Yavuz BAHADIROĞLU

Yavuz BAHADIROĞLU

Ömür dediğin nedir ki?..

* Siyaset-miyaset...

* Adaylar-madaylar...

* Ergenekon-mergenekon...

* Darbe-marbe...

* Televizyon-melevizyon...

Ve benzer konularda tartışmalar, atışmalar, kavgalar, küskünlükler...

Şu aday şurada olmalıydı, bu aday burada muhabbetleri...

Yorum yapmalar, ahkâm kesmeler, fikir yürütmeler, yazmalar, çizmeler...

Kırk yıldır bunları yazan kalemlerin neden bir türlü bıkmadığını anlayabilmiş değilim... Geçen seçimde de aynını yapmışlardı, daha öncekinde de...

Kimse dinlememişti, listeler değişmemişti (değişemez zaten); yani hiçbir şey olmamıştı... Niye binlerce “hiç” üstüne ahkâm kesiyoruz öyleyse?

Ergenekon hakkında söylenmedik ne kaldı?.. Siyaset konusunda, darbe konusunda, televizyon konusunda konuşulmadık ne var?..

Galiba biz laklak etmeyi çok seviyoruz...

Ne dünyaya, ne ahrete faydası olmayan şeyleri öne çıkardık, sürüklenip gidiyoruz.

Kalıcılığı olmayan, bizimle ebediyete gelmeyen konulara takılıp kalmışız. Her soluğumuzdan sorgulanacağımızı unutup gaflete gömülmüşüz.

Düne kadar eleştirdiğimiz “ehl-i dünya”dan farkımız kalmadı.

Halbuki ömür fuzuli şeylerle geçirilmeyecek kadar değerli ve kısa...

Yunus bunu fark etmiş olmalı ki, sonsuzluğu sonsuzluğa yazdığı şiirlerinden biriyle bizi uyarıyor:

Geldi geçti ömrüm benim, şol yel esip geçmiş gibi;

Hele bana şöyle geldi, şol göz yumup açmış gibi...

İş bu söze Hak tanıktır, bu can gövdeye konuktur,

Bir gün ola çıka gide, kafesten kuş uçmuş gibi...

Bir hastaya vardın ise, bir içim su verdin ise,

Yarın anda karşı gele, Hak şarabın içmiş gibi...

Bir miskini gördün ise, bir eskice virdün ise,

Yarın anda sana gele, Hak libâsın biçmiş gibi...

Yunus Emre bu dünyada, iki kişi kalur derler,

Meğer Hızır-İlyas ola, ab-ı hayat içmiş gibi.”

Hayatın insani ve vicdani boyutuna boş verdik çoktandır. Peygamber Efendimiz’in (asm) tavsiyesine rağmen, bir yetimin başını okşamayı unutalı çok oldu. Zekâtı bile karşımızdakini kırmadan, dökmeden vermiyoruz. “Sağ elin verdiğinden sol elin haberdar olmaması” hükmü ıskalandı. Versek bile, kameralar eşliğinde, âlâ-yı valâ ile veriyoruz. İnancımızın gereklerini internet aracılığıyla yaşıyor, nümayişe döndürüyoruz.

Yönümüz namazda hâlâ kıbleye dönük olsa da, normal zamanda güce dönük! Gücün kaynağı para olduğuna göre de, Muhyiddin-i Arabi bir kez daha haklı çıktı...

Hani bir gün cemaate dönüp ayaklarını yere vura vura şöyle bağırmıştı:

 “Sizin taptığınız ayaklarımın altındadır!”

Bu yüzden ne kadar suçlayıp yargıladılar. Hatta “kâfir” bile ilân ettiler. Kabrini mezbeleliğe dönüştürdüler (Mısır seferi sırasında Yavuz Padişah temizletti kabrini, bir de türbe yaptırdı). Neden sonra ayaklarını vurduğu yeri kazıp orada bir küp altınla karşılaşınca işin sırrı çözüldü. Meğer “Siz paraya tapıyorsunuz” demek istemişti.

Uzun zaman geçti ve paranın gücü zaman içinde daha da arttı. Darılanlarla geçti ömür, sarılanlara sıra gelmişti ki;  bitti ömür (Hülya Bilge Gültekin).

Dünya yerine sevgiyi baş tacı etmeye sıra gelmeden, ölüp gideceğiz sanırım.

Akit
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.