Mustafa ÖZCAN
Abdulkadir el Cezairi ve Bediüzzaman
Son günlerde Suriye'nin güneyinde Dürzi meselesi yeniden gündeme geldi. Bu defa İslami kesimlerle Hikmet Hecri adlı Dürzi din adamının desteklediği güçler karşı karşıya geldi. Dürziler ile Marunilerin veya Hıristiyanların çatışması-kapışması 1860 yıllara dek geri uzanır. Bu çekişme Batılılar karşısında Osmanlı’yı zor durumda bırakmıştır. Cebel-i Lübnan ve Şam civarlarında Dürziler Hıristiyanları boğazlamakta ve kesmektedir. Batılı ülkeler de müdahale için fırsat kollamaktadır. Fransa ile 15 yıl savaşan ve ardından Şam'da sürgün yıllarını geçirmekte olan Abdulkadir el Cezairi ise ehli zimmet ve mazlum addettiği Hıristiyanlara sahip çıkar. Onları koruma ve kollama dürtüsüyle harekete geçer. Bu gayreti onun ölmeden ve öldükten sonra da hatırlanmasına vesile olur. Nitekim binlerce Hıristiyanı, Dürzi hışmından kurtarır. Bu Batıda kahraman olarak telakki edilmesine yol açar. O hem şark hem de garp kahramanıdır. Katolik Kilisesi nazarında adeta azizlerden birisi haline gelir. Sürgün adamın hiçbir şahsi ikbal hesabı ve siyasi menfaati yoktur. Ali cenaplığını sadece dini duygularla icra eder.
Abdulkadir el Cezairi bu yüce ruhluluğu şahsi dürtülerle değil İslam'ın omuzlarına yüklediği mazlumu koruma dürtüsüyle yerine getirmiştir. Emîr Abdülkâdir el-Cezâirî, 1860’daki Dürzî başkaldırısında Hıristiyanları himayesi altına alarak on beş bin kişinin hayatını kurtarmıştır. Hıristiyanlar kendilerine yönelik bu insani tavrından dolayı Emîr Abdülkâdir’e hayranlıklarını gizleyemezler. Sadece Müslümanların değil Hıristiyanların da kahramanı haline gelir. Bu çerçevede Avrupalılar ona mektuplar, hediyeler ve şeref madalyaları gönderdiler. Mazlum Hıristiyanları katliamdan kurtaran Emîr Abdülkâdir, İngiltere Kraliçesi'ne hitaben yazdığı mektupta “Dinimin bana farz kıldığı şeyi yaptım” demiştir. Elbette Dürzilerin de haklarını tamamen yemeyelim. Osmanlı’ya sonsuz biatlı bir kadirşinas olan Şekip Arslan'ın damadı olan Velit Canbulat'ın babası Kemal Canbulat Lübnan'da Hıristiyanlarla Filistinliler arasındaki gerilimde mazlum Filistinlilerin yanında durmuş ve bu tavrını hayatıyla ödemiştir. Baba Esat’ın cellatları tarafından katledilmiştir.
Yıllar sonra Şam'da iktidar el değiştirince katili yakalanır ve yargılanma sürecine alınır. Durum varisi Velit Canbolat'a bildirilir.
***
Bediüzzaman da Osmanlı Rus harbinde arada kalan Ermeni çocuklarını korur ve kollar. Abdulkadir el Cezairi'nin Şam'da Marunilere kol kanat germe işleminin bir benzerini şark cephesinde yapar.
Araştırmacı, yazar ve hukukçu Fırat Aydınkaya, Ermeni kaynaklarında Said Nursi’nin öldürülmek üzere olan 1500 Ermeni’yi katledilmekten kurtararak Ruslara teslim ettiğinin yer aldığını söylemiştir.
Aydınkaya, Agos gazetesindeki söyleşisinde “Sünni bir damarın da hakkını yememek lazım” diyerek aralarında Bediüzzaman Said Nursi’nin de olduğu dini kimlikleriyle öne çıkan önderlerin Ermenilere gösterdikleri şefkati anlattı:
Din adamlarının gösterdiği şefkat ve koruma
“Şeyh Ubeydullah’tan Şeyh Said’e uzanan bir dini damar Ermenileri bir şekilde korumaya gayret etmiş görünüyor. 1880 yılında Van’da neredeyse tüm Nakşi şeyhlerini bir araya getirip bir toplantı yapan Ubeydullah, bir kısım Abdülhamitçi şeyhlerin isyan sırasında tüm Hıristiyan grupların öldürülmesi önerilerine karşı açıkça tavır almıştır. Soykırım sırasında Şeyh Said’in Ermenilerin katledilmesini gayrı İslami ve gayrı insani olarak niteleyen fetvasından bahsedilmektedir keza. Yine hem Hesen Hişyar’ın anılarında hem de Ermeni kaynaklarda Hizan bölgesinde Said Nursi’nin öldürülmek üzere olan 1500 Ermeni’yi katledilmekten kurtararak Ruslara teslim ettiği belirtilmektedir. Nihayet Mardin yöresinde Şeyh Fethullah’ın soykırım karşıtı net tutumu da bilinmektedir bugün. Keza A. Rezzak Bedirhan’ın da önemli sayıda Ermeniyi kurtardığını biliyoruz. Fakat maalesef bu damar yeterli kadar etkin olamadı.”
Bediüzzaman Said Nursi’nin birinci dünya savaşındaki hareketi Risale-i Nur’da da konu edilir. Tarihçe-i Hayat adlı eserdeki ilgili bölüm şöyledir:
“O muharebeler esnasında, Ermeni fedaileri bazı yerlerde çoluk çocuğu kesiyorlardı. Buna karşı Ermenilerin çocukları da bazen öldürülüyordu. Bediüzzaman’ın bulunduğu nahiyeye binlerle Ermeni çocuğu toplanmıştı. Molla Said askerlere “Bunlara ilişmeyiniz” diye emir verdi. Daha sonra bu Ermeni çoluk çocuğunu serbest bıraktı; onlar da, Rusların içerisindeki ailelerinin yanına döndüler. Bu hareket Ermeniler için büyük bir ibret vesilesi olup, Müslümanların ahlâkına hayran bırakmıştı. Bu hadise üzerine, Ruslar bizi istilâ ettiklerinde, fedâi komitelerin reisleri Müslüman çoluk çocuğunu kesmek âdetini bırakıp, “Madem Molla Said bizim çoluk çocuklarımızı kesmedi, bize teslim etti; biz de bundan sonra Müslümanların çocuklarını kesmeyeceğiz” diye ahdettiler. Molla Said, bu suretle o havalideki binlerle mâsumların felâketten kurtulmasını temin etmiş oldu.”
Kısaca Abdulkadir el Cezairi'nin Şam'da yaptıkları Bediüzzaman'ın şahsında şark cephesinde yeniden tezahür etmiştir. Referans kaynağı tek olunca neticesi de bir olmuştur. Aynı sebepler aynı sonuçları doğurur.
Ermeni çocuklarına ve halkına siyanet kanatlarını germesi istisnai bir durum teşkil etmez bilakis İslam hukukunun sahaya yansımalarından başka bir şey değildir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.