Kur’an’ın Bilimsel Mucizeleri (Risale-i Nur Eğitim Programı-46)

Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim Programı Dersleri-46: Kur’an’ın Bilimsel Mucizeleri

Eğitim programımızın “Vahyin Hakikati ve Kur'an'ın Allah'tan Geldiğinin İspatı” isimli bölümünün dokuzuncu ve son dersini takdim ediyoruz. Sunulan hakikatlerin tam olarak hissedilerek pekiştirilmesi için, eser metnini de içeren görsel destekli ders videosunu da yazının sonundaki adresten izlemenizi tavsiye ediyoruz.

Kur’an’ın Bilimsel Mucizeleri (7. Şua - Ayet-ül Kübra Risalesi”nin 17.Mertebe, 6.Nokta - İzah Metni)

Eğitim programımızın daha önceki derslerinde bahsettiğimiz gibi, Kur’ân’ın mucizeliğini sadece bilimsel yönden ele almak, bilimsel bulguların değişkenliği nedeniyle mahsurları olabilen sınırlı bir çalışma sahasıdır. Bununla birlikte Kur’ân’ın kâinat ve içinde bulunduğumuz dünya ve insanın yaratılışıyla ilgili beyanlarının gerçekten çok çarpıcı ve etkileyici olduğunu da belirtmemiz gerekir. Kur’ân’ın bilimsel mucizeleri hakkında hem metni hem videosu bulunan detaylı ve güzel anlatımların bulunduğu www.seyrangah.tv adresini tavsiye ediyoruz.

Bunlardan bazı örnekler vermek gerekirse, kâinatın yaratılışı konusunda Enbiya Suresi 30. Ayette geçen “Göklerle yer birbiriyle bitişik iken biz onları ayırdık” ifadesi büyük patlamanın mükemmel bir tarifi olarak karşımızda durmaktadır.

Zariyat Suresi’nin 47. ayetinde geçen “Biz göğü kudretimizle bina ettik ve şüphesiz biz onu genişletiyoruz” ifadeleri ise, modern bilimin son dönemde keşfedebildiği “Genişleyen Evren” modeliyle birebir paralellik arz etmektedir.

Rad Suresi 12.ayette geçen “…ağır bulutları meydana getiren O’dur” ibaresinin, tüy gibi hafif sanılan bulutların, hakikatte 300.000 ton ağırlığa ulaşan su taşıyabildikleri gerçeğini, bilimin son verileri sayesinde artık öğrendiğimiz için bilimsel bir mucize niteliği taşımakta olduğu, rahatlıkla söylenebilir.

Yılda 1 ile 5 cm. civarında olduğu hesaplanmış olan kıtaların hareketine verilen isim “Kıtasal Sürüklenme”dir. Kur’ân’da ise aynı tabirin kullanıldığı ayet şöyledir: “Sen dağları görürsün de onları sabit sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler.”  (Neml Suresi, 88.)

Dünyanın yuvarlaklığını çok ince bir şekilde haber veren ayet ise şöyledir: “Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp örtüyor.” (Zümer Suresi,5.) Bu ayetteki ince nokta, “sarıyor” diye çevrilen kelimenin Arapçasının “kevvera” olması ve bu kelimenin Türkçede geçen “küre” kelimesi ile aynı kökten gelmesi ve bu fiilin Arapçada yaygın olarak “başa sarık sarmayı” ifade etmek için kullanıldığı gibi, “yuvarlak bir şeyin üzerine bir cisim sarmak” için de kullanılmasıdır. O dönemde bulunan insanların dünya ile ilgili olan algılarını ters yüz ederek onları, onlarca doğruluğu kesin olan bilgilerini veya Kur’ân ayetlerini inkâra zorlamadan, fakat sonraki dönemde gelecek insanlara da dünyanın yuvarlaklığını ince bir şekilde işaret etmeyi ihmal etmemek ve imtihan sırrını bozmadan bu bilgiyi vermek, sizce daha iyi nasıl yapılabilir?

Nahl suresinin 68. ve 69. ayetlerinde bal arısının yaptığı işlerde hep dişiye ait fiil çekimi kullanılması ve Kur’ân indirildikten çok sonraları keşfedilen, bal yapımında çalışan tüm arıların dişi arı olduğu gerçeğinin bu ayetlerle müthiş uyumu, ne türden şaşırtıcı bir vakıadır?

Dağlar hakkındaki Kur’ân ayetlerinin ise, ne kadar basit ve kısa bir ifadeyle ne derece büyük bir gerçeği bildirdiğine bir bakınız: “Yeryüzünde, onları sarsmasın diye, sabit dağlar yarattık.” (Enbiya Suresi, 31.) “… Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı …“ (Lokman Suresi,10.) “Biz, yeryüzünü bir döşek, dağları da birer kazık kılmadık mı? (Nebe Suresi, 6-7.)“ Dağların yeryüzünün sarsıntılardan koruma görevini üstlendiği gerçeği, takdir edersiniz ki, önceki dönemlerde bilinebilecek bir şey değildi. Ayrıca eskiden dağların sadece yeryüzünün yüzeyinde kalan yükseltiler olduğu düşünülmekteydi. Ancak modern bilim, dağ kökü adı verilen kısımları ile kimi zaman kendi boylarının 10–15 katı kadar yerin altına doğru uzandıklarını keşfetti. Yani dağlar, tıpkı bir çivinin ya da kazığın çadırı sıkıca yere bağlamasına benzer bir role sahipti. Zirvesi 9 km yukarıda olan Everest Dağı’nın 125 km.den fazla köke sahip olduğu anlaşıldı. 

Peki ya “Geri döndüren göğe yemin olsun…” (Tarık Suresi, 11.) ayetine ne demeli? Böyle basit bir ifadeyle çok çarpıcı bir bilimsel bilginin verilmiş olduğu, kimin aklına gelir ki? Bilim ilerledikçe, atmosferdeki tabakaların kendisine ulaşan madde ya da ışınları uzaya ya da yeryüzüne geri döndürme özelliklerinin olduğu anlaşılmıştır. Yani çift taraflı bir geri döndürme özelliği söz konusu. Birincisi, uzaydan gelen radyasyon ve zararlı ultraviyole ışınlarının yansıtılarak, yeryüzüne ulaşmadan geri dönmelerinin ve ikincisi, yeryüzünden yükselen su buharının yoğunlaşıp yağış olarak yere geri dönmesinin sağlanması.

Şimdi de şu ayete bir bakalım: “Ve gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise ayetlerinden yüz çeviriyorlar.” (Enbiya,32.) Artık bilimin verileriyle dünya atmosferinin bizleri göktaşlarına, güneşin zararlı ışınlarına ve uzayın dondurucu soğuğuna karşı koruduğunu biliyoruz. Fakat o dönemde böyle bir bilginin bilinmesi mümkün müydü?

Bebeğin rahimdeki üç karanlık devresini bildiren Kur’ân ayeti de günümüz insanı için delil niteliği taşımaktadır: “Sizi annelerinizin karınlarında, üç karanlık içinde, bir yaratılıştan başka bir yaratılışa geçirerek yaratmaktadır. İşte Rabbiniz olan Allah budur, mülk O’nundur. O’ndan başka ilah yoktur. Buna rağmen nasıl çevriliyorsunuz?” (Zümer Suresi,6.) Çok ilginçtir ki, modern biyoloji, embriyonun anne rahmindeki gelişiminin üç aşamalı bir oluşumla ve üç farklı karanlık bölgede gerçekleştiğini ortaya koymuştur.

Son olarak, insanın yaratılışı hakkındaki mucizevî bir ayeti naklederek bu bahsi kapatmak istiyoruz: “Sonra o damlacığı, asılıp tutunana dönüştürdük. Sonra asılıp tutunanı bir çiğnemlik et haline getirdik.”(Mü’minun suresi,14.) Anne karnındaki embriyonun tam da Kur’ân’ın tarif ettiği gibi bir görünüme sahip olduğunu Prof. Dr. Keith L. Moore bakınız nasıl anlatmış: “Söz konusu ayetlerin ne demek istediğini bu dönemdeki embriyoyu incelediğimiz zaman hayretle öğrendik. Çünkü embriyo 28 günlükken üzerinde tesbihimsi bir yapı meydana geliyor ve bunlar görünüş olarak aynı diş izlerine benziyordu. Bu dönemdeki embriyonun plastikten bir modelini yaptık ve onu çiğneyerek üzerinde diş izlerimizi bıraktık. Ortaya çıkan manzara, incelediğimiz aşamadaki embriyoya olağanüstü derecede benziyor ve Kur’an’ın insan embriyosundan neden bir çiğnemlik et olarak bahsettiğini çok güzel açıklıyordu.”

Buraya kadar sadece bilimsel boyutları noktasından Kur’ân’ın mucizelik yönünden bahsetmiş olduk ve bu kitabın nasıl sağlam aklî deliller üzerinde durduğunun bazı misallerini verdik. Kur’ân’ın üstünde parıldayan mucizelik mührünün mükemmel bir izahı içinse, önceki izah metinlerimizin tamamı ile yine 25.Söz ve İşârât-ül İ’caz risalelerini referans vereceğiz. Çünkü bu iki eserde ayetlerin cümle ve kelimelerinin kuruluş şekilleri, kapsamlılık yönleri ve harika anlatım tarzının mucizelik derecesine nasıl ve ne yönlerden çıktığı, teknik olarak ve detaylıca anlatıldığından, bu meselelerin ancak yerinden okunarak öğrenilmesi gerekmektedir. Kur’ân’ın önünde ve hedefinde bulunan ve iki dünya saadetini içeren hediyeleri hakkında, eğitim programımızın “ölümün karanlık bilinen ve hayatın hüzünlü görünen rengini değiştiren ve bambaşka bir şekilde aydınlatan iman”ın güzelliklerini izah eden önceki bölümlerini hatırlatmakla yetiniyoruz.

Kur’ân’ın sağında sayısız istikametli akılların delillerle onun hakikatlerini kabul etmelerinin, solunda ise bozulmamış kalplerin ve temiz vicdanların teslimiyetleri ve onun manevî çekimine kapılmalarının bulunduğu hakkında, eser metninde geçen ifadelerin gerçeği yansıtıp yansıtmadığı hakkında ise şunu söylemek isteriz:

Eğer böyle olmamış olsaydı, hiçbir kitaba nasip olmamış şekilde dünya çapında bir etki düzeyi nasıl mümkün olabilirdi?

Dinî hiçbir alt yapısı bulunmayan, bilime ve akla inanan bir modern çağ gencinin aklını tatmin ve kalbini cezbederek hakikatlerini kabul ettiren ve “Hayatın gayesi bunlardır!”diye takdim ettiği büyük meselelerin, o genç tarafından dahi sahiplenilmesini, sayılan harika özelliklere sahip olmayan sıradan bir kitap, sırf ciddî ve samimî bir ikna metodu kullanarak nasıl sağlayabilir ki? Eser metninde altı makamda işaret edilen Kur’ân’ın özelliklerinin ise, ancak kalp ve vicdanınızla hissedebileceğiniz hakikatler olduğuna kanaatimiz geldiğinden, burada ayrıca tekrar etmeyi veya izahlara girişmeyi lüzumlu görmedik.

Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim Programı Ders Videosu: (Kur’an’ın Bilimsel Mucizeleri) https://youtu.be/_aLU4z8Prhw

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum