Bir hastanın intihardan kurtuluşu: Risale-i Nur intihara karşı koruyucudur

Psikoloji ile ilgili bir çok ödüllü kitabı olan ve Oxford üniversitesinde çalışan ünlü İngiliz psikolog profesör David Clark’ın “Takıntılarla Başa Çıkma” kitabında Said Nursi ismini görünce ve kitabın da onun görüşlerinden yola çıkılarak yazıldığını öğrenince bilimsel önyargılarımızın ne kadar çok olduğunu üzülerek bir daha derk ettim.

Son günlerde intihar eden bir gencin vefatı bahane edilerek insaniyetperverlik maskesi altında dine, İslam’a ve Risale-i Nur’a saldıranların gayzlarını ve içindeki kinlerini müşahede ettik. Bunu bir önceki yazımda yazmıştım. Samimi olsalardı gazetelerde YGS Türkiye birincisi olduğu yazılan ve alkollü bir sürücünün çarpması sonucu tıp fakültesini kazandığını göremeden vefat eden Necati Kaan Şahin için de, alkolü kullanan, satan, temin eden, ticaretini yapan herkesi suçlamaları ve gündemden düşürmemeleri gerekirdi. Fakat öyle yapmadılar, çünkü işlerine gelmedi. Dine saldırı için hazırda bekleyen çoğu seküler kişi eminim Necati Kaan Şahin’i tanımıyordur. Birinin ölüm sebebi belli değilken hemen dindarları suçladılar, diğerinde sebep kesin bir şekilde alkol iken suspus oldular. Çünkü asıl dertleri başka.

Yazacağım yazı belki biraz uzun olacak. Fakat mevzu herkesi ilgilendirdiği için ve Risale-i Nur’un spekülasyonlara maruz kalmaması için okumanızı ve okutmanızı rica edeceğim. Yazacağım yazı bizzat takip ettiğim bir hastamın Risale-i Nur vesilesiyle intihardan nasıl kurtulduğuna dairdir.

Asistanlığımın ilk yıllarıydı. Urfa’da ihtisas yapıyordum. Bir gün nöbetçi iken, 28 yaşında, bir ev hanımı intihar girişimi nedeniyle yakınları tarafından acil servise getirilmişti. İlk görüşmemizde sorulan sorulara cevap vermiyor ve gergin görünüyordu. Depresif bir ruh hali vardı. Çocuklarını komşuya bırakmış, ocağın gazını açmış öylece bekliyormuş. Eşi eve erken gelince durumu fark ederek apar topar acile getirmiş. Daha önce herhangi bir psikiyatrik şikayeti ve başvurusu olmamış. Acil serviste değerlendirdikten sonra majör depresyon tanısıyla psikiyatri kliniğine yatırdık. Eşinden aldığımız öyküde bir haftadır yemek yemediğini, sürekli düşünceli göründüğünü, ibadetlerini bıraktığını, sorulan sorulara cevap vermediğini ifade etti. Yeme içmesi olmayınca ve medikal tedaviye de direnç gösterince hemen EKT tedavisine başladık. (EKT: halk arasında şok tedavisi olarak bilinir, medikal tedaviye dirençli hastalarda düşük voltajlı elektrik verilmesi esasına dayanan bir tedavi yöntemidir.)

Üçüncü EKT’den sonra şikayetlerinin düzeldiğini söyledi ve tüm ısrarlarımıza rağmen kendi istekleri ile taburcu oldular. Depresyonun bu kadar çabuk çözülmesi bizi de şaşırtmıştı. Taburculuğundan iki hafta sonra benzer şikayetlerle getirdiler. İlk yatışındaki gibi durgun, yeme içmeden kesilmiş, kimseyle konuşmamaya başlamış. Tekrar yatış vererek EKT tedavisine başladık. EKT tedavisi devam ederken yeme içmeye ve diğer hastalarla iletişime geçmeye başladı. Fakat halen depresif bir ruh hali görünüyordu. Ruhsal öykü almak ve derinleştirmek için kendisiyle konuşmaya çalıştığımızda, tepkisiz kalıyor ve hiçbir soruya cevap vermiyordu. Fakat zihnindeki bir şeylerden rahatsız olduğu belliydi. Açık uçlu sorulara cevap vermeyince “şu var mı? bu var mı?” diyerek kapalı uçlu sorular sormaya başladık. Yine tepki vermiyordu. En son “zihninizden atamadığınız sizi rahatsız eden bir düşünce var mı?” sorusunu sorunca daha da rahatsız olmaya başladı. Artık doğru noktanın üzerine bastığımızda emindik. Fakat sıkıntının tam ne olduğunu çözememiştik. 

İntruziv düşüncelerden bahsederek olayı normalize etmeye başladığımızda A. hanım kendiliğinden çözüldü ve konuşmaya başladı. Dindar biri olduğunu, ibadetlerini mümkün mertebe yaptığını, fakat birkaç aydır zihnine kötü düşünceler geldiğini ifade etti. Özellikle namaza başladığında ve Kur’an okuduğunda Allah ve peygamber hakkında çirkin düşüncelerin geldiğini, bu düşünceler yüzünden çok rahatsız olduğunu, kendisini dinden çıkmış gibi gördüğünü, bu yüzden intihar etmek istediğini söyledi. EKT’nin yaptığı unutkanlıktan dolayı hastamız iyileştiğini düşünerek şikayetlerini bize anlatmamış veya anlatamamış ve kendi isteği ile taburcu olmuştu. Gerçi anlatmak istese dahi bunu nasıl anlatabilirdi ki?

Hastamızın unutkanlığı geçince iki hafta sonra aynı şikayetlerle ve intihar girişimi ile acil servise getirilmişti. Fakat bu sefer tanıyı doğru koymuştuk. Obsesif kompulsif bozukluk… Özellikle dini obsesyonu olan hastalar kolay kolay obsesyonlarından bahsetmezler. Saklamaya çalışırlar. Burada hastamızın en büyük problemi bu düşüncelerden dolayı çok yoğun günahkarlık, suçluluk hissetmesi idi. Dinden çıktığını, imanın olmadığını bu yüzden ölmek istediğini söylüyordu.

Hastamızın asıl sorununu tesbit etmiştik. Tedavi için ilk önce bu yoğun suçluluk ve günahkarlık düşüncelerini düzeltmemiz gerekiyordu. Fakat nasıl?

Medikal tedavi ile birlikte hastanın gerçeğe uygun olmayan bilişlerinin de düzeltilmesi gerekir. Aksi takdirde ömür boyu bu ikilemde kalır ve iyileşemez. Ayrıca tıbbi olarak da biliyoruz ki dini ve cinsel obsesyonlar medikal tedaviye çok iyi cevap vermiyor. Mutlaka bilişler üzerinde de çalışmak gereklidir. İyi bir teropatik ilişki yakaladıktan ve hastanın da kısa bir dini öyküsünü aldıktan sonra hocamızın da tavsiyesiyle özellikle dini obsesyonlarda çok faydalı olduğunu bildiğimiz bir okuma metni üzerinden obsesyonun dini boyutunu izah etmeye çalıştık. Bu okuma metni bir islam alimi ve düşünürü olan Said Nursi tarafından kaleme alınmıştı.

Bildiğimiz gibi obsesyon, halk arasında vesvese olarak adlandırılır. Zaten bu kitabın ismi de Vesvese Risalesi idi. Özellikle dini obsesyonları olanlara hitap eden, manevi olarak sebepleri ve tedavi çarelerinden bahseden 3-4 sayfalık bir metindi. Metni alıp izah etmeye başladık.

Vesvese Risalesi’nde denildiği gibi; vesvese bir hüküm ya da tasdik olmadığı için insanı mesul etmez. Tek zararı, mesul oldum zannına düşürtüp ümitsizliğe kapı aralamaktır. Vesvesenin kalpten gelmediğinin ve hükümsüz olduğunun en büyük şahidi; kalbin üzülmesi ve elem çekmesidir. İnsan kabul edip tasdik ettiği bir şeyden dolayı üzülmez. Demek bir insan aklına gelen vesveseden dolayı üzülüp sıkılıyor ise, bu onun kalbinden gelmediğinin en büyük delilidir. 

“Senin aklına ve hayaline gelen şetim değil belki hayaldir, oysa tahayyül-ü küfür, küfür olmadığı gibi, tahayyül-ü şetim dahi şetim değildir.” Yani küfrü hayal etmek, hayalde incelemek küfür olmadığı gibi, pis ve çirkin şeyleri hayal etmek de pis ve çirkinlik sayılmaz. Zira mantıkta; hayal etmek hüküm değildir, çirkinlik bizzat işlenir ve kabul edilirse hüküm olur. Örneğin sen hayalinde birine küfür ettin veya hayalinde bir suç işledin mahkemeye gidip savcıya desen ki ben hayalimde ve zihnimde şu suçları işledim hatta zihnimde sana da küfür ettim desen Savcı sana ceza verir mi?

-Bana ceza vermez. Odasından kovar.

-Elbette ki seni odasından kovar. Nasıl savcı nezdinde hayalindeki pis hatıra ve hayallerden dolayı suçlu olmuyorsun işte böyle Allah nezdinde de suçlu değilsin. Yani bir hüküm işlememişsin ki hükümlü olasın. Birini öldürmeyi zihninde planlarsan ama tatbik etmezsen, sana hayalinde planladın diye kimse ceza vermez. O aklına ve hayaline gelen pis ve çirkin haller senin kalbinin ürünü olmadığının en büyük delili, senin o pis hayallerden rahatsız ve üzgün olmandır. Zaten ekseri bu gibi haller ibadet ve nezih ortamlarda gelir ki; amaç seni o ortamlardan kaçırmaktır. Aklına gelen bu vesveseler madem senin malın değil, o zaman üzerinde durma, ehemmiyet verme, üzerinde durdukça kökleşir ve seni hasta eder. Bir misal ile izah etmeye çalışalım. Şöyle bir soru sorsam. Aynada görünen yılanın aksi seni ısırabilir mi veya pis bir şeyin görüntüsü seni kirletebilir mi?

-Hayır yılanın aynadaki görüntüsü ve pis şeylerin görüntüsü insana nasıl zarar versin ki…

-Aynen öylede zihnindeki o çirkin hayaller, küfürler sana zarar vermez. Zarar verdi korkusuyla kaçmak veya zihninden atmak sana zarar verir. Nasıl ki bağırsağı olmayan bir insan düşünülemez. İçindeki pisliği ile beraber her insanda vardır. Aynen öyle de bu kötü, çirkin ve edebe aykırı düşünce ve hayaller her insanın beyninde vardır. Bağırsaktaki pislik sarılı bir şekilde muhafaza altındadır ve komşusu olan kalbe zarar vermez. Bağırsakta kaldıkça abdestini bozmaz ve insanı pis yapmaz. Bunun gibi her insanın beyninde kötü, çirkin ve edebe aykırı düşünce ve hayaller, insanı ahlaksız yapmaz. İnsanın zihnindeki düşünceler ve edebe aykırı küfür ve hayaller bağırsaktaki gibi muhafaza edilmiştir. İnsana zarar vermez. Zarar verdi korkusu zarar verir.

Ben izah ettikçe hasta biraz daha da açılmaya başladı. O konuşmayan, göz teması kurmayan ve sanki bir suç işlemiş de onun mahcubiyetinden başı eğik olan hasta doğrularak, yardım istercesine ve daha narin bir sesle;

-Hocam peki nasıl kurtulacağım, dedi.

Okuma metninden aklımda kaldığı kadarıyla izah ettim;

-Bu gibi vesveselere çözüm, aklına geldiği anda üzerinde durmamak, ilgilenmemek, mücadele etmemektir.  Yani kovmaya çalışmamaktır. Örneğin görsen ki arılar kovanlarında çalışıyorlar, sen korksan, onları kovmaya çalışırsan daha çok üzerine gelir, kovmaya çalışmayıp ilgisiz kalsan sana zarar vermezler. Çirkin hayaller aklına geldiğinde ‘‘Eyvah ben neden böyle düşündüm’’ deyip zihninden atmaya çalışırsan vesvesen daha da ağırlaşır.

Hastaya anlayabildiğim kadarıyla obsesyonun dini boyutunu anlatmaya çalıştım fakat ben ne kadar izah edebilirim ki. Neticede din adamı değildim. Gönderebileceğim bir din adamı da yoktu. Ayrıca olsa da gönderebilir miydim?

Yarın tekrar vizitte görüşeceğimizi belirtip okuma metnini hastaya uzattım. Ayrıca kendi başına okumasını önerdim ve odasına gönderdim.

Doktor odasında diğer hastaların işleriyle meşgul iken yarım saat sonra kapım çalındı. Kapının çalmasıyla A. hanımın odaya girmesi bir oldu. Heyecanlı bir şekilde konuşmaya başlayarak ‘‘Hocam bana verdiğiniz kağıdı 2-3 defa okudum, ben aradığımı buldum, bundan sonra bu kağıdı ölene kadar saklayacağım ve okuyacağım, yarını bekleyemedim ve sevincimi sizinle paylaşmak istedim, Allah sizden razı olsun” diyerek odadan ayrıldı.

Hastanın başı dik, yüzü tebessümlü, gözleri ışıl ışıldı. Yaklaşık bir aydır bizde yatıyordu ve yatışı boyunca hastayı ilk defa bu şekilde mutlu görmüştüm. Bu duruma çok sevinmiştik fakat metni diğer hastalara okumaya başlayınca hemen hastayı taburcu etmeye karar verdik. Çünkü tedavide, medikal tedavi ile birlikte dini ve manevi argümanları kullanıyorsunuz. Ülkemizde psikiyatri camiasının çoğunluğunun soğuk baktığı, uzak durduğu, hatta bazılarının yanlış olarak psikiyatrik hastalıkların sebebi olduğunu düşündüğü, dini ve maneviyatı tedavide kullanmışsınız. Maalesef dindar psikiyatristler de yersiz evhamdan dolayı, seküler psikiyatristlerin bu düşüncelerini taklid ederek, dini ve manevi argümanları kullanmaktan çekinirler ve size cephe alabilirler. Kısaca her an suçlu ilan edilebilirsiniz? Asistanlığınız yanabilir. Halbuki hastayı intihardan vazgeçiren, şikayetlerini azaltan, çarpık düşüncelerini düzelten her türlü meşru argüman ve yolu denemeniz lazım değil mi? Tabi hastayı hemen taburcu ettik derken onu ihmal etmedik ve takibini bırakmadık. Poliklinik kontrollerinde eski şikayetlerinden eser yoktu. Ne majör depresyon ne de obsesyona yönelik şikayetleri…

Üç yıl geçtikten sonra eşi bana telefon açarak A.hanımın çok iyi durumda olduğunu, her gün bana dua ettiğini ve bir hastalarının daha olduğunu ve yollamak istediklerini söylediler. Farklı şehirde olduğum halde tekrar yollamak istediler.

Buradan çıkarılacak sonuç eğer bir psikiyatrik hastanın, hastalığına, sebep olan, arttıran veya tedavisine engel olan çarpık dini ve manevi inançları varsa, hastanızın iyi olmasını istiyorsanız, iyi bir teropatik ilişkiden sonra o çarpık bilişi düzeltmek zorundasınız. Dini ve manevi inançları, tedaviyi kolaylaştırıyorsa ve tedaviye uyumu arttırıyorsa onu da desteklemek zorundasınız. Eğer bu konuda kendinizi yetersiz hissediyorsanız, yetkin olmadığınızı düşünüyorsanız ve hasta da istiyorsa, iyi bir teropatik ilişki ve manevi öyküden sonra mutlaka bir manevi destek uzmanına konsülte etmelisiniz.

Kendi içimizden çıkan değerlere kimi sebepler ve çekincelerden dolayı sahip çıkamıyoruz. Örneğin Said Nursi ismini kullanırken acaba bir şey derler mi veya beni şucu bucu olarak tanımlarlar mı, zarar görür müyüm benzeri bir sürü zoru gelebilir. Fakat önemli olan hastanın iyileşmesidir. Hastasını düşünen bir hekim, hastanın intiharın eşiğine gelmiş bu durumuna kayıtsız kalamaz. Her metodu kullanmak zorundadır. Çekinceler de yersiz. Zira ‘‘muhakkak maslahat, mevhum mazarrata feda edilmez.’’

Obsesyonu olanlara Said Nursi’nin ‘‘Vesvese Risalesi’’ ile David Clark’ın ‘‘Takıntılarla Başa Çıkma’’ kitaplarını ısrarla tavsiye ediyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum