Kalp nasıl arş gibidir?

"Beni bir çocuk bile vurur..."
Ahmet Kaya, ‘Dokunma Bana’ şarkısından.

Bu yazıyı Ahmed'in iddiası değil de sezgisi/acabası olarak görürseniz sevinirim. Çünkü söyleyeceğim şeylerin altlarının ne kadar dolu olduğuna dair ben de endişeliyim. Kolay değil. Üzerine konuşacağımız şey ‘arş.’ Arş, varlığını bildiğimiz ama niteliğini/nereliğini bilmediğimiz bir yer. Bir âlem. Belki de bir katman. Kur'an'da/hadislerde çoklukla bahsi geçiyor ve bu çoklukla zikrediliş varlığına iman etmeyi bir mü'min için kaçınılmaz kılıyor. Bu meselenin zaten malumunuz olan tarafı. Belki katılmayacağınız yorumumsa mürşidimin ‘arş’ ve ‘kalp’ arasında kurduğu benzerliğe dair olacak. Hatta mürşidimin ifadelerinden anladığım kadarıyla bu benzerliği kuran ilk kişi kendisi de değil. Tasavvuf mabeyninde zaten yapılıyor olagelen bir kıyaslamaya dairdir bu söylediği:

"Nasıl bir zerre camdan, bir katre sudan, bir havuzdan, denizden, kamerden seyyarelere kadar güneşin cilveleri var. Herbirisi kabiliyetine göre güneşin aksini, misalini tutuyor ve haddini biliyor. Bir katre su, kendi kabiliyetine göre 'Güneşin bir aksi bende vardır' der. Fakat 'Ben de deniz gibi bir âyineyim' diyemez. Öyle de, esmâ-i İlâhiyenin cilvesinin tenevvüüne göre, makamât-ı evliyada öyle merâtip var. Esmâ-i İlâhiyenin herbirisinin, bir güneş gibi, kalbden Arşa kadar cilveleri var. Kalb de bir arştır. Fakat 'Ben de Arş gibiyim' diyemez."

Fakat sanmayın ki Bediüzzaman'ın konuya dair tesbitleri sadece bu metinden ibarettir. Başka bir yerde de 'hususiyet' ve 'umumiyet' ekseninde ‘ilham’ ve ‘vahiy’ kıyaslaması yaptıktan sonra 'kalbin telefonuyla vasıtasız münacat eden bir veli der...' diyerek şunları ekler: "'Kalbim benim Rabbimden haber veriyor.' Demiyor, 'Rabbü'l-Âlemînden haber veriyor.' Hem der: 'Kalbim Rabbimin âyinesidir, arşıdır.' Demiyor, 'Rabbü'l-Âlemînin arşıdır.' Çünkü, kabiliyeti miktarınca ve yetmişbine yakın hicapların nisbet-i ref'i derecesinde mazhar-ı hitap olabilir." Evet, veli aldığı ilhamı vahiyle kıyaslayamaz, çünkü kendisiyle 'özel/hususi' konuşulmaktadır. Bir nebiyle yapılan konuşma ise geneldir/umumidir. Herkes için söylenmiştir ve herkesi bağlayıcıdır ve herkese göredir.

İşte tam da bu noktadan hareketle arşa dair yorumum şu oluyor arkadaşım: Birşeyin arşı onun en çok ‘etkilendiği’ veya ‘etkilenmeye başladığı’ yerdir. “Allahu’l-a’lem!” kaydıyla biraz daha açarsam: İnsanda kalp ve varlık âleminde arş, her ikisi de, Cenab-ı Hakkın tasarrufatının en 'yoğunluklu' veya 'ilk' hissedildiği yerlere tekabül ederler. Hem bir keresinde ‘arş’ için Kenan Demirtaş Hoca'nın 'kainatın yönetim merkezi' ifadesini kullandığına şahit olmuştum. Kabul etmekle birlikte yönetim ifadesinin içine bir de etkileniş manası katmanın kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Neden? Belki biraz şundan:

İnsan dış etkilerden önce ve en yoğunluklu olarak kalbiyle etkilenir. Sevdiğiniz birisi size yüzünü astığında, kaşlarını çattığında veya küstüğünde bunun tesir ettiği ilk yer kalbinizdir. Hatta türkülerde/şiirlerde kaşların yaya, kirpiklerin oka benzetildiği ve okun saplandığı yer olarak da kalbin tasvir edildiği pekçok mısra vardır. Çünkü hakikaten o gözün sanki ilk görüldüğü (tesirinin ilk görüldüğü) yer kafadaki göz/kulak veya baştaki akıl değil, bizatihi kalptir. Tesirini ilk orada hissettiğinizden metinlerinizde de öyle dile getirirsiniz.

İşittiğiniz sözler içinde en çok etkilendiklerinizi hatırlayın. Onların nerenizle konuştuğunu düşünmüştünüz? Hatta daha söylenirken bile onların nereden çıktığını tahmin etmiştiniz? Bence "Adam kalpten konuşuyor!" veya "Kalbimden geçenleri söyledi!" diye ifade etmekle kastettiğiniz yine bu etkinin başlangıç noktası veya yoğunlukla yaşandığı yerdir. Yani insan önce kalbinden etkilenmeye başlar. Duyular bu etkinin sadece taşıyıcılarıdır. Göz görür ama böyle bir etkiyi yaratamaz. Kulak işitir ama etkiyi hissedemez. Ancak kalptir ki verinin etkiye dönüştüğü makamdır. Orası maddî duyuşu ifade eden 'duyu'nun manevi olana, yani 'duygu'ya, dönüştüğü yerdir.

İşte bilginin etkiye dönüştüğü makam, yani arş, kalp olduğundan dolayıdır ki kalp mühürlendiğinde iş biter. "Andolsun ki, peygamberleri onlara apaçık deliller getirmişlerdi. Fakat önceden yalanladıkları gerçeklere iman edecek değillerdi. İşte kafirlerin kalplerini Allah böyle mühürler..." Ve Kur'an bu hali şöyle tasvir eder: "Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler."

Buraya kadar söylediklerimden hareketle artık şunu da diyebileceğimizi zannediyorum: Mahlukat âlemindeki arş da insandaki kalp gibidir. (Bediüzzaman’ın kurduğu benzerlik bunu çağrıştırmaktadır.) Yani kainatta Cenab-ı Hakkın her an işlemekte olan tasarrufatının en yoğun ve ilk hissedildiği yer orası olabilir. Manevi uyanışı ifade eden 'kalp gözü açılma' halinin de, 'kalp mühürlenmesi'nin zıttına olarak, etkinin daha farkında olmakla veya daha çok etkilenmekle ilgili olduğunu söyleyebiliriz gibime geliyor. Tabii bunlar sadece düşüncelerim. En doğrusunu elbette Allah bilir.

Yine Kur'an'da zikri geçen Allah'ın 'kişinin kalbine ondan daha yakın olması' da bu etkiyle açıklanabilir birşey. Etkileyen, üzerinden etkilediği şeye, elbette etkilenenden daha yakındır. Çünkü burada kıstas, mekansal yakınlık değil, etkileşimdir. Allah, insanı kalbi üzerinden etkilemeye herkesten ve herşeyden daha yakındır. Hatta insanın kendisinden bile. Çünkü, etkilenen olarak pasif konumda yeralan insan, kalbindeki duyguları istediği gibi değiştirmekten dahi yoksundur. O ancak değişimlerden sonradan haberdar olur.

Allah; bazen bir gülüşle, bazen bir yağmurla, bazen iyi bir haberle ve bazen de hüzünlü bir şarkıyla kalbinizi, kainatı evirip çevirdiği gibi evirir çevirir. Siz, sadece şahit olursunuz. Şuur/farkındalık penceresinden seyredersiniz. Ve o etkileyişe göre şahitliğinizin selametini/dengesini korumaya çalışırsınız. İmtihan da budur. Durun. Acele etmeyin. Tam da bu noktada Allah Resulü aleyhissalatuvesselamın meşhur kasemi olan 'nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki...'yi de anımsayalım. Mürşidimin de ifade ettiği gibi: Bu, salt bir yemin değil, ümmete bir derstir. Daha kendi nefsine/kalbine gücü yetmeyen insanın kibirlenmesi kadar boş birşey var mıdır? Arşı başkasının kudret elinde şekillenen birisi kime/neyin havasını atabilir? Demem o ki arkadaşım: Hüzünlü bir şarkıya, gamlı bir yüze, kederli bir hatıraya veya bir 'keşke'ye bile gücü yetmeyen insanlarız. Etkilenmemek gibi bir gücümüz yok. Her acı bizi kalbimizden vurabilir. Bu havamız kime gerçekten?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum