Kendimizdekini düzeltmek ve TÜSİAD

Geçtiğimiz hafta TÜSAİD'ın davetlisi olarak, önümüzdeki Salı günü içeriği kamuoyuyla paylaşılacak olan "Vizyon 2050 – Türkiye" raporunun tanıtım toplantısındaydım. Toplantının esas çerçevesini "sürdürülebilirlik" kavramı oluşturdu. Sürdürülebilirlik; yani dünyadaki mevcut kaynakları inanılmaz bir açgözlülük ve bencillikle tüketen insanoğlu dünya üzerinde yaşamayı sürdürebilecek mi?

TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, toplantıda çok çarpıcı gerçeklere işaret etti. "Kaç dünya tüketiyoruz?" başlığıyla gösterilen bir harita aslında hali pür melalimizi olduğu gibi özetliyordu. Amerika Birleşik Devletleri tek başına "4 dünya"dan fazlasını tüketirken, Afrika ülkelerinin çoğunluğu "1 dünya"dan azını tüketebiliyordu. Dünyadaki ölümcül obez insan sayısının açlıktan ölen insan sayısıyla nerdeyse eşit olduğunu düşünürsek, bu tablonun vahameti daha da iyi anlaşılır sanıyorum. Ümit Boyner insanoğlunun gitmekte olduğu acı sonu şu cümleyle özetledi: "Gelişen piyasa ekonomileri tüketim talepleri aynı eğilimde devam ederse sürdürebileceğimiz bir dünya kalmayacak."

"Başka bir ümmet mümkün" başlıklı yazımda şöyle sormuştum: İnsanların açlıktan dolayı öldüğü bir dünya, Rezzâk ismine sahip bir Allah'ın yarattığı dünya olabilir mi? O ki rızık ihsan eden, tekrar tekrar, bol bol rızıklandırandır. O'nun yarattığı bir dünyada "açlıktan ölmek" gibi bir zulmü mümkün kılan da yine bozgunculuk yapan insan değil midir?

Dünyada sınırlı kaynaklar var. Ancak mevcut kapitalist düzen bize sınırsızca tüketmemizi öğütlüyor. Daha doğrusu bizi sınırsızca tüketmeye kışkırtıyor. Daha çok tüketebilmek için daha çok kazanmak hırsıyla dolduruluyoruz. Alt sınıf orta sınıf, orta sınıf, üst-orta sınıf, üst-orta sınıf üst sınıf olmak iştiyakıyla başlıyor her yeni güne... Böyle bir düzende iş dünyasının bu sorunun üzerine eğilmesinin sebebiyse elbette ahlâki kaygılar değil. Tüketecek kaynak kalmazsa, ortada iş dünyası da kalmayacağı için can çekmekte olan sistemin biraz daha soluk almasını sağlamak istiyorlar. Ancak motivasyonları ne olursa olsun, hepimiz aynı gezegeni paylaştığımızdan mezkûr kaygı hepimizi aynı şekilde ilgilendiriyor.

Kırk yıl sonra dünya nüfusunun dokuz milyar olması bekleniyor. Mevcut tüketim alışkanlıkları olduğu şekliyle devam ederse 2050 yılında bildiğimiz anlamıyla dünya olmayacak. Eğer insanoğlu hayatta kalmayı devam ettirmesini istiyorsak, dokuz milyar insanın sadece "1 dünya" tüketecek sınırda yaşamasını sağlamak zorundayız. Bu minvalde toplantıda tek bir soru sordum ki bana kalırsa işin can alıcı noktası da burada yatıyordu: "Sunumunuzda yaşam standartlarımızı düşürmeden sürdürülebilir bir dünyayı inşa edebiliriz dediniz. Fakat dokuz milyarın bir dünya tüketecek seviyede olmasını sağlamak yaşam standartlarını aynen muhafaza ederek nasıl mümkün olacak?"

Soruma hem Ümit Boyner hem de TÜSİAD yönetim kurulu üyeleri Ali Kibar ve Cansen Başaran Symes teker teker cevap verdiler. Ancak eminim onlar da yaşam standartlarını olduğu gibi muhafaza ederek, dünya nüfusunun geri dönüşüm yapıp "yeşil ürünler" tüketmesini sağlayarak dünyayı sürdürülebilir kılmanın imkânsız olduğunun farkındalar. Ama iş dünyasının içinden gelen isimlerin "yaşam standartlarını düşürmek"ten bahsetmesi düzenin temeline ters olduğundan bundan bahsetmek onlar için hayli zor. Sorum üzerine bir başka basın mensubu da "Mesela TÜSİAD üyeleri yüksek motor hacimli arabalarını kullanmaktan vazgeçecekler mi? diye sordu. Ümit Hanım ise "Tavsiyede bulunuruz elbette ama kendi kanaatleridir" dedi. Daha fazlasını yapmaya kimsenin gücü yetmez elbette. Ama imkânsızı istememiz için gerçekçi olmamız gerekiyorsa, sürdürülebilir bir dünya arzusunda olan herkesin bu israf düzeninin nerelerde ve nasıl parçası haline geldiğini sorgulaması şart. Balık baştan koktuğundan, bu sorgulamanın öncelikle "baş"takilerden gelmesiyse kaçınılmaz.

Önümüzeki soru açık: Bozgunculardan mı olacağız, ıslah edicilerden mi? Dünya nüfusunun büyük çoğunluğu şu an için ilkini seçmiş görünüyor çünkü bozguncuların sömürdükleri insanlar bile bir gün zenginleşip bozgunculardan olmayı hayal ediyor. Çoğunluğu ikincisine ikna etmekse ekonomik kaygıların ahlâkî kaygılarla birleştirilmesinden geçiyor.

Kapitalist ahlâk hüküm sürdüğü müddetçe gerektiğinde kendi nefsinden feragat edebilen bir öznelliğin ortaya çıkması mümkün değil. Daha çok yakıt tüketirse başkalarının hakkına gireceğini bilen insanın "kıyamet senaryoları"yla korkutulmaya da ihtiyacı yoktur zaten. O'nun korkusu gelecek odaklı değil, "şimdi ve burada"dır. Kendimizde olanı düzeltmedikçe, dünyanın da mucizevî bir biçimde düzelmeyeceğini kabul etmemiz ve işe önce kendimizden yani nefsimizden başlamak gerekiyor. Bu çağrımsa önce kendi nefsime sonra da tüm TÜSİAD üyelerine olsun.

Yeni Şafak

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.