Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU

Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU

Ahh! İstanbul

بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ

Kur'ân-ı Kerîm'deki "…tertemiz güzel belde…" (Sebe Suresi15. Ayet) kelamı Allâme Molla Câmî'nin tespitine göre; ebced hesâbıyla 857'ye (Milâdî 1453'e) tekâbül etmektedir.

"Hem, nakl-i sahih-i kati ile, "İstanbul fethedilecektir. Onu fethedecek olan kumandan ne güzel kumandan ve onun ordusu ne güzel ordudur." (Hadis-i Şerif-el-Hâkim, el-Müstedrek) deyip, İstanbul'un İslâm eliyle fetholacağını ve Hazret-i Sultan Mehmed Fatih'in yüksek bir mertebe sahibi olduğunu haber vermiş. Haber verdiği gibi zuhur etmiş. (Mektubat, 106)

2022111719130463287f5421ddfa04.jpg
Fatih S.Mehmed Köprüsü/ Sarıyer Sahili'nden

***

"Dördüncüsü: Madem “El-Kevser” bir küllîdir, bir ferdi de İstanbul’dur.

Ve madem bu sûre, fütuhat-ı İslâmiyeyi ve Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma ihsan edilen atiye-i İlâhiyeyi haber veriyor.

Ve madem “El-Kevser”in makam-ı ebcedîsi 757 olup Sultan Orhan zamanında Süleyman Paşa kumandasında “Erler” tabir edilen 40 kahramanın şahit olmasıyla, İstanbul’u Hükûmet-i İslâmiye akdi altına girmeye ve fatihasını o tarihte 757’de muhasara ile okumuştur.

Ve madem Kevser kime verildiğini ifade için “İnnâ A’taynâke”deki “ke (kef)”, ne için verildiğine delâleten “Fesalli”deki [Namaz kıl ] “fe” zammıyla 857 adediyle Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın vekili olan Sultan Fatih’in eliyle İstanbul daire-i İslâmiyet’e ve bir mescid-i ekber ve bir mahall-i salât-ı kübra olarak 857’nin tarihine tevafuk ediyor.

Elbette bu sûre, şu kevser-i hilâfet-i İslâmiyeye sarahate yakın işaret eder, denilebilir.

“Ya Rabbi! Kevser Sûresi’nin sırrıyla ve Sahibü’l-Kevser Peygamber Efendimiz’in hürmetine, Mahşer gününde bize ve arkadaşlarımıza Kevser suyundan içmeyi nasip eyle. Âmin.” (Zülfikar Risalesi)

***

İstanbul'a ilk defa 1978 yaz sonunda gelmiştim.

Ankara'dan verilen adres "otobüsten Harem'de in, Sirkeci vapuruna bin, Eminönü'ne geç 53 numaralı Fatih otobüsüne atla Kıztaşı durağında in, Kıztaşı Sokağına gir ve soldan ilk binaya Nurtaşı Dersanesi'ne çık."

Ben de öyle yaptım. Şimdi Çarşamba akşamları Nurtaşı dersleri devam ediyor.

Merhum Dr. Ahmet Apay'ın Aksaray Muratpaşa Camii'ne yakın, 2 odalı Haseki Dersanesi'nden sonra İstanbul'un 3. dersanesi olarak kayıtlara girmiş.

Edebiyat Fakültesi'nden Kızılelma Caddesi'ndeki yurdumuza yayan gelirken 2 şey çok dikkatimi çekerdi.

Aksaray üstgeçidi altında çiçek satan siyahi roman kadın ve kızlar.

Bir de Pertevniyal Valide Sultan Camii güney kapısı yanında akşama doğru toplanıp sohbet eden ve köprüaltında geceleyen Türkiye'nin 4 köşesinden kimsesiz çocuklar.

Beyazıt/Nur derslerinden çıkıp yurda giderken bu çocuklarla sohbet etmekten kendimi alamazdım.

2022111719202063287f5421ddfa04.jpg
İst. Beyazıd Camii ve İstanbul Üniversitesi Taçkapısı.

Bazan saatlerce sürerdi.

Hepsinin ayrı ve dramatik bir hikayesi vardı.

Hepsi de ibretlik ciğer parçalıyıcı, yürek yakıcı ve ruh buydurucuydu.

Son gördüğümde çiçekçi çingeler duruyor, kimsesiz çocuklarsa yerlerinde yoktu.

Artık sayıları çokça artmış, dram yelpazesi genişleyip katlanmıştı.

Şimdi birçoğu devletin şefkatli dairelerinde kalıyordu.

Eskiden sade tiner ve yapıştırıcı çekerken şimdi dertleri gibi çektikleri de arttı.

***

Dün (Salı) İİKV (Şehzadebaşı) dersinde bulunduk.

2. katta misafir yabancı öğrenciler vardı.

Ukraynalı öğrencilere selam verip zafer işareti yaptım.

Cemaatle kılınan yatsı namazı sonrası Ahmed Tanyel Abi Sözler'den iman dersi okudu. Dersten sonra sohbet ettik.

Suffa Vakfı'ndan olduğunu tahmin ettiğim kıravatlı takım elbiseli 2 öğretim üyesi de vardı. Kendileriyle sohbet edip tanışmayı düşünürken ders biterbitmez kalktılar görüşemedik.

***

"Evvel (1907 Aralık ayından önce) Şark’ta fenalığın sebebi, Şark’ın uzvu hastalanmış zannediyordum.

Vaktâ ki, hasta olan İstanbul’u gördüm, nabzını tuttum, teşrih ettim (açıp baktım).

Anladım ki, kalbindeki hastalıktır, her tarafa sirayet eder. Tedâvisine çalıştım; bir divânelikle taltif edildim.” (Divanı Harbi Örfi s. 87)

***

(Üstad'ın İstanbul'dan ilk ayrılışı)

İSTANBUL'DAN VEDANÂME

"Ey koca İstanbul!.

Müsâvât ve uhuvveti sende devr-i istibdadda, yalnız tımarhanede meşrutiyeti, yalnız tevkifhanede gördüm.

Elveda ey gelin libası giymiş acûze-i şemtâ!..

Usandım, sen zehirli bala benzersin. Belki medenî libası giymiş vahşi adama benzersin.
Sureten ne kadar medenîliğin var; sireten dahi nifak, sefahet, ağraz içinde o kadar, o derece vahşîsin; tam dünyaya benzersin.

Dünyaya geldiğime ben de pişman oldum. Riyanın sözünü, seni tasavvur ettikçe tahattur ediyorum." (Divanı Harbi Örfi)

2022111719222163287f5421ddfa04.jpg
İstanbul'da bir sokak manzarası, Mecidiyeköy/ Gülbağ.

Üstad Bediüzzaman İstanbul'dan ilk gidişinde İstanbul'a olan kızgınlığınıbu şekilde dile getirmiş.

- Üstad 1909 Mayıs 21'de, Divan-ı Harb-i Örfi sorgusu ve tutukluğu bitince İstanbul/Batum üzerinden Van'a/vatanına dönüyor. 1910 ilkbaharı.

***

Üstad'ın İstanbul'dan son ayrılışı

"Çemberlitaş/ Piyer Loti Oteli'nin çatı katına yerleştirdik. 1 Ocak 1960 Cumartesi.

Otel odasında talebeliğin vasıflarını sayarken, "hissiyatını karıştırmayan bütün zerratıyla Risale-i Nur'a bağlı olmalı" diyerek; Zübeyr Abi'yi örnek gösteriyordu.

Sonra 'bu mermer kafa, taş deyip' kafasına yumruğuyla vurdu. Sonra saçından tutup duvara vurdu. Zübeyir abi hiç sesini çıkarmadı. Sonra yüzüne bir tokat vurdu. Üstad Bediüzzaman 1. talebesi Zübeyir Abi'nin yanında coşup taşmıştı.

İçimden dedim 'n'olur bir de bana vursa!' Anında bana döndü. Tebessümle elini uzatıp hafifçe vurarak, 'sana vurmam, sana vurmam, sana vurmam' dedi.

Bir gazetecinin izinsiz fotoğraf çekmesinden de rahatsız oldu ve 3. gün (3 Ocak 1960 Pazartesi) akşama doğru otelden ayrıldı. Otelden çıkarken çok kalabalık ve izdiham vardı.

Üstadı Korumaya Aldık!

Dört kişi üstadı koruyacak, bazıları da üstadı koruyanları koruyacaktı. Ben bunları derken üstad döndü ve 'Sen kumandan gibisin, Abdurrahman'ım gibisin maaşallah' dedi.

İstanbul' dan Ankara yoluna (Kartal) kadar yolcu ettik. (3 Ocak 1960 Pazartesi).

Bknz: Bekir Berk Biyografisi 3

***

On Dördüncü Söz/ Hatime

Gafil kafaya bir tokmak ve bir ders-i ibrettir.

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۤ اِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُوِ
(Dünya hayatı ancak; bir gurur metaı / şeyidir.) Ali İmran S.185.ayet

"EY GAFLETE DALIP ve bu hayatı tatlı görüp ve âhireti unutup, dünyaya talip bedbaht nefsim!
Bilir misin, neye benzersin?
Devekuşuna!

Avcıyı görür, uçamıyor; başını kuma sokuyor, ta avcı onu görmesin.
Koca gövdesi dışarıda; avcı görür.

Yalnız o, gözünü kum içinde kapamış, görmez.

Ey nefis!

Şu temsile bak, gör, nasıl dünyaya hasr-ı nazar, aziz bir lezzeti elîm bir eleme kalb eder.
Meselâ, şu karyede, yani Barla’da, iki adam bulunur. Birisinin yüzde doksan dokuz ahbabı İstanbul’a gitmişler, güzelce yaşıyorlar.
Yalnız birtek burada kalmış. O dahi oraya gidecek.
Bunun için şu adam İstanbul’a müştaktır. Orayı düşünür, ahbaba kavuşmak ister. Ne vakit ona denilse, "Oraya git'; sevinip gülerek gider."

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum