Havf ve Haşyet

Havf, ilahi azaptan nefsin endişelenmesi; haşyet, kâinatın büyüklüğü karşısında aklın ilahi azameti hissetmesi, kalbin mehâbet içinde titremesidir. Haşyet, ilim ve marifetin doğurduğu bir halettir. İnsan tefekkür ikliminde yürüyünce, ilahi isimlerin tecellilerini temaşa edince haşyet-i ilahiyeden nasibi ziyadeleşmektedir.

İlim ve marifetten neş’et eden haşyet, imanın kesinleşmesi, yani yakin nurunun tezyidi ile husule gelen bir mazhariyeti bildirmektedir. Nebilerin, âlimlerin, ariflerin, veli kulların korkularına haşyet denilmektedir. Evet Nebilerin, Velilerin ve Salih Müminlerin ahir ve akıbetlerinden korktukları, endişeye kapıldıkları bilinmektedir.

Havf, müminleri günahlardan uzak bir vaziyete, yani takva hakikatine götürmekte, haşyet ise, ilahi kurbiyetin hissedilmesinden neş’et etmektedir. Havf, kalbi yakan bir ateş gibidir. Bu ateş kalpte yandıkça günahlara karşı mesafeli durmak müminde fıtri bir halete dönüşmektedir.

Kur’an, “Ey iman edenler! Kudretine ve yüceliğine yaraşır bir biçimde Allah’tan korkun ve O’na gönülden boyun eğmiş müslümanlar olarak can verin.”[1] diye emretmekte; Habib-i Rahman, “Benim bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız.”[2] diye haber vermekte; “Nev'-i beşerin en büyük mes'elesi Cehennemden kurtulmaktır.”[3] diyen Hz. Bediüzzaman müminleri teyakkuza davet etmektedir.

Kur’an’a ve Habib-i Rahman Hz. Muhammed’e (a.s.m) tabi olanların, hakikat eserlerini okuyanların ahir ve akıbetleri hakkında endişe duymaları, korkuya kapılmaları marifet-i ilahiyenin muhakkak neticelerinden olduğu görülmektedir.

“Kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesinin ahiret imtihanını kazandığı[4] haberine muhatap olan bir zümrenin ahir ve akıbetleri hakkında endişe duymaları, korkuya kapılmaları gerekmektedir. “Onlar Rablerinden korkarlar, azabından emin olmazlar.”[5] ayet-i kerimesi bu manaya delalet etmektedir.

Taahhüd-ü Rabbani ile teminat altına alınan rızık hakkında ekser nasın endişe duymaları, şekavet-i uhreviye noktasında korkuya kapılmamaları gafleti yahut cehaleti göstermektedir. Ahir ve akıbetinden havf etmek nafi bir ilmin varlığını bildirmekte, ilahi azaptan emin olmak cehalete yahut gaflete işaret etmektedir.

Demek cehalet ve gaflet akıbet noktasında insanı lakaytlığa sevketmekte, ilim ve marifette derinlik kalpleri titretmektedir. “Kulları içinden ancak âlimler Allah’tan (gereğince) korkar”[6] ayeti, ilim ve marifetin havf ve haşyeti tevlid edeceğine delalet etmektedir.

Evet ilimde vüs’at ve rusuhiyet arttıkça havf ve haşyet ziyadeleşmekte, rahata ve huzuzata meyil gündemden düşmektedir. Bediüzzaman Hazretlerinin, Seksen küsur senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum.”[7] ifadesi ehl-i irfanı teyakkuza davet etmektedir.

Cehalet ve gaflet arttıkça zevke ve keyfe düşkünlük ziyadeleşmekte, fasık adam aklın tacizinden ve tazyikinden kurtulmak ve rahatlamak için sarhoşluk veren meşgaleler ve eğlenceler ile ömrünü geçirmektedir.[8]

Hadis-i Şerifte, “mehafetullahın, yani Allah korkusunun” ilm-i hikmeti intaç edeceği ihbar edilmektedir.[9] Evet nefiste havf, kalpte haşyet arttınca, ruhta sükûn ve itminan, muamelatta adalet ve merhamet, ahlakta iffet ve istikamet ziyadeleşmekte, akıl hikmet mertebesine doğru ilerlemektedir. Marifetullahtan alınan nasip kadar takva şuuru kemale ermektedir.

Bu itibarla cehalet ve gaflet muvakkat saadet, ilim ve marifet havf ve haşyet, tasa ve derttir. O halde bilmeyi istemek, huzuzatı terk etmek, bir manada meşakkate ve sıkıntılara doğru yürümektir...

Elhasıl; ahir ve akıbeti adına duyulan korkular ve endişeler, hukuk-ı ilahiye ve hukuk-u ibadiye noktasındaki hassasiyetler nafi bir ilmi göstermektedir. Lisanda gezen, akılda yer işgal eden ancak kalbe ve sair letaife nüfuz etmeyen zanni ve sathi bilgiler gurura sebebiyet vermekte, enaniyetin tezyidine hizmet etmektedir.

İlim ve marifet arttıkça rahata ve huzuzata düşkünlük azalmakta, bilgi asrında bilgisizlik iradi bir tercih olup, dünyaya gelmenin hikmetini anlamamak hatasından kaynaklanmaktadır. Sorumluluk duygusunu zayıflatan, insanın rahata ve huzuzata meylini artıran ilim sanılan şey, gerçekte lüzumsuz malumat ve malaniyat olarak adlandırılmaktadır...

[1] Al-i İmran 192

[2] Tirmizi Zühd, 9

[3] Şualar, 232

[4] Şualar, 203

[5] Mearic, 27-28

[6] Fatır, 28

[7] T. Hayat, 629

[8] Sözler, 27

[9] Hikmetin başı, mehafetullahtır. El Münavi, Feyz’ül Kadir, III/574

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum