Mâneviyat çağının kıyılarında

Denizi seyrediyorum şimdi. İçinde onca inkılaplar ve âlemler barındıran, ama buna rağmen çarşaf gibi sâkin görünen deniz yüzeyini...

Her türden balığın sürüler halinde dolaştığı, yosunların dalga dalga salındığı, türlü vefat ve doğumların yaşandığı o hareketli su altı dünyasından bir tek iz bile göremiyorum şu anda.

Denizin üstü berzah alemini hatırlatıyor bana, meyvenin zarını, öte alemlerin cılız bir perdesi olan şu âlemi, sathi nazarlarımıza dolanan bütün esbap perdelerini...

Meyvenin özüne varmak için kabuğunu, zarını soymak gerekiyor önce. Dünyanın merkezine inmek için de yer kabuğunu geçmek gerekiyor mesela.

Gökyüzünden dünyaya inen gök cisimlerini öncelikle “atmosfer” tabakasının karşılayıp paramparça ettiğini çok iyi biliriz.

Mesela su damlalarının birbirine karışmasını önleyen kanundan hepimizin haberi vardır az çok.

Var olan her şey, bir iç ve dıştan oluşuyor. İçteki öz ise, dıştaki bir perde ile mükemmel bir şekilde örtülüyor, saklanıyor. Kâinatta câri olan fıtrat kanunları bu gerçeği öğretiyor bize.

Vücudumuzu boylu boyunca örten deri tabakasını hatırlıyorum bu sefer. İçerideki anatomik dünyayı örten dıştaki bir perde gibidir derimiz.

Sonra düşünüyorum sakince. Denizin ve derimizin, içteki muhteşemliklere perde oluşu gibi şu koca kâinat da sonsuzluk önünde bir cılız perde hükmünde o zaman.

Kâinatı saran madde kabuğu bütün katılığıyla birlikte, kabir ve âhiret gibi şeffaf âlemlerin üzerine örtülmüş bir perde gibi.

Aynı zamanda sonsuzluktan haber veren bir perdedir bahsettiğim. Her kış ve bahar umumi bir diriliş provasıdır mesela. Kâinat kabuğu bize bu gerçeği öğretir.

Mesela, her çiçekte sonsuz bir güzelliğin yansımaları, her canlıda sonsuz ilim sahibi bir Yaratıcı’nın yaratıcılığı, yaşatıcılığı, hikmeti, rahmeti görünüyor.

Denizin dış örtüsüne bakıp da içindeki muhteşem güzellikleri tahmin edemeyeceğimiz gibi, maddenin özü olan mânevi alemlerdeki sonsuz güzellikleri de maddi nazarlarımızla hemen fark edemeyiz.

Mesela materyalist felsefeyle tevağğul etmiş nazarlar için hâdisat-ı âlemin hakikatini okumak bu sebeple imkansızdır.

Bu sebeple Deccal ve avaneleri tek gözlüdür. Yani imansızlıklarıyla olayların sadece “maddi” boyutunu görebilmektedirler.

Dünyada gerçekleştirilen zulümlerin fâilleri de, mânayı önemsemeyen sadece “madde” boyutuna hapsolmuş karanlık ruhlulardır.

Bizler ise iman nazarıyla baktığımızda mesela Mısır’da, mesela Suriye’de ya da Arakan’da gerçekleştirilen zulümlerde bile sonsuzluğa açılan kapılar bulabiliriz.

O karanlık ve kanlı perdelerin arkasındaki rahmet okyanuslarını basiret gözlerimizle hayretler içinde seyredebiliriz.

Hz. Hüseyin’i insafsızca katledip şehid edenler için “madde” boyutunda her şey bitmişti. Bu maddi zaferleriyle övünüp durdular talihsizce.

Ancak bu maddenin ötesinde, onun somutluğundan daha zengin bir mana derinliği olduğunu düşünemediler.

İşte bu mana saltanatı On İki İmamla, Abdülkadir Geylâniyle ve bugüne kadar gelen pek çok kâmil insanla varlığını kanıtlamıştı bizlere.

Bu görünen sızıntılar, o Kerbela şehidlerinin ahiret alemlerindeki muhteşem ve ebedî saltanatları konusunda az da olsa bir bilgi sunuyordu bizlere.

Yoğunluğu daha az olan maddelerin suyun üstünde rahatça duruşu gibi, maddi yoğunluklarını azaltan niceleri de varlık denizinin göklerinde süzüldüler.

Bugün de maddenin her şey olduğunu düşünen, silahın, tankın, topun gücüne sığınarak insan denen “eşref-i mahluku” acımasızca  katleden talihsizler çokça var.

Bu zalimler, madden güçlü ve gâlip olduklarını düşündükleri bütün o cinâyet anlarında aşağıların aşağısına doğru hızla çakıldılar.

Şu anda dünya genelinde yaşananlar, maddeci zihniyetle mâneviyatçı zihniyetin mücadelesi gibi gözükse de, gerçekte mânânın bütün evreni yeniden kuşatmaya başlamasından da başka bir şey değildir.

Birleşik kaplardaki bütün boşlukları dolduran su gibi, mâneviyat da bütün maddeci boşluklara nüfuz etmeye, maddenin esasında esmâ-yi hüsna tecellilerinin kesif bir âyinesi olduğunu ortaya koymaya devam etmektedir.

Asrın başında yazılan Risale-i Nurlar, işte bu mâneviyat galebesinin başladığı kutlu zaman dilimini bizlere gösterir.

O günden bugüne, bu maddeci dünyada yaşanan bütün değişimler mâneviyat lehinedir ve maddecilerin kazandıklarını sandığımız her merhale, aslında mâneviyatın zaferini doğurmaktadır.

Darbeler, muhtıralar, katliamlar, 28 Şubatlar, yasaklar, sıkı yönetimler, terör faaliyetleri; adına her ne derseniz deyin, maddeci zihniyetin tezâhürü olan bütün zulümler fikren yenilme dönemine çoktan girmişlerdir.

Bu fikri zaferin ardından maddi zaferin geleceğini ise, maddeci rakiplerimiz, iliklerine kadar hissederek çoktan anladılar.

Can havliyle Mısır’da, Suriye’de, Arakan’da giriştikleri vahşice katliamlar ise, bu maddeci zihniyetin sonunu hızlandırmaktan başka da bir işe yaramayacaktır. 

Mâneviyat adına ödediğimiz bütün bu bedeller gösteriyor ki, mânanın maddiyata galebe edeceği muhteşem bir döneme çok yakında gireceğiz.

Bu mâna çağına hazırlık için bütün maddiyat kirlerimizden arınmaya şimdiden başlamamız yerinde olacaktır.

Mesela devletimiz denizin yüzeyine yani kabuğa odaklanan maddeci eğitim bakış açısını bir an önce değiştirmeli, denizin derinliklerindeki, yani özdeki zenginlikleri gösteren imâni eğitim anlayışını eğitim müfredatına hâkim kılmalıdır.

Evet, yaklaşan çağ “Mâneviyat Çağıdır.” Zeitgeist olarak ifade edilen “Zamanın Ruhu” bize bu hakikati fısıldamaktadır.

O halde başta kendimiz olmak üzere bütün insanlığı bu muhteşem çağa hazırlamak zorundayız.

Bu kıyılarına yaklaştığımız yeni çağın dilini öğreten Kur’ân’ın hakikatlerini bütün insanlara ulaştırmak ise boynumuzun borcu olmalıdır. (OD)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.