Hak yücedir

Lemaat ekseninde duygu çağrışımları (39)

Hak yücedir” hükmü, hadisin ve değişik ayetlerin bir özeti.

Olayların dış görünüşlerine bakarak,inceliklerinin farkında olmaması sonucu hiç de bu gerçeği yansıtmadıklarını görenbiri, bir zaman, “Madem ‘Hak yücedir’ hükmü doğrudur; neden kâfir Müslümana, kuvvet hakka galip gelmektedir?” diye sormuş. Bediüzzaman, Lemaat’ta,her şeyden önce cevaplanması gereken bu soruya cevap olaraksosyal gerçek açısından birkaç yönden ele alarak cevap verir. Verdiği cevap son derece orijinal olduğundan çatısına dokunmadan ve ancak kendi sönük ifadelerimize dökerek dikkatlere sunmaya çalışacağız.

“Dört noktaya bak vebu zor olan şey çözüme kavuşur” der Bediüzzaman.

Birinci nokta: Her hakikatin her vesilesinin doğru olması gerekli olmadığı gibi her batıl olan şeyin de her vesilesi batıl olması şart değildir.  Böyle olunca sonuç şöyle olur: Hakikat olan bir vesile batıl olan bir vesileye galip gelmiştir. Sonuçta, ister hakta olmayanın elinden çıksın, zaferle taçlanan yine hak olan bir vesiledir. Doğruda olanın bir ihmali olmuş, ancak batıl olan doğru bir sebebe tutunarak işi kuralına göre yapmıştır. Bu gibi durumlarda hakikatin mağlup olması doğrudan değil, dolayısıyladır. Mağlubiyet bizzat olmadığı gibi her zaman böyle bir sonuçla da karşılaşılmaz.En sonunda,kimin elinden çıkarsa çıksın, zafer yine hakkındır, yani doğrunundur. Kaldı ki kuvvetin de bir hakkı var; yaratılışının bir sırrı var, boşuna değil.

İkinci nokta:Müslümanın her sıfatı, her hareketi Müslümanca olması gerekirken, bazen nefsin ve bazen şeytanın yanıltması gibi çeşitli sebeplerden ötürü her zaman öyle olmuyor; belki de istemediği halde Müslüman kişiliğiyle bağdaşmayan davranışlar sergileyebiliyor. Kâfir de böyledir; sergilediği her davranışı kâfir olmuyor ve küfründen kaynaklanmayabiliyor;bir Müslümanın da beğeneceği güzel ve olgun davranışlar sergilemiş olması pekâlâmümkündür. Bir fasıkın, yani günahkârın her hali de günahlara batmış kişiliğinin bir yansıması olmayabilir; o da zaman zaman güzel davranışlarda bulunabilir.

Burada güzel ve doğru olan bir sıfatın doğru olmayan bir sıfatı bastırması söz konusudur. Yani Müslümanın doğru olmayan hali inanmayanın doğru olan haline mağlup olmasıdır. İnanmayan doğru bir yöntemi kullanarak,doğrudan değil dolaylı olarak, Müslümana galip gelmektedir. İnanmayanlar ve günahkârların özel durumlarda takdire şayan tutumlarının olması, çoğunlukta iyi olan inananlara üstün geldikleri anlamına asla gelmez. Müslümanın ihmal ettiği bir konuda kâfir ya da günahkâr olması gerekeni ihmal etmemiş, doğru bir yol tutmuştur.

Dünyada hayat kapsamlı ve geneldir. Ondan, kâfir olsun Müslüman olsun, herkes kanunlarına uyma derecesinde yararlanır. Bu her şeyi kapsayan Allah’ın bir cilvesi ve adaletidir. Hayattan yararlanma konusunda herkes eşittir; küfür hiçbir zaman engel değildir. Hayattan herkesin nasibi,kuralınca yararlandığı kadardır. Mesela; tarladan ürün almak kişinin inancına bağlı değil, aksine çift sürme sürecinin hakkını vermekle ilgilidir. Çift sürme süreci doğru harekettir; kim onu hakkıyla yerine getirirse, ürünü bol bol o alır.

Üçüncü nokta:Allah’ın mükemmel vasfından iki şeriat tecelli eder. Biri isteme sıfatı denilen “vasf-ı irade” den kaynaklanan bir takdir ki buna “şer’-i tekvini” denilen kâinatta her zaman yürürlükte olan kanunlardır. Diğeri “vasf-ı kelâm” dan kaynaklanan bilinen şeriattır ki, Kur’an onun kurallarını koyup sınırlarını çizmiştir. Bu iki şeriata uyup uymama konusunda herkes özgürdür ve bedel de buna göre ödenir. Ödülse ödül ve cezaysa ceza… Dinin emirlerine karşı itaat ya da isyan varsa, Allah’ın birer kanunu olan tabiat kanunlarına karşı da aynı şekilde itaat ve isyan vardır. Dinin emirlerine karşı gelenin cezası ya da ödülü çoğunlukla öte dünyada verilir; ama tabiat kanunlarına karşı gelenin ödül ve cezası öte dünyanınki saklı kalmak üzere çoğunlukla dünyada verilir. Mesela;sabır hem din ve hem de tekvini kanunların bir gereği. Sabrın sonu zaferdir. Tembelliğin bedeli sefalettir. Çalışmanın karşılığı zenginlik ve bolluktur. Zehri yutan hasta olur, belki de ölür ve panzehri kullanan şifa bulur.

Bazen iki şeriatın emirleri bir şeyde bir anda toplanabilir. Tekvini emir diye nitelenen tabiat kanununa uymak doğru yöntemdir. Ne denli dindar olsa bile bir Müslümanın yaratılış kanununa uymadığı takdirde herhangi bir konuda sürece uyan bir kâfir ya da bir düşman karşısında başarılı olması düşünülemez. Çünkü Müslüman özellikle bir süreci gerektiren dünyalık işte doğru olanı yapmamıştır. Kâfir ya da düşmanın doğru bir vesileyle yanlış bir vesileye tutunan Müslüman karşısında zaferle kucaklaşması son derece adilanedir. Kâinatı baştanbaşa saran tekvini kanunlar itaat isterler. Gerek dinî ve gerekse tekvini emirlere uyumsuzluk yanlış tutumlardır.

Bu gibi durumlarda batılın hakka dolaylı bir zaferi var. Yoksa doğrunun mağlubiyeti bizzat olmuyor. Oysa “Hak yücedir” sözü bizzat demektir. Üstelik sonuç önemlidir. Sonuç belli olmadan hiçbir şey hakkında hüküm verilmez.

Dördüncü nokta: Hak, yani doğru her zaman formunu koruyamaz. Doğru olur da çoğunlukla potansiyel olarak kalır. Kinetiğe dönüşmez; dolayısıyla etkili olmaz. Çok sebeplerden ötürü kuvvetsiz de kalabilir. Karmaşa içinde kendini belli edemez. Gelişmezse ve taze bir kanla kendine getirilmezse öylece olduğu yerde kalır; kalır da hareketli olan bir başkası hakkından gelme fırsatını yakalayabilir.

Bu karışıklıktan temizlenip saflaşıncaya kadar geçici de olsa batıl, yani doğru olmayan doğru olana musallat olur; böylece batıl geçici bir zafer yaşar. Ama tökezlese bile hak haktır. Hakkın yoğun olduğu külçenin ne miktarı gerekli olacağı da ayrı bir husus…

İşin başında hakkın saflığı ortaya çıkması için batılın galip olması gereklidir bir bakıma. Böyle de olsa batıl, süre gelen ve uzun soluklu olan muharebe sonunda kaybeder. Ne olursa olsun, ahiret olduktan sonra  “Akıbetülmüttakîn/Sonuçta muttaki olanlar kazanır” diye olan Allah’ın hükmü tek başına batılın karşısına çıkar, ona öldürücü darbesini indirir.

Böylece batıl, gerçek ve doğru olana yenik düşer. “Hak yücedir” hakikati onu cezaya çarptırarak, kendi zaferini ilan eder. Çünkü “Her batıl zaten yıkılıp gitmeye mahkûmdur (17/81).” ilahî hüküm kulaklarda çınlayıp durur. Ayet, İslam davasının en kritik ve yüce Peygamberin hayatı bile tehlikede olduğu bir zamanda, müşriklerin alay etmelerine rağmen, Müslümanların gönlüne su serpmek için indiği hesaba katılırsa, batılın hakkın karşısında hangi şartlarda olursa olsun asla tutunamayacağının bir delilidir.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum