Nur Cemaatine bir baş lazım mı?

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri vefat ettikten sonra cemaate bir baş seçilseydi ne olurdu?

Peki, herhangi bir baş seçilmedi ne oldu?

Evet, bugün durup geriye baktığımızda 60 yıldır geldiğimiz noktada bu sorulara çok net cevaplar verebileceğimizi düşünüyorum.

Ezcümle;

İnsanlık tarihinin ve de İslam tarihinin en dehşetli çağını yaşadık, yaşıyoruz.

Bütün ashabın, bütün veliyullahın, bütün ariflerin ve kalp gözü açık bütün büyüklerin Allah’a sığındığı Deccal çağını yaşıyoruz.

Düşünebiliyor musunuz; İslamiyet doğduktan bu çağa kadar hep dünyanın süper gücü olmuştur.

İslamiyet cihana hükmeden devletler doğurmuştur.

İnsanlığa en büyük uygarlıklar ve medeniyetler sunmuştur.

Hatta bu günümüzün temelini de İslamiyet atmıştır.

Amma nasıl ki Deccal çağı başladı bütün bin yıllık düzenler, devletler, kardeşlik bağları darma dağın oldu.

Eskiye dair bütün kadim düşünceler ve yapılar param parça oldu.

Bu durumu en orijinal haliyle tarif eden cümle Üstad Hazretlerinin cümlesidir;

“Eski hal muhal ya yeni hal ya izmihlal.”

Madem eski düşünceler işe yaramayacak, madem eski sistemler yenilmeye mahkûm olacak öyle ise yepyeni bir tarz olmak zorundadır.

Evet, eskiden bir devlette bir Firavun yetiyordu.

Müşriklerin başında bir tane Ebu Cehil kâfi idi.

Lakin her insanın fıtratına yerleştirilen “ene” nefis ile birlikte birer Firavunu barındıracak potansiyelde yaratılmıştır.

Eğer ki ene, Bediüzzaman hazretlerinin bize tarif ettiği şekilde tanınmazsa “müthiş bir secere-i zakkumun çekirdeğini” barındırdığı için her nefis bir firavun olabilir.

Dolayısıyla Firavuniyet yıkım tarafı olduğu için birlikte hareket etmezlerse de aynı şeyi yaptıkları için tahribatları azim oluyor.

Ve bütün ben-i Âdemi esfeli safiline doğru uçurumlarda yuvarlatabilir.

Yani ene’yi bu manada dürtükleyen çok esbap var.

Belki de bu çağın görevi bu...

Belki de Deccalizmin en büyük silahı bu...

İnsandaki “Ben”i büyütmek...

Hele bugün sosyal medya vasıtasıyla bu dürtüler çok daha net ve çok daha kolay ortaya çıkabiliyor.

Dikkat ederseniz, herkes adeta bir filozof, bir fikir adamı, bir aksiyoner olmuş gibi klavyenin başına geçip fikirlerini neşredebiliyor.

Meydan alabildiğine boş, havsalaların alamayacağı kadar sanal bir hürriyet ortamı var.

Ve bu ortam bütün bilinçaltı düşünceleri de, bastırılmış duyguları da rahatlıkla ortaya seriyor.

Bu durumda herhangi bir denetim mekanizması olmazsa “ene ve nefis şeytanın komutasına girip taşlaşarak “veleddallin” cephesinden cehenneme doğru yol alır.

Dolayısıyla artık tek firavun, tek Ebucehil yok, milyonlarca firavunlar, milyonlarca Ebucehillerle karşı karşıyayız.

Aslında hepimiz birer firavun olabiliriz.

Yani insan artık bir bütün olarak Müslüman kalamıyor. Bir tarafımız Müslümanken bazı duygularımız küfre girebiliyor.

Yani durum bu kadar dehşetli…

Şimdi siz söyleyin; insanlık böylesine fertlere ayrılmış, fert dahi bütünlüğünü kaybedip duygulara bölünmüş ve her fert bir nev hükmüne geçmişse, tahribat da kolaysa; başta Müslümanları sonra tüm insanlığı bu dehşetten nasıl bir sistem kurtarabilir?

Biraz daha özele indirgersek Nur talebeleri nasıl bu vartadan kurtulacak?

Zira çağ “elif” çağıdır.

Ve elif yapayalnızdır.

Ben şunu diyebilirim; Deccalizm bu çağı kendisine hazırladı. Bu sistemi kendisi için kurdu.

Her tarafı darma dağın edip, bütün toplulukları dağıtıp insanları birbirinden ayırıp, kadim kültürleri yok edip, insanı da parçalarına bölüp istediği kıvama getirip yavaş yavaş yutmaya başladı.

Gayesi insanlığı dişleri arsasında öğütüp cehenneme boşaltmaktır.

Şimdi baştaki soruya dönersek;

Nur cemaatına bir lider gerekli mi?

Bu anlattıklarımla bu soruyu bağdaştırmayanlar biraz daha geniş bakmalı.

Sakın “ne alaka” demeyin.

Cevap anlatılanların içindedir.

Cevap çağın sisteminin içindedir.

***

Yıl 1960.

Üstad vefat etmiş.

Bütün cemaat bir anda kendini öksüz hissetti.

Zahiri bir dağınıklık gözüküyordu.

“Cemaat ne olacak” diye taharriye başlandı.

Klasik düşünce olarak, bir lider gereklidir diye genel bir kanı vardı.

Hâlbuki Üstad bu manada hiçbir şey söylememişti.

1953-54’ten sonra Risaleler Latin harfleriyle basıldığı zaman her bir eser hazırlanırken Üstad; "Hele bu eser çıksın ben ondan sonra gideceğim” deyip her seferinde abileri toplayıp vasiyetini söylüyordu:

Onlara şöyle demişti;

“Dikkat edin, ben sizlerin nefsinizi itham etmiyorum, ama aldanabilirsiniz. Sizler herkesten ziyade çok dikkat etmeniz lâzım ve elzem. Hususan Risale-i Nur'un meslek ve meşrebine, benim tarz ve meşrebime sadık kalacaksınız.”

1952'den sonra kurduğu bir sistem vardı.

Mümkün olduğu kadar bütün yurtta çok sayıda dershaneler açılacak, dershanelerde Risale-i Nurlar okunacak ve her an canlılığı muhafaza etmek için lahikalar neşredilecek.

Ve zaman zaman abilerin gezmeleriyle de takviye edilecek.

Ve bu sistem için yanındaki tüm abileri toplayıp Kur'an'a el bastırmıştı.

Dolayısıyla gerek abileri toplayıp söylediği vasiyetlerinde gerek Risale-i Nurda gerekse lahikalarda “benden sonra bir lider seçin” manası asla yoktur.

Nitekim Üstadın vefatından hemen sonra Kadıoğlu Camiinde bunun için bir araya gelen abilerin toplantısında Zübeyir abi şöyle demişti:

“Üstad bize Risale-i Nur’u bırakmıştır. Risale-i Nur’da ve Üstad’ın hayatında şahıs, dernek, vakıfvari bir tarz ve anlayış görmedik, işitmedik ve yoktur. Risale-i Nur Kur’an’ın malıdır. Onu ve talebelerini dünyevi temsil edecek bir vekil Üstad işaret etmemiştir. Her nur talebesi, bu hizmeti, gayri siyasi, ihlasla, meşverete muhtaç meseleleri meşveretle Risale-i Nur muvacehesinde yürütecektir. Üstadımız 'benim vekilim olmayacaktır. Beni bir vekil kaldıramaz. Benim yüzlerce, binlerce vekilim olacaktır’ buyurmuştur.”

Aslında buraya nokta koyup bırakmak gerekir.

Bu sözün üstünde söze gerek yoktur.

Lakin biz Üstadın bıraktığı hizmeti çağın anlayışına göre tahlil etmek adına biraz kafa yormaya çalışıyoruz.

Zira piyasada çok silik düşünceler dolaşmaya başladı.

Bu sebeple şöyle bir akıl yürütmek gerekecek:

Ortada çağın bütün ihtiyaçlarını ilmik ilmik işleyen bir eser var.

Ve bu eserle meydana gelen bir cemaat ve bu cemaatın büyük bir şahs-ı manevisi var.

Ve de muhatabımız Bediüzzaman Hazretleridir.

Ona bir halef seçilebilir mi?

Onun ayarında bir fani bu çağımızda olabilir mi?

O ki tüm talebelerini toplayıp; "hepiniz ancak bir Said edebilirsiniz” derken üç Said’in karşılığı kaç kişidir?

Ve o Said ki “ben günde 200 sayfa Risale-i Nur okuyorum. Her okuduğumda yeni şeyler öğreniyorum” dediği Risale-i Nur’u hangi babayiğit veya hangi topluluk temsil edebilir?

Abileri bertaraf edip cemaatı peşinde sürüklemek isteyen zavallıların kulakları çınlasın.

Ha, Deccalın sistemine karşı anti sisteme gelince...

Yani "Deccali sistemde “lider” nasıl olmalı?" sorusunun cevabı inşaalah sonraki yazıda...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
13 Yorum