Kaza yaptık ama namazı kazaya bırakmadık elhamdülillâh

Sabah Namazına Nasıl Kalkılır? kitabını okuduktan sonra nasıl bir etki yaşadınız?” sorusunu öğrenmek için sitede bir anket yaptık. Aldığımız cevaplar muhteşemdi. Ankete katılan 1123 okuyucunun verdiği cevaplar ve bunları bir milyon kitaba uyarladığımızda şöyle bir sonuç çıkıyordu:
Yüzde 16 (160 bin kişi) : Kitabı okuyunca hemen namaza başladım.
Yüzde 15 (150 bin kişi): Sabah namazlarına kalkmaya başladım.
Yüzde 8 (80 bin kişi): Artık hiç kazaya bırakmıyorum.
Yüzde 25 (250 bin kişi): Daha fazla önemseyip huşu ile kılmaya başladım.
Yüzde 36 (360 bin kişi): Her bakımdan daha iyi bir kul olmaya çalışıyorum.

Bu rakamlar okuyucularımızla birlikte vesile olduğumuz hizmetin güzel neticeler verdiğini görmek bakımından çok mühim ve sevindiriciydi. Ancak “Acaba hakkıyla yapabildik mi? Namaz hazinesinden uzak, ama onun hasretiyle yanan milyonlara ulaşmak için daha neler yapabiliriz?” soruları bizi huzursuz ediyordu.
Seferberliğe başladığımız 2005 yılı Ramazan ayından birkaç hafta önceydi. Abdest alıp iş yerindeki mescide çıktım. Namaz vakti değildi. Mescitte kimse yoktu. Müthiş bir soru beynimi kemiriyordu. Ramazan’da beş vakit camiye gelmeyen yaklaşık 10 milyon insan camilere akın edecek, kimisi vakit namazlarına, kimisi teravih namazlarına koşacaktı. Kadın erkek, genç ihtiyar, çocuk büyük milyonlarca insan Ramazanda coşan rahmetten istifade etmek için Rabbiyle buluşacak, mescitlere sığınacak, el açıp yalvaracaktı.

Bunlar içinde namaza yeni başlayan pırıl pırıl gençler de olacaktı. Fakat her yıl olduğu gibi ilk gün camiler cemaati almayacak, kalabalıklar dışarıya taşacak, ama sonra giderek azalacak, camiler boşalacaktı.
Namaza yeni başlayan gençler ne yapacaktı?
Belki birkaç hafta, belki birkaç ay namaza devam edecek, sonra namazsız günlere dönecek, Ramazanda sadakat gösterdiği Rabbiyle randevusunu terk edecek, sözünü unutacaktı.
Birden hayalim kıyamet sonrasına ve hesap gününe gitti. Bir genç hesap vermek için boynunu bükmüş, Rabbinin af ve rahmetine muhtaç bir şekilde bekliyordu.

– Niçin namazlarını tam kılmadın, diye ona soruluyordu.
– Rabbim, diyordu. Sen beni benden daha iyi bilirsin ki dünyada iken Sana inanıyor, Seni seviyordum. İbadet etmek, namaz kılmak için de her zaman isteğim vardı. Hatta Ramazanda camilere koştum, namaza başladım. Ama yaşadığım ortamın cazibesi, tembellik ve ihmal beni hep zorluyordu. Birkaç gün camiye gittim, kimse benimle ilgilenmedi, elini uzatmadı, bir şey anlatmadı. Kimse ne bir kitap, ne bir CD verdi. Namazı niçin kılmam gerektiğine dair sağlam ve güçlü bir bilgim olmadığı için nefesim birkaç gün yetti.
Bir gün mutlaka gelecek olan hesap gününde milyonlarca genç böyle derken gözler bize çevrilmeyecek miydi? Âlemlerin Sultanı, o gün namazı bilenlere ve güzel neticelere vesile kıldığı insanlara şu dehşetli suali sormayacak mıydı?
– Peki, siz ne yaptınız? Ben size güzel neticeler veren bilgiler, misaller, kitaplar, usuller ihsan ettim. Neden onları cihana duyurmadınız? Neden geceyi gündüze katmadınız? Neden hayatınızı namaza vakfetmediniz?
Gözlerim yaşla doldu, ruhum bir mengenede sıkılır gibi oldu, çaresiz bir şekilde konuşmaya başladım:
– Yapamadık ya Rabbî, dedim, başaramadık. Evet, bize yüz binlerce insana ulaşmayı ihsan ettin, ama daha bizi bekleyen milyonlarca insana, ihlâssızlığımızdan, tembelliğimizden, adam gibi çalışmadığımızdan ulaşamadık.
Bu tür düşünceler kafamdan çıkmıyordu. Acaba ne yapmalıydık? Ramazanda camilere gelen milyonlarca insanın namaza devam etmesini nasıl sağlayabilirdik?
– Ya Rabbî, bir çözüm ver, bir yol göster, bir formül lütfet, diye dua ettim.

Hamdolsun Allah’a, aklıma iki husus getirdi.
Birincisi, kitabımızın sesli ve yazılı tüm metnini internete zaten koymuştuk. Bunu herkesin kendi sitesine koymasını, duyurmasını teşvik için tanıdığımız mail gruplarına bilgi verecektik.
İkincisi, kitabın tüm metnini 12 bölümlük “arkası yarın” formatında okutacak ve bütün radyolara CD’sini gönderecektik.
İlkini masrafsız yapabilirdik. Ama ikincisi için okuyan, stüdyo ve kargo için sponsor gerekiyordu. Bunu da iki kardeşimiz üstlendi. Allah ebeden razı olsun.
İki düşünceyi de gerçekleştirdik. Kitabın ses CD’sini de 300 radyoya gönderdik. Böylece hem okuyanlar, hem de dinleyenler arttı.

Bu arada seferberliğe başladığımız tarihten bugüne kadar birbirinden güzel vaazlar ve konferanslar devam etti çok şükür. Hepsinin çok güzel hizmetleri ve hatıraları oldu. Burada birkaç örnek vermek istiyorum.
Kampanyadan sonra ilk vaazı kendi memleketim olan Bolvadin’deki İmaret Camii’nde vermiştim. Sesimiz merkezî sistemle bütün camilerdeki cemaate ulaşıyordu. Vaazda namazı ve kampanyamızı, neler yapacağımızı anlattık. Çıkışta da Bolvadin Girişim Grubu’nun katkılarıyla cemaate kitabımız dağıtılmıştı. Hamdolsun herkes tebrik ve dualar ediyordu.
Güneşli’de bir camide Cuma günü namazla ilgili vaaz vermiştim. Cemaat çok ilgiyle dinledi. Namazdan sonra mihrabın önün¬de cemaatten bazılarıyla “Allah kabul etsin” duasıyla tokalaştık. Herkes namaz hizmetinden dolayı memnun, tebrik ve teşekkürlerini iletiyordu. Tam cübbeyi çıkarıp camiden çıkacaktık ki birisi gelip:
– Hani hocam dışarıda kitap vardı. Biz alamadık, dedi.
– Evet, vardı. Yoksa çıkarmadılar mı?

Görevli kardeşlerimiz kitapları sergilemişler. Ancak biz daha cübbeyi çıkarmadan kitaplar bitmişti.
Konferansların hepsi birbirinden güzeldi. Balıkesir’in Dursunbey ilçesine gitmiştik. Nüfusu 18 bin civarındaydı. Konferansı Müftülük ve Balat gazetesi düzenlemişti. Akşam arkadaşlarımızla yemek yerken şiddetli bir yağmur başlamıştı. İçimden, “Bu yağmurda kimse gelemez. Sen 50-100 kişiye konuşmak için kendini hazırla” dedim. Hayal kırıklığına uğramamak için psikolojimi ayarlamalıydım.
Konferans salonuna girdiğimizde yaklaşık bin kişinin olduğunu gördük. Salon almamış, birçok kardeşimiz ayakta kalmıştı. Her programda olduğu gibi, boynumu büktüm, dua ederek Rabbimden yardım istedim.
– Allah’ım, biz boyumuzdan büyük bir işe kalkıştık. Sen yardım et ki programımız güzel, ihlâslı ve faydalı olsun. Sen ihsan etmezsen, ben ağzımı açamam, hiçbir şey yapamam, dedim. Hamdolsun Rabbime, güzel bir program oldu. Katılım ise tek kelimeyle mükemmeldi.

2005 yılından beri Kuzuluk Kaplıcaları’nda defalarca namaz konferansı verdik. İkinci konferansı bir şenlik havasında yapmıştık. Beş arkadaş âdeta bir düğüne gider gibi İstanbul’dan Adapazarı yoluna çıkmıştık.
Program çok doluydu. Palyaço Ahmed, çocuklara gösteriler yapmış, fıkra ve hatıralarla namazın önemini anlatmış, çocuklara “Haydi Çocuklar Namaza” yazılı balonlar hediye etmişti. Mehmet Akça sevilen ilâhîlerden bir demet sunmuş, Selahaddin Kocaaslan namaz hikâyeleriyle süslü güzel bir sunuculuk yapmıştı. Biz de bir saatlik bir namaz konferansı sunmuştuk. Bu güzel programın hatıra olarak kalması için de Said Demirtaş kameraya çekmişti.
Allah’ım, namaz bu kadar cazip ve bu kadar güzeldi demek. Tatile gelen çocuklar yerlere oturmuş ilgiyle namaz konferansı dinlemişlerdi.

O gece vazifemizi yerine getirmenin huzuruyla yola çıkmıştık. İlk uğradığımız benzin istasyondan yakıt ve içme suyu aldık. TEM yolundan İstanbul’a geliyorduk. Gece saat 03 civarında otomobilimiz orta refüje çarparak sola doğru devrilmişti. Arabadan hepimiz sağ salim çıkmıştık. Sadece bir arkadaşımızın dudağında ve burnunda kanlar vardı.
Rabbimiz, namazın hürmetine bizi korumuştu. Arabamız ortadaki refüjlerin arasına devrilmiş, geliş ve gidiş yolu açık ve rahat bir şekilde işliyordu. Oysa çarptığımız demirler arabanın içine girebilir, araba sağa veya karşı yöne savrulabilir, zincirleme ka¬zada ağır kayıplar verebilirdik. Oraya gelen polisler şaşırmış, “Allah sizi korumuş. Biz burada çok defa parçalanmış ceset topladık” demişlerdi.
Az sonra sabah namazının vakti girdi. Yolda içmek için aldığı¬mız suyumuz hiç açılmamıştı ve bize abdest suyu olmuştu. Oysa bir Temmuz gecesiydi ve hepimiz susamıştık. Demek ki o suyun al¬nına “abdest suyu” yazılmıştı. Cemaat olup sabah namazımızı kıldık.
Bir televizyon programında kısaca olaydan bahsettik. Programcı:
– Sabah namazını kazaya mı bıraktınız, diye sormuştu.
– Kaza yaptık ama namazı kazaya bırakmadık elhamdülillâh, dedim.

Bir kış günü yine konferans için Tavşanlı’ya gitmiştik. Arabadan inip kültür merkezine kadar yüz metrelik mesafeyi yürüyünceye kadar âdeta donmuştuk. Ben çok üşüdüğüm için havanın bana normalden fazla soğuk geldiğini sanmıştım. Hava sıcaklığını öğrendiğimde şaşırmıştım. Sıfırın altında 16 dereceydi.
Belki de hiç kimsenin evinden çıkmaya cesaret edemeyeceği bu soğukta yüzlerce insan kültür merkezini doldurmuştu. Bütün bu ilgi ve sevgi, ancak namazın kerametiydi. Rabbimiz, namazı seviyor, namaz için çalışanlara yardım ediyordu.
Namazı anlatmak için binlerce konuşma yaptık ve yapıyoruz. Cami, yurt, ev, konferans salonu, düğün evi, piknik alanı, kapalı spor salonu, açık halı saha, okul… Cenab-ı Hak hangi fırsatı lütfetmişse, imkân nispetinde geri çevirmeyip koştuk. Hepsinde de çok güzel anlar yaşadık, çok tatlı ve güzel neticeler aldık, Rabbimize sonsuz hamdolsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum