Kastamonu Lahikası 2. Mektup

Enise Benek'in yazısı

Bediüzzaman Said Nursi, bir çok mektubunda kardeş, arkadaş, yoldaş gibi hitap cümleleri kurarak başlıyor mektuba. Ama bu kelimeleri kullanırken onlara bazı sıfatlar da ilave ediyor. Mesela 2. mektubun başında dediği: "Aziz, Sıddık Kardeşlerim, Hizmet-i Kur'aniyede kuvvetli, dirayetli arkadaşlarım" gibi.. Yani aslında kardeş, arkadaş ifadeleri başına gelen sıfatlarla olması gerektiği özellikleri ifade ediyor. 

Biz bu ifadeleri okurken kardeş kime denir, özellikleri nelerdir, hangi özellik kardeş veya arkadaş olmak için yeterlidir tarzındaki sorulara cevap bulabiliriz. Peki bu cevaplar nedir?

Kardeş kelimesi, iman noktasında söylenen bir ifadedir aslında. Aynı şeye iman edenlerle insan kardeş olur. Ve bu da aziz, sıddık gibi ve daha bir çok mektubunda kullandığı çeşitli sıfatlarla ölçülmüş olur. Kardeş olan aziz ve sıddık olmalı. Kastedilen kardeşlik de iman kardeşliği olmalı.

Aynı şekilde arkadaş kelimesine de bakarsak, Üstad yine bir çok sıfatla içini doldurmuş. Birine arkadaş deyince, bunu hizmet-i Kuraniye için kullandığımız anlamına gelir. Bir insanla arkadaşsak hizmeti kuraniye bazında olmalı. Ve de dirayetli, kuvvetli, çalışkan, muktedir vb. gibi özelliklere sahip bir arkadaş olmalı. Yani bir insanla aynı imana, inanca sahipsek kardeşizdir. Hizmette,
hizmeti kuraniyede berabersek arkadaşızdır. Aynı mevzuda çalışan, ilerleyen birini bulmuşsak da onunla yoldaşızdır. Ve de kalben birbirimize bağlıysak, birbirimize iyilikler yapıp birbirimizi seviyorsak da bu insanla dostuzdur. 

İşte bu dört hitap cümlesi, Üstadın sık kullandığı ve çeşitli sıfatlarla nitelendirdiği ifadelerdir. Bu kelimelerin birleşimiyle de talebe ortaya çıkar. Yani talebe, bu dört hitabı kapsayan kişidir. Dördünü de içine alır. Ve bunlar tamamlandığında da bir nevi cemaat olmanın gereği tamamlanmış olur. Bu durum, cemaatin fonksiyonudur. Tabiri caizse fonksiyon eşittir talebe de demek mümkün. Aynı zamanda ihlas da oluşmuş oluyor. Çünkü ihlasta da hepsi gerekli.

Üstad, zaman cemaat zamanıdır diyor. Ve eğer bunu kabul ediyorsak kıymet ve ehemmiyet şahs-ı manevide olmalı. Yani, maddi ve ferdi ve fani şahsın mahiyeti nazara alınmamalı diyerek de durumu pekiştirip sağlamasını yapıyor. 

Peki Risale-i Nur'da ferdiyet makamı yok mu, kişi önemli değil mi, şahıs olmadan cemaat olur mu gibi sorular insanın aklına gelmiyor değil. Bunların Risale-i Nur'da elbette yeri var. Ancak bizi çözüme götürecek, bizim ahiretimizi kazandıracak ve hizmete vesile olacak durum bu zamanda, bu şekilde mümkün değil. Bir insanın kişiliğine, karakterine, imajına, maddi durumuna hasredilmiş ise bir dava, o şahsın faniliğinden ötürü oluşan dünyadan gidişi de davanın son bulmasına kâfidir. Dolayısıyla baki bir temeli olmamış olur. Ki görüldüğü üzere Üstad, olayları, durumları, olguları hep Risale-i Nur'a bağlamış. Kendini öne hiç bir zaman çıkarmamış, şahsını yüceltmemiş. Üstad vefat edince bile hizmet katlana katlana devam etmiştir. Çünkü hizmet, şahsa değil, şahsi maneviye bağlanmıştır. 

Manevi bir şahıs vardır ortada. Aynı amaç, istek, iman üzere birlik oluşturulmuş bir manevi şahıs. Bu şahs-ı manevide maddiyat yok, kişi bazlılık yok. Kabiliyet noktasında iştarik-i ámal var. Yani iş bölümü. Herkesten bir parça alınarak oluşan bir bütünlük.. Fakat bu bütünlük önceden yoktu, hep şeyh-murid ilişkisi vardı. Hatta Geylani, Gazali, İmamı Rabbani gibi zatlar şahsi olarak büyük hizmetlerde bulunmuş ve "ümmetimin alimlari, İsrailoğullarının peygamberleri gibidir" hadisi de göstermiş ki Cenab-ı Allah onları ümmetin imdadına göndermiş. Bu önemli zatlara bağlanılmış.

Peki durum böyleydi de şimdi neden ilmî yönden herkes farklı kabiliyette ama aynı eşitlikte diye bir soru gelebilir akla. O halde cevaben denir ki çünkü o zamanlar bir cihette ferdiyet zamanı idi. Öyle olduğu için de Cenab-ı Allah, ferîdleri ve kudsi dáhileri imdada göndermiş. 

Cümle biter bitmez akla gelen bir diğer soru; O zamanın ferdiyet zamanı olup da bu zamanın cemaat zamanı olmasını nereden anlıyoruz o zaman? Çünkü, aynı vazife sürdürülüyor ama bu dönemin yani ahir zamanın şartları çok daha müşkilatlı ve dehşetli. Şuan teknoloji, ilim, bilim çok önemli. Bunlara hakim olmayan kişi, bir nevi geride. Onun dışında, her an bir günah ile dip dibeyiz. Günahlar üzerimize hücum ediyor adeta. Teknolojinin getirdiği durum günaha daha da yaklaştırıyor bizleri. Ve bunlarla mücadele tek başına pek de mümkün olmuyor. 

Duyguları güçlendirmenin, şevki arttırmanın gereğidir cemaat. Bu olumsuz şartlar altında ruh, kalp, akıl bu beraberliğe ihtiyaç duyuyor. Ve bu ihtiyaca bu asırda karşılık verebilen, zamanın şahs-ı manevisi hükmünde olan da Risale-i Nurdur. Hem bu zamanı hem geleceği aydınlattığını tecrübelerle ortaya koymuştur.

Risale-i Nur, şahsi maneviyi oluştururken bunu tesanüd, yani dayanışma ile yapıyor. Bu dayanışma sırrıyla her talebenin hizmet görevlerine özgü unvanlar kullanarak şahs-ı maneviye göre kıymet vermeyi de göstermiş oluyor. Mesela bu mektupta "Nur iskelesi memuru Sabri kardeş, nur fabrikası nam sahibi Hafız Ali kardeş” gibi ifadeler kullanarak manevi bir değer ortaya koyuyor. Bunların şahıslarındaki manevi hizmete yönelik sahip oldukları kabiliyet ve görevlerinden yola çıkarak, durumu şahs-ı maneviye yöneltiyor. Ve hizmet arkadaşlığındaki zaman ve mekan gerekliliğini de ortadan kaldırıyor. 

Sabri, Hüsrev, Süleyman'ın birlikte yaptıkları sohbetlere manen iştirak ettiğini, hatta anca 4 yıl sonra görüşebildiği Refet kardeşi ile aslında manen muhatap olduğu ve hayalen de yanında olduğunu bildiriyor. Çünkü yukarıda da söylendiği gibi, Refet Ağabeyden yola çıkarak onun şahs-ı manevideki hizmeti gibi hizmette bulunanları da belirtmiş. Bu şekilde de hizmet geneline dikkat çekip hizmeti şahıs boyutundan şahs-ı manevi boyutuna yönlendirmiştir. Ve bu şekilde bir sistem kurulmuştur. Ref'et Ağabey gibi tesirli diliyle, kuvvetli ve dirayetli kalemiyle hizmet edenleri hayalen yanında hissettiğini de vurguluyor Üstad.

O zamanlarda neşir, kalem ve yazma ile yapılırken şimdi sırren tenevveret dediğimiz internet sırrıyla birçok kişiye ulaşılarak büyük hizmete vakıf olunabiliyor. Yani zamanın şartları yine çok mühim. Mektuplardaki her bir ifadeyi ve düsturu günümüze güncellemek ve bunu hayata dair kullanılabilecek bir konuma getirmek, bize usul, kaide, düstur ve bakış açısı olarak çok katkıda
bulunacak ve en önemlisi de hizmete vesile olacaktır. Bu müthiş tesirli intişar aracı, nazar-ı dikkati celbetmeye de vesile oluyor. Ama bunu yaparken de Üstad, ihtiyatlı olmayı vurguluyor. Yani tedbirli olmayı. Şöhrete kapılmamak, meşru daireyi zedelememek, hizmete zarar vermemek bu ihtiyatın içinde bulunabilecek başlıklar olabilir.

Cemaat, bir kurumdur. Tek kişi tek başına şirket kuramayacağı veya o şirketin her işiyle tek başına uğraşamayacağı gibi o şirketin oluşabilmesi için başka kişilerle birliğe ihtiyacı vardır. Ve Risale-i Nur dairesinde kurulan şirket de manevi bir şirket hükmüne geçer.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum