Kaderin her şeyinin güzel ve hayır olması ne demektir?

Risale-i Nur Eğitim Programı’mızın “Kader ve İradenin Hakikati isimli” 6. Hakikati olan Kader Risalesi İzahı’nda “Dördüncü Mebhas”ı inceliyoruz. Bu bölümle birlikte Kader Risalesi’nin izahını bitirmiş oluyoruz.

Eğer desen: "Birinci Mebhas'ta ispat ettin ki: Kaderin her şeyi güzeldir, hayırdır. Ondan gelen şer de hayırdır. Çirkinlik de güzeldir. Hâlbuki şu dâr-ı dünyadaki musibetler, beliyyeler, o hükmü cerhediyor. " (geçersiz kılıyor)

Esas itibarıyla eser metnindeki bu sorunun cevabını gerek Birinci Mebhas’ın izah metni içinde, gerek orada atıfta bulunduğumuz Tabiat Risalesi izah metinlerimiz içindeki “Allah'a Doğru Taraftan Bakmak” başlığı altındaki incelememizde vermiştik. (Bunlara ait yazıları aşağıdan okuyabilirsiniz.)

https://www.risalehaber.com/kader-ve-irade-meselesine-saglikli-bir-yaklasim-20149yy.htm

https://www.risalehaber.com/allaha-dogru-taraftan-bakmak-16642yy.htm

Fakat burada dünya hayatında karşılaşılan musibetlerin, belaların ve çirkin hadiselerin nasıl ve ne yönden “kaderin her şeyinin güzel ve hayır olduğu” hükmünü bozmadığını farklı bir yönden inceleyeceğiz.

Öncelikle bir temel esası tespit etmeye çalışacağız: Var olmanın bütün hayırların ve güzelliklerin kaynağı ve ta kendisi olduğu ve bütün kötülüklerin ve çirkinliklerin yokluktan çıktığı ve yokluğa gittiği…

Mâlum önce var olmalıyız ki bir hayat sahibi olabilelim. Varlık mertebelerinde kademeleri atladıkça ilerleyelim. İlk basamakta, cansız ve şuursuz da olsa hiçlikten varlığa çıkmak var. Taşın, toprağın varlık mertebesi gibi. Daha sonraki aşama, bitkilerin hayat mertebesi olarak görülebilir. Kendisinin idrakinde değil, fakat bir çeşit hayata sahip. Daha sonra hayvanların yaşam şekli, daha ileri bir var olma düzeyini ifade ediyor. Burada çeşitli hisler ve basit düzeyde bir şuur mevcut fakat akıl yok.

İşte en yukarı seviyede bir varlık mertebesi: Hem kendisini hem kâinatı idrak edebilen, ileri düzeyde gelişmiş bir şuur ve akıl sahibi bir canlı varlık seviyesine çıkarak insan olmak ve türlü çeşit nimetlere, lezzetlere, zevklere muhatap olmak. Var olmanın bu dünyada görülen en ileri kademesi ve en karmaşık şekli...

Şimdi farklı durumlar üzerinde düşünelim. Bir nimeti elde edip istifade ediyorsunuz. Çalışıp belli bir uzmanlık derecesine yükseliyorsunuz bir ilim dalında. İnsanların hayran kalacağı göz alıcı bir sofra hazırlıyorsunuz. Dikkat ettiğimizde tüm bunlar varoluşun bir kademesini, bir boyutunu ifade ettiği göze çarpıyor.

Diğer taraftan bir kazada kolunuzu kaybediyorsunuz. Tembellik ediyor ve sınıfta kalıyorsunuz. Gerektiği gibi çalışmıyor, işten çıkarılıyorsunuz. İbadet vazifenizi terk edip günahlara giriyorsunuz. Çok cimrisiniz, hiç cömertlik duygunuz yok, ihtiyaç sahiplerine Allah’ın verdiği nimetlerden vermiyorsunuz. Bu türden misallere de dikkat ettiğimizde, aynen eser metninde ifade edildiği gibi günahların, musibetlerin, kusurların temelinde bir varlık mertebesinin eksikliğini görüyoruz, yani âdeta bir kademe aşağı iniyor varlık mertebemiz, yokluğa doğru gidiyor gibi oluyoruz, varlığın tam tersine çekiliyoruz. O hâlde gerçekten de diyebiliriz ki: Bütün hayırlar ve mükemmelliklerin esasında varlık kademelerinde yukarılara doğru çıkma meyli vardır ve bir çeşit varlığı ifade ederler. 29. Söz’ün izah metinlerinde ifade ettiğimiz gibi, hayat varlığın manevî ışığıdır, varlığın hakikatini ortaya çıkarıyor, anlamlandırıyor ve bilinir kılıyor.

İşte bu mahiyetteki hayat, türlü çeşit hâller içinde kendini ifade ediyor, hakikatini sağlamlaştırıyor ve daha parlak bir varoluş seviyesine çıkmaya çabalıyor. Durgunluk, durağanlık, sıradanlık, tembellik, aynılık, bir yerde veya durumda sabit kalmak; var olma manasından çok, sanki yok olmaya daha yakın ve yokluğu hissettiren bir mana olarak görünüyor. Bu nedenle, zıtların bir arada karışık olarak birbirine çarpıştırıldığı ve tek bir hakikatten -zıtların içlerine dâhil olmasıyla- çok sayıda, muhtelif mertebe ve çeşitlerde hakikat ortaya çıkartılan şu âlemde; varlık mertebelerinde ilerleme ve durağanlıktan kurtulma hikmetiyle, görünüşte kötü gibi görünen bir takım hastalıklar, musibetler ve çirkin, acı verici hâller hayatın başına musallat ediliyor. Öyle olduğu içindir ki, tam bir mükemmelliğin bulunmadığı bu fâni dünyada, her şeyin zıddıyla bilinip kıymetinin ortaya çıktığı gibi, varlık mertebelerinin yenilenip, tazelenmesi ve daha ileri mertebelere ulaşabilmesi de mümkün hâle geliyor. Yoksa her şeyin zıtları birbiri içine dâhil edilmemiş olsaydı, bu imkân ortadan kalkacaktı. (Cennette bu mümkün oluyor, çünkü orada kusurlardan arındırılmış, saf ve kâmil manada bir güzellik ve mükemmellik bulunabiliyor.)

Bunun en bariz misali olarak, en büyük bir lezzetin dahi sürekli zevk edilmesi durumunda, değişmezlik ve sıradanlık sebebiyle lezzetinin azalması ve daha sonra da hiçe inmesi ve âdeta artık hissedilmemesi yani bir çeşit yokluğa mahkûm olması gösterilebilir. Hatta güzel bir manzarayı her gün gözü önünde görmeye devam edenlerin, o manzarayı artık fark etmez ve görmez bir hâle gelmelerindeki temel neden bu olsa gerek. Demek ki, hayatın başına açılan bu musibetlerde çok hikmetler bulunuyor ve bu sıkıntılı hâller, işin asıl hakikatinde o hayatın daha ileri mertebelere ulaşarak safileşmesi ve varlık mertebelerinin tazelenmesi maksadına hizmet ediyor. Buna ebedî hayata bakan hikmetler de eklenince, tam hikmetli bir tablo bütün şaşaasıyla ortaya çıkıyor.

Bunun yanında hayatın ne mana ifade ettiği ve ne için yaratıldığı noktasından bakmamız da, meseleyi aydınlatıyor. Hayat ve gördüğümüz tüm eşya Allah’ın mülküdür, sahibi O’dur ve kendi ilahî isimlerinin çeşitli nakışlarını, tecellilerini göstermek için o hayatı yaratmıştır. Bu durumda meşhur bir kaideyi hatırlamamız gerekiyor: Mülk sahibi, mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Onu istediği gibi kullanma ve muamele etme hakkına sahiptir. Yani bir kere hiçlikten varlığa çıkaran bir yaratıcı söz konusu olunca ve varlık mertebelerinin tümü istisnasız hayır ve güzel olunca, en zahmetli ve meşakkatli varlık mertebesinin dahi, mutlak yokluktan çok daha üst bir mertebe olduğu anlaşıldığında “Hayatın başına ne gelirse gelsin, güzeldir” denilebilir.

Temel olarak Allah bir insana ne kadar musibet ve meşakkat verse de, bu ana mantıkla “zulümdür” denilemez. Çünkü zulüm başkasının mülkünde, izni olmaksızın tasarruf etmektir. Bu beden bizim değil ki, bize zulmedilmiş olsun, değil mi? Kâinatta ne varsa tümü Allah’ın mülküdür, dilediği şekilde kullanma ve muamele etme hakkı, elbette O’nundur.

Evet, insan hiçlikten varlığa adım atmış, taş olmamış, bitki kalmamış, hayvan olmamış, insan olmuş ve insan olmanın ve yaratılmasının hikmeti icabı ilahî isimlerin çeşitli özelliklerini kendi üstünde -ister istemez- gösterecektir. Bununla birlikte, Allah çok şefkatli ve merhametli bir yaratıcı olduğundan, elbette elindeki oyuncağı -hâşâ- kırıp, parçalayıp bir tarafa atan bir çocuk gibi kuluna muamele etmez. Bu dünyadaki musibetlerin gerek bu dünyada, gerek ebedî hayatta çok önemli hikmetleri ve neticeleri vardır ve zaten bu noktadan meseleye bakıldığında, “hakikat noktasında çirkin ve kötü bir hadise yoktur” diye hükmedilebilir ve öyledir. Bu meselenin tahlilinde kitabımızın 5. Keşfi olan ve “Ölümün Çaresi” isimli bölümünün giriş metnini de bir referans olmak üzere belirtmek isteriz. (Aşağıdan okuyabilirsiniz.)

https://www.risalehaber.com/olume-ve-hayata-farkli-bir-isigin-altinda-bakmak-18364yy.htm

Hem insanın, aynen eser metnindeki misal gibi, bu dünya sahnesinde vücut elbisesi üzerine giydirilmiş ve ilahî sanat nakışlarını gösteren bir model gibi olduğunu bilmek lazımdır. Bu noktadan hareketle, elbette insanın “Bana neden zahmet veriyorsun, beni oturtup kaldırmakla, elbisemi kısaltıp uzatmak ve kesmekle sıkıntı veriyorsun?” demeye hakkı yoktur. Çünkü ücretimizi peşin almışız. Acaba en meşakkatli bir hayattaki tüm acılar bile, varlık nimetinden ve akıl, şuur sahibi bir insan olma ayrıcalığından daha mı büyük bir bedeldir? Hem zaten bu acılar ve meşakkatler, insanın yanına kâr kalmayacaktır ki. Çok güzel neticelere ve saadetlere, çekilen sıkıntıları bin kere unutturacak derecede büyük mükâfatlara vesile olacaktır.

Demek ki, “Hayatın başına ne gelse güzeldir” hükmünün, hissiyat karışmadan mantık ölçüsüyle değerlendiren bir vicdan yanında ve hakikat noktasında çok doğru olduğu, tereddütsüz bir şekilde ortaya çıkmış oluyor.

Risale-i Nur Eğitim Programı’mızın “Kader ve İradenin Hakikati” isimli bölümünün bir parçası ve 26. Söz-Kader Risalesi’nin 4. Mebhas’ının izah metni olan yazımızda sunulan hakikatlerin tam olarak hissedilerek pekiştirilmesi için, eser metnini de içeren görsel destekli ders videosunu da aşağıdaki adresten izlemenizi tavsiye ediyoruz.

Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim Programı-81 Ders Videosu: Kaderin Her Şeyinin Güzel ve Hayır Olması Ne Demektir?

https://youtu.be/wl-F2jr5r20

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.