Mehmet Asıf IŞIK
Peygamber Aşkıyla Yanık Bir Sine: Kemâl Edip Kürkçüoğlu
(Hazreti Fahr-i Âlem Ahmed-i Mahmûd-u Muhammed Mustafa’nın dünyayı teşrif edişinin bir sene-i devriyesi münasebetiyle. Hasretle, hüzünle ve ümîtle…)
Ömrü uzun olası muhterem Salih Suruç’un, Zât-ı Risâlet Efendimizin (sav) hayatını anlattığı "Kâinatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı” adlı ilk baskısı 1980 yılında yapılan iki ciltlik bu siyer kitabının sayfa aralarında kuşe kağıda Harameyn Mescidleri, hilye-i şerif ile mübarek beldelere ait bazı görüntüler renkli basılmış, arkalarında ise Hazreti Peygamber için yazılmış seçme na’t ve şiirler de vardı.
Sözünü ettiğim esere, 1988 yılında Pakistan’da Dünya Siyer Ödülü yarışmasında birincilik ödülü verilmişti. Bu çok değerli kitabı hayranlıkla okuduğumda, bir na’t-ı şerifi ve şairi Kemâl Edip Kürkçüoğlu ismini hiç unutmamak üzere aklıma ve kalbime âdetâ kazımıştım. O nasıl bir peygamber sevgisiydi ki, bir kalp öylesine derin ve engin mânâları hissetsin, Peygambere (sav) karşı duyulan mehâbeti muhteşem bir ifadeyle dile getirsin ve okuyanı mest etsin! O hârika şiir, “Ey Zât-ı Ezelden beri sultanım efendim / Dîdârına bin kere fedâdır cânım efendim” dizeleriyle başlıyordu. Şair hayatının en değerli gâyesini Hazreti Peygamber Efendimizi (sav) tek bir defa görme arzusunu şiirinin şah beyitinde şu pırlanta sözlerle ifade ediyordu: “Allah’ı gören gözlerin aşkına bir kez / Bak bende-i muhtâcına sultanım efendim.” Miraç Gecesinde Zât-ı Akdes’in cemâlini görmekle müşerref olan Peygamber Efendimizin (sav) bir defa, yalnızca bir defa mübarek nazarına muhatap olmak, Allah’ı gören o gözlere sadece bir defa görünebilmek; işte şairin hayatının bütün gâyesi…
Ma’lûmdur ki, edebiyatımızda Peygamber Efendimizi (sav) öven, onun sevgisini, hayatını, ahlâkını ve üstün vasıflarını methiyelerle anlatan şiirlere na’t denilir. İslâm tarihi boyunca biz Türklerde olduğu gibi, pek çok Müslüman topluluklarda Hazreti Peygamberin (sav) doğumunu ve hayatını anlatan mevlidler, hilyeler, şemâil-i şerifler vs. yazılmıştır. Birçok dilde yazılan şiirlerin ise haddi ve hesabı yoktur.
Peygamber Efendimiz (sav) hayatta iken Ka’b bin Züheyr isimli şair, Müslüman olduktan sonra kendisi için yazdığı “Bânet Suad” na’tı ile hem Peygamberin affına hem de iltifatına mazhar olmuştu.
Rivayete göre İmam Busîri ömrünün son yıllarında felç geçirerek ayağa kalkamaz hale gelmişti. Mescitlerden ve ilim meclislerinden uzak kalmanın teessürüyle geçirdiği hastalık günlerinde Efendimiz için “Kaside-i Bürde” diye ünlenen bir na’t yazmıştı. Gece rüyasını teşrif eden Hazreti Peygamber (sav), kendisi için yazdığı kasideyi okumasını istemiş, İmam Busîri kasideyi okurken Peygamber Efendimiz de hoşnutlukla dinlemiş, kaside okunduktan sonra mübarek eliyle İmam Busîri’nin vücudunu sıvazlayınca felçli haldeki şair şifaya kavuşmuştu. Meşhur “Kaside-i Bürde” diye bilinen bu na’tın gönülden ve samimiyetle okunması halinde şifâya vesile olacağı umulur. Bundan dolayı kasidenin özellikle Osmanlı’da felçli hastalara okunması adet olmuştu.
Osmanlı’dan bahsetmişken, Süleyman Çelebi merhûmun yazdığı ve bugün hâlâ çeşitli vesilelerle teberrük olarak “Mevlid” diye okunan meşhur “Vesilet’un Necât” isimli şiir de işte bu nevidendir.
Bu ve emsali eserlerin okunması İslâm toplumlarında Peygamber sevgisini pekiştirdiği, Efendimize salât-u selâma vesile olduğu, maddî ve mânevî feyiz ve bereket sebebi olacağına inanıldığı için, mevlid ihtifalleri güzel bir gelenek olarak asırlar boyunca devam etmiş ve günümüze kadar gelmiştir. Gelelim asıl mevzuya…
AŞKLA YANAN BİR KALBİN DİNMEYEN FERYADI
Yazımızın konusu, Peygamber Efendimizin (sav) sevdasıyla yanık bir kalbin sahibi Kemâl Edip Kürkçüoğlu’dur. Aslen Urfalı olan Kemâl Edip hoca 1902-1977 yılları arasında yaşamış, iyi bir tasavvuf terbiyesi alarak kendisini fevkalâde güzel yetiştirmiştir. Mili Eğitim’de müfettişlik, İlâhîyat fakültelerinde edebiyat hocalığı yapmış ve birçok ilmî-edebî kitap neşretmiştir.
Eserlerinden anlaşılacağı üzere, oldukça içli, ince, nahif ve zengin bir his dünyasına sahip olan şair Kemâl Edip bey 1970 yılında Efendimiz için bir na’t yazmaya başlar. Kısa bir süre sonra kendisinde ağır bir rahatsızlık başlar ve hastaneye kaldırılır. Yapılan tetkiklerden sonra doktorları Kemâl Edip beyin kanser olduğunu, illetin bütün vücudunu sardığını ve iyileşme ümîdinin olmadığını, hastanın son günlerini ailesinin yanında geçirebileceğini söyler. Hasta eve getirilir. Çocukları her ne kadar hastalığı hakkında babalarına bir şey söylememiş iseler de Kemâl Edip bey kendi durumunu hissetmiştir. Ellerini açar ve “Ya Rabbi, Âlemlerin Efendisi için yazdığım bu na’tı tamamlamayı bana nasib et. Ona takdim edeceğim bu hediyemi en güzel hale getirinceye kadar bana mühlet ver!” diye yalvarıp Yaradan’dan ömür ister. Temiz duygularıyla ettiği bu samimî duâsı kabul edilmiştir. Kemâl Edip beyin na’tını tamamlaması tam yedi yıl sürer. Bu sürede sanki kanserden eser kalmamıştır. Na’tının yazımını bitirdikten sonra, Medine-i Münevvere’ye gidecek olan dostu Ömer Kirazlıoğlu’na, “Medine’ye ulaşıp Efendimizin huzuruna varınca, ‘Ya Rasûlullah, ümmetinden günahkâr Kemâl’in size hediyesidir, lütfen kabul buyurun.’ diyerek hafif bir sesle şu na’tımı huzûr-u Nebi’de okur musun?” diye ricada bulunur.
Ömer Kirazlığolu Kemâl Edip beyin arzusunu seve seve yerine getirir. Medine’ye ulaşınca ilk olarak Ravza-yı Mutahhara’ya gider. Peygamber Efendimizi (sav) ziyaret edip huzur-u Peygamberî’de Kemâl Edip beyin na’tını okur. Yüksek bir edeble huzurdan ayrılıp kaldığı otele döner. Takvimler 15 Nisan 1977 gününü göstermektedir. Vazifesini ifa ettiğini bildirmek üzere arkadaşı Kemâl Edip beye telefon açar. Evlâtlarından biri telefona çıkar; ağlamaklı bir sesle ve yaşlı gözlerle, “Babamız az önce rûhunu Allah’a teslim etti.” der.
Peygamber Efendimize (sav) derin saygısını ve sonsuz sevgisini ifade ettiği bu na’tın hatırına hastalıklı halde iken şifâya kavuşan Kemâl Edip Kürkçüoğlu, ümîd edilir ki bu muhteşem hediyesi sâyesinde Peygamberimizin şefaatine nâil olsun. Yazdığı na’tın Huzûr-u Risalet’e takdim edilmesi ile rûhunu teslim edişinin aynı vakte tevafuk etmesi, Allah bilir ya, kuvvetle muhtemeldir ki hediyesinin hüsn-ü kabul ile karşılandığının işareti olmuştur.

Yüreği Peygamber sevdasıyla yanık şair Kemâl Edip hoca, na’tında, Allah’ın Sevgilisi Hazreti Habibullah’ı şöyle vasfetmişti: “O’nun (sav) nurlu yüzü, Cenâb-ı Mevlâ’nın rahmet ve cemâlinin tecellî ettiği yer olması hasebiyle, gören gözlere Hak’kı ayna gibi gösterir.” Merhûm şair Kürkçüoğlu’nun aziz rûhu şâd olsun.
Ağdalı bir dille yazılmış na’tın bazı beyitlerini izah ederek aşağıda arz ediyorum.
NA’T-I SULTÂN-I ENBİYÂ!
Ebediyyen sevecek can O'nu cânân olarak,
Şart-ı peymân olarak, hüccet-i îmân olarak.
Tanırım ben Hazret-i Fahru’r Rüsûl'ü,
Gönül iklimine şahinşeh-i zişân olarak.
(Ben Rasullerin iftihar ettiği Hazreti Peygamberi gönül iklimine, mânâ âlemlerine hükümdarlar hükümdarı olarak tanırım.)
Yeter âyetleri Kur'ân'ın, eğer lâzımsa,
Rif'at-i Zâtınin i'lâmına burhân olarak.
(Onu yüksek şahsiyetini bilmeyen için eğer delil lâzımsa, Kur’an’ın onu medhettiği ayetler yeter.)
Öyle bir menbâ-ı ihsân u keremdir ki, O'na
Katre halinde giden gelmede ummân olarak.
(O, Allah’ın öyle bir ihsan kaynağıdır ki, O’na damla halinde giden bir umman olarak döner.)
Yüz seren südde-i dergâhına bir zerre iken,
Feyz alıp dönmede hurşid-i dırahşan olarak.
(Onun kapısına bir zerre iken yüz süren aldığı feyizle pırıl pırıl parlayan bir güneş olaran döner.)
Can lâzımsa eğer âşık-ı hasret-keşine,
Elverir kulluğu her veçhile unvân olarak.
Koklayan bastığı meymûn-u mübarek hâkî,
Nefhasından yitirir kendini sekrân olarak.
(Peygamberin ayak bastığı uğurlu ve bereketli toprağı koklayanlar, toprağa sinen hoş kokusundan sarhoş olurcasına kendinden geçer.)
Kalır Allah O'nu hoşnûd kılandan hoşnûd,
Affı kâfidir O'nun, müjde-i gufrân olarak.
(Allah, Resûlü’nü hoşnut edenden hoşnut olur. Onun affetmesi, insanın bağışlandığı müjdesi için yeter.)
Yâr-ı ğâr eyledi Sıddık'ı seçip hicrette,
Nesl-i Hâşim var iken mazhar-ı rüchân olarak.
(Hicret ederken kendi soyu olan Haşimoğulları neslinden kimseyi almayıp üstünlüğünü göstermek üzere Ebubekr-i Sıddîk’i kendisine mağarada dost edindi.)
Saldı ün her yana Fârûk O'na îmân getirip,
Fârik-i hikmet-i mektûme-i Furkân olarak.
(Hz. Ömer, ona iman ederek Kur’ân’ın başkaları tarafından gizlenen hikmetini ortaya çıkaran, Hak ile bâtılı ayıran “Faruk” diye her yana ün saldı.)
"Feseyekfikehumullah" ile Zinnüreyn'i
Kıldı ma'rûf-i cihân Câmi'-i Kur'ân olarak.
(İki nur sahibi Hz.Osman şehid edildiği zaman kanı, “Onlara karşı sana Allah yeter” ayet-i kerimesinin üzerine damlamakla, Kur’an âyetlerini bir araya getiren kimse (Câmi’ül-Kur’an) nâmıyla cihâna tanıttı.)
Buldu şân, yattı firâşında Aliyyü'l-Kerrâr
Şâh-i Merdân olarak, Haydâr-i Meydân olarak.
(Hicret gecesi onun yatağında yatan Hz. Ali de, savaşlarda düşmana yaptığı hamlelerle “Yiğitlerin Şâhı” ve “Savaş Meydanlarının Arslanı” diye şan kazandı.)
Hâtemiyyetle edip kadrini i'lân ebeden,
O'nu gönderdi Hudâ âleme sultân olarak.
(Peygamberlerin sonuncusu olarak Allah onu âlemlere sultan gönderdi ve değerini ebediyen yüceltti.)
Ahmediyyetle giren çille-i mîm-i Mecd'e
Ehadiyyetde erer izzete pünhân olarak.
(Mecd (yücelik) ile mim’inin çilesini çekmeye “Ahmed” olarak giren kimse, “Ehadiyyet’in sırrına, hürmet ve ikramına gizlice ulaşır.)
Gösterir Hakk'ı gören gözlere ayine gibi,
Rûh-u Nevvârı tecelligâh-i Sübhân olarak.
(Onun nurlu yüzü/rûhu, Cenâb-ı Mevlâ’nın cemâlinin tecellî ettiği yer olduğu için gören (görebilen) gözlere Hak’kı ayna gibi gösterir.)
Zâr u giryân uyuyub rûyini rüyâda gören,
Uyanır neşve-i dîdâr ile handân olarak.
(Hüzünle ve ağlayarak uyuyup onu rüyada gören sevinçle ve gözleri mutluluk saçarak uyanır.)
Şeb-i Mi'rac'da sîmâsını seyretti diye,
Kapanır yerlere gök secde-i şükrân olarak.
(Gökyüzü Mi’rac gecesinde onun yüzünü seyrettiği için, yerlere şükrân secdesine kapanır.)
Can atar her gece Rûhu'l Kudüs ihrâma girip,
Harem-i muhterem-i kûyine mihmân olarak.
(Rûhu’l Kudüs (Hz.Cebrail) her gece ihrama girerek, onun bulunduğu muhterem haremine (Medine) misafir olmak için can atıyor.)
Bir gören bir daha görsem diye Allah Allah!..
Şaşırır aklını ruhsârına hayrân olarak.
Âteş-i aşkına bin kerre yanıp İbrahim,
Görse eylerdi fedâ kendini kurbân olarak.
(Hz.İbrahim seni görseydi aşkının ateşine kendisini bin kere atıp kurban ederdi.)
Tatmayan kevser-i in'âmını İblis gibi,
Yanacak hasret u hırmân ile atşân olarak.
(Senin ni’metlerle dolu kevserini tatmayan kimse, İblis gibi, o ilâhî nimetlerden mahrum kalışın nasipsizliğiyle susuzluktan yanıp kavrulacak.)
İltifâtından uzak düşmesi eyvâh eyvâh!..
İki dünyada yeter gâfile hüsrân olarak.
O'nun anlattığı Tevhid-i Hakikî bir gün,
Saracak âlemi bir seyl-i hurûşân olarak.
(O’nun tebliğ edip öğrettiği hakiki tevhid dini bir gün coşkun sel gibi bütün âlemi sarıp kaplayacak.)
O'nun öğrettiği irfân inanın kâfidir.
Beşerin derd-i derûnîsine dermân olarak.
Bize dünyada emânet bırakıp gittiği din,
Duracak haşre kadar koskoca bünyân olarak.
Yâ Muhammed! Bana kıl merhamet âvâzı gelir
Her seher sine-i pür-sûzdan efgân olarak.
(Her seher vakti, yanıp kavrulmuş bir kalpden, “Yâ Muhammed! Bana merhamet et!” diye bir feryât duyulur.)
Bulurum belki deyip yollara düşsem, gözüme
Görünür hâr-ı muğaylân bile reyhân olarak.
(O’nu bulurum diye yollara düşsem, deve dikenleri bile gözüme reyhan gibi görünür.)
Sözlerim dürre döner, feyz alıp kıymet bulur,
O'nu medh eyler isem peyrev-i hassân olarak.
(Şair Hassan bin Sabit'in izinde ve takipçisi olarak methedersem ancak, sözlerim inciye döner ve kıymet bulur.)
Âdem evlâdının O'ndan daha mümtâzı Kemâl
Dehre bi-şüphe ayak basmamış insan olarak!..
(Ey Kemâl, hiç şüphe yok ki O’ndan daha mümtaz bir insan kâinata ayak basmamıştır.)
***
Allah Allah! Bu nasıl bir cazibe, ne bitmez bir sevdadır, nasıl yakıcı bir aşktır ve nasıl tükenmez bir muhabbettir! Cenâb-ı Allah, muhabbetten yaratıp “Habibim” dediği Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa’yı (sav) nasıl sevmiş de bütün mahlûkatına, ins u câna, bize ve hâssaten Nebîsinin yolunda dîvâne oldukları âşıklarına öyle sevdirmiş!..
O’na (sav), âline ve ashabına (sav) Allah’ın ilmindeki mahlûkat ve mevcudât adedince salât ve selâm olsun.
İslâm ümmetinin Mevlîd gecesini tebrik ve tes’id ederim.
Muhammedî rûhun hayat bahşeden rahmet esintilerinin önce Müslümanların, ardından insanlığın ölmüş duygularının dirilmesine vesile olması duâsıyla…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.