Partisi'nin iktidarına da tamamen engel olduğu için, "Demokrat Partiyi muhafaza ediyorum." diyor. Onlardan, ittihad-ı İslam'a vesile olmalarını, bunun için de Risale-i Nurları neşretmelerini ve Ayasofya'yı da eski haline, yani camiye çevirmelerini ısrarla talep ediyor. Hatta duasının devamı için de bunları şart koşuyor.

Şimdi bu mezkûr arkadaş, bu kadar şartı bir sihirbaz becerisiyle gözardı edip biraz daha ileri gidiyor. Üstadın siyasetin şerrinden Allah'a sığınmaya vesile gördüğü "kendi siyasi görüşüne taraftarı, fasık da olsa üstün görme" marazını bile hiçe sayıyor. Toplantısına katıldığı siyasi görüş, doğru yoldur, onun tarafında olursan, yanlış insan da olsan cennete gidersine kadar da işi vardırıyor. Pes doğrusu. Arkadaşın epeyce okuduğunu, ehl-i dikkat olduğunu da yakînen biliyorum. Ama demek hadisat, cerbezeli yorum bir hakikati tersyüz edebiliyor. 

Bu tip arkadaşların, üstadın "Şimdi beş cihetle kanunsuz, beni hususi ikâmetgâhımda bir hizmetçiden men ve müdahale etmeleri gibi, dünyada emsalsiz bir tarzda beni istibdat altına alıyorlar. Kanun namına kanunsuzluk edenleri insafa gelmek fikriyle izhar ediyorum." notuyla; "Komünist kuvvetinin o partinin altında bu vatana hakim olacağı"kaydını koyduğu malum partinin kâtibine yazdığı bir mektubu, birtakım düşüncelerine delil gösteriyorlar. Arkadaş, üstad yazdı da ne yazdı? Bir baksanız olmaz mı? Ya da yazdığını dinleyen oldu mu? Onu niye nazara vermiyorsunuz?

Üstad o mektupta bu milletin şanlı tarihini hatırlattıktan sonra, hitap ettiği zâta, bazı ihtarlarda bulunuyor. Hatta bu ihtarlara uyulmazsa, "âlem-i İslam'ın kal'ası ve şanlı ordusu bu Türk milletinin kuzeyden çıkan dinsizlik tehlikesinin istilasına sebep olacaklarını" hatırlatıyor. Bunu durdurmak için, terbiyey-i medeniye yerine, hakikat-i Kur'an'ı ikame edin, diyor. Bu milletin ve ordusunun fedakârlıklarını bir kişiye verip binlercesini bire indirmeyin, diye tembih ediyor. Onlara ölümü hatırlatıyor. Ölümün idam-ı ebedisini, hiçbir cemiyetçilik ve siyasetçiliğin tebdil edemeyeceğini bildiriyor. Son olarak, "Kabir kapısında vatandaşların haline ağlayan bir biçareyi dinleyin." diyor. 

Peki bu denilenleri, dinlediler mi bu arkadaşlar? Hayır. Her birinin başka maske ile gezdiği bu arkadaşların şimdi bu hakikatleri dinlediklerine, dinleyebileceklerine bir delil var mı? Sadece siyasi maske takmadan yayın yapan gazete ve televizyonlarına, hususi sohbetlerine bir baksanız, nasıl bir hınç ve düzenbazlık içinde olduklarını hemen anlarsınız. Benim gibi, çok ilgisiz ve gabi birisi bile bunu rahatlıkla anladığına göre...

Neyse bir meseleye örnek vermek için konu biraz uzadı. Biz de biraz dertleşmiş olduk. Zira biraz önemli mesele bu. Haşa Risale-i Nurun sadık şakirdi ya da sırat-ı müstakimde olmak, bir partiye katılmakla, onu bir kurtarıcı olarak görmekle değil; onun neşrettiği iman hakikatlerini yaşamak ve neşretmekle olur. Hayatını ve hayalini bu hakikatler ile süslemekle olur. Bir dakikasını heder etmeden, bu hakikatlerin neşrini, dünya servet ve saltanatına tercih ile olur. Geçici ve zevale mahkûm, hele zamanımızda Avrupa siyasetine ve muhabbetininin kokusu bile tehlikeli olan süfyanvâri hareketlere alet olması kuvvetle muhtemel organizelere bel bağlamakla olmaz.

Yazı biraz uzayınca, başlığa daha yeni geldik. Özür dilerim. Dert çok, bir değil ki. Üstad, Amerika sefiri (elçisi) vasıtası ile oradaki Müslümanlara nurların gönderilmesine "sefirin kafası siyasetle meşgul olduğu" gerekçesini ifade ederek, "Hem Risale-i Nur müşterileri aramaz, müşteriler onu aramalı, yalvarmalı." diyor. Doğru, öyle diyor. Peki başını okumadık, diyelim. Devamını niye okumuyoruz? Zira devamı çok önemli. Bakalım birlikte. "Bundan sonra, her meselemizde emir, Risale-i Nur'un şahs-ı manevisini temsil eden has şakirtlerin ve sizlerindir. Benim de bir reyim var." Yani üstad, bu meselede bir endişesini dile getiriyor. Bu yüzden bir kayıt koyuyor. "Bu, her zaman ve herhalde böyledir." demiyor. Hatta yeni durumlara göre "Risale-i Nur'un şahs-ı manevisini temsilen, karar sizindir." diyor.

Fakat bu âciz de dahil, bu cümleyi bağlamından, yerinden koparak, her tembelliğimize bir mazaret olarak ileri atıyoruz. Arkadaş vakf-ı hayat etmiş. Tebrikler elbette. Fakat geçimsiz, kaidesiz, itici, buyurgan, tuti kuşu gibi ezberci. Etrafındaki kimseyi dinlemiyor. Hâliyle zamanla terk ediliyor. Derslere kimse gelmiyor artık. İkaz edilince de "Risale-i Nur müşteri alamaz.' diyor. Nurlarla kendini aynîleştiriyor. 

Bizim gibi tembel, mazeretçi, merdümgiriz...İkaz edilince, Risale-i Nur müşteri alamaz, diyor. "Arkadaş, Risale-i Nur müşteri aramaz ama Nur talebeleri müşteri arar." diyorsun; bu sefer tevillere sarılıyor. "Bu zaman, bilgiden ziyade ilgi istiyor. Marifet iltifata tabii, dikkat edelim." diyorsun. "Boş ver, Risale-i Nur müşteri aramaz." diyor.

Evet dostlar, "Çabuk ye'se inkılab eden hamiyet, hamiyet değildir." İhlas, hiçbir hâl ve keyfiyeti hizmete mani görmemeyi istiyor. Hiçbir hâl de bizim ukbada mazaretimiz olamayacak. Aman dikkat!

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.