Abdulkadir SELVİ

Abdulkadir SELVİ

Hangi Bakan barış abası giydi

Islak mermerlere basıp, taş kaldırımlarda yürüdük.  Tarihi bir kapının içinden geçip, taş bir avluya çıktık.

Ezan sesleri geliyordu.

Ve yanık sesli müezzinlerin okuduğu ezanlar eşliğinde bir şehir uyanıyordu.

Şanlıurfa'da Halil-ür Rahman Dergahı'ndaydım.

Şehrin uyanışı değil, şahsımın uyanışıyla meşguldüm aslında.

İnce bir sis tabakasının altında oynaşan balıkları, ağaçlardaki kuş sesleri caminin içinden gelen salavat sesleriyle muhteşem bir koro oluşmuştu.

Bu şehirde beni çeken bir şey var.

Yıllarca kafamı kurcalayan bu sorunun yanıtını galiba, orada, beni çağıran seste buldum.

Başlarında poşuları, sarıklarıyla takkeli ya da takkesiz insanlar birer birer o kapıdan içeri giriyorlardı.

Dergaha girdik. Sabah vakti girmiş ancak henüz namaza durulmamıştı.

Bir süre kelime-i tevhit çekildi sonra tekbir getirilip namaza duruldu.

Ne ses ama.

Dergahın ulviyeti, yanık sesli imamın okuduğu sureler, sırtı cüppeli, başı poşulu piri fani ihtiyarların yanında saf tutmuş nur yüzlü gençlerle birlikte sabah namazını kıldık.

Artık o güzel sesiyle bir aşri şerif okudu caminin imamı.

Ama bitmemişti.

Tesbihattan sonra camiden çıktık. Hazret-i İbrahim'in doğduğu mağarayı ziyaret edip, mancınıkla atıldığında düştüğü yerde namaza durduk.

Ama bir ses çağırıyordu beni.

Onun peşinden gittim.

Dergahın hemen yanındaki odadan zikir sesleri geliyordu.

Hafi değil cehri bir zikre ilk kez orada tanıklık ettim.

Sadece seyretmedim ben de diz kırıp oturdum o halkaya.

Esma-i Hüsna'yı okuyup, Kelime-i Tevhid çekip, Hazret-i İbrahim'i yakmayan ateşten bizi de koruması için Rabbine dua eden bu insanların halkasına ben de katıldım.

Ruhumu yıkadım adeta.

Dergaha gelip Bediüzzaman'ın kabrini ziyaret etmemek olmaz.

27 Mayıs'ta darbecilerin bir gece yarısı balyozlarla yıktıkları kabrin içinden çıkarıp bir semt-i meçhule götürdükleri Üstad Bediüzzaman'ın kabri başında dua edip, manevi alemde vedalaştık Peygamberler şehri Urfa'yla.

Sonra daldık Urfa'nın sokaklarına.

Küçük kürsüler üzerinde ciğer kebapla kahvaltı yapanların yanından geçip tirit içilen sofralara kurulduk.

Bir gece önceydi.

Eski Urfa sokaklarını aşıp, tarihi yapıların içinden geçip, Kültür Merkezi'nde bir yer sofrasına diz kırmıştık.

Yok yok sıra gecesiydi.

Çalışma Bakanı Faruk Çelik ile Tarım Bakanı Mehdi Eker'le birlikteydik.

Yanımızda Urfa'nın gazelhanlarından Tenekeci Mahmud'un oğlu güzel insan Osman Güzelgöz vardı.

Kazancı Bedii olduk.

"Nemrudun kızı yandırdı bizi" dedik.

Nesimi olup, "Melamet hırkasını" giydik.

Hep bir ağızdan,"Urfaya Paşa gelmiş" diye türkü tutturduk.

Ama asıl hırkayı Faruk Çelik giydi.

Önce tekbir sesleri yükseldi.

Sonra Dr. Feridun Öncel'in, "İki aile hesaplaşmak için değil helalleşmek için bir araya geldiler" anonsu duyuldu.

Çalışma Bakanı Faruk Çelik'e cüppeyi andıran bir "aba" giydirildi.

Barış abasıydı bu.

Faruk Çelik elini uzattı.

Onun üstüne Naimi ve Kermeli ailelerinin ileri gelenleri ellerini koydular.

Eller üst üste konuldu, ardından da barış duası başladı.

Amin dedik hep bir ağızdan.

Yenişafak

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.