Habibi Nacar YILMAZ
Said Nursi ve Hakikî Kürtler
Ortaokulun iki yılının tamamını, halkı Kürt olan bir kasabada okudum. Son sınıfımda ise, sınıfın yarısı yine Kürt öğrencilerdi. Lisede yatılı okulun yarısından fazlası, yine Kürt arkadaşlardan oluşuyordu. Üniversiteye geldik, dersanede birlikte kaldığımız hem de en iyi anlaştığımız arkadaşlardan birkısmı, yine Kürt kardeşlerimizdi. Bunca yıl birlikteliğimiz olan Kürt kardeşlerimizle, ırka dayalı zerre kadar bir tartışmamız olmadığı gibi; aramızda ırkı hatıra getirecek imalı dahi olsa, bir kelime geçmemiştir. Geçen hafta Elazığ, Diyarbakır ve Mardin'i içine alan bir gezimiz oldu bir vesileyle. Aynı şeyi, gezide irtibatta olduğumuz Kürt kardeşlerimiz için de söyleyebilirim.
Kürt veya Türk olmak, bizim elimizde değil.Bu, kaderin bir taksimi. Nasıl isimlerimiz farklı ve bu sayede kolayca tanışıyoruz; isimsiz olsak mesela, nasıl tanışacağız? Milletler de ırk isimleri ile tanışıyor ve irtibat kuruyor birbiriyle. Cenab-ı Allah, vuruşalım diye değil; kolayca tanışalım diye insanları ırk ırk yaratmış. Mesela birisi kalksa "Ben sizden üstünüm, çünkü ismim Orhan dese; ne kadar esassız, asılsız ve mantıksız olur. Öyle de "Ben sizden üstünüm, çünkü Arap'ım Kürt ya da Türk'üm." dese, bu da o kadar esassız ve asılsızdır.
Nasıl isimler, musalla taşında bile geçerli değil, Müslim olan sıfatımızla anılıyoruz orada. Öyle de ırkın da musalaya kadar bile gidemiyor. Cenaze namazında zikri bile geçmiyor. Ölümünden sonra musalla da başlayan ve kabirde ve ebed âleminde devam edecek yolculuğumuzda isim ya da ırkınla değil; Allah'a yakınlığın ve takvanla anılacak ve muamele göreceksin. Kabir sualinde "Irkın nedir? suali de yok mesela.
Irk inkâr edilemez fakat ırkçılığın aklî, dinî veya içtimaî hiçbir mesnedi ve maslahatı yoktur ve olamaz. Ne var ki hissiyat öne çıktığı için bir milleti veya toplumu içten çürütmenin en kolay yolu da ırkçılık olmuş tarih boyunca. Koca Osmanlı böyle parçalanmış.
Neredeyse yarım asra yaklaşan ve çözüme yaklaşıldığı dönemlerde, yine ırkçılık damarıyla akamete uğratılan malûm örgüt meselesinin de başlangıcı bu ırkçılık meselesi olmuş. Lisede, milliyetçi arkadaşlar Kürt arkadaşlara 'kart kurt hikayeleri' anlatarak aslında Kürt milletinin de Türk olduğunu ispatlamaya çalışırlardı. Sanki Kürdün Türk olduğunu kabullenilmesi şartmış gibi konuşurlardı. Halbuki Kürdün dili, örfü ve asırlara dayanan bir Kürt ırkı vardı. Bir insanın kendini Kürt bilmesinin veya söylemesinin ne gibi bir mahzuru olabilir ki bunu ifade etmesi sıkıntı olsundu? Osmanlı'nın son zamanlarında başlayan ırkçılık, yeni dönemde akılsızca uygulamalarla devam etti maalesef? Ve bir insanın kendi ırkî aidiyeti bazen suç bazen de bed muamele sebebi sayıldı. Belki ırka dayalı bir devletin devamı için yapıldı bazı şeyler. Ama bir ırk adına yapılan ırkçı bazı uygulamalar, bu sefer başka bir ırkçılığı hortlattı. Neticede birbirini besleyen iki akım gibi zihinleri iğdiş etti.
Irka dayalı uygulamalar, 12 Eylül'ün bazı çirkinlikleri de eklenince, "cerihalanmış, eli silahlı yapının" belki de bazı haklı talepleri, kanla yazmasını ortaya çıkardı. Rüyasını Kürtçe gören birine, bunu ifadesi yasak edilir mi? Oğlunu hapishanede ziyaret eden yaşlı bir kadının kendi diliyle konuşmasına müsade edilmeyince, oğluyla irtibasız kalıyordu. Aynı Kemalist zihniyet, aynı düşünceyi paylaşan erkeğe, başörtüsü takmadığı için dokunmuyor; kadına ise, sırf örtü taktığı için dokunuyordu. Şahsen böyle uygulamalara imza atan insan mıdır acaba diye tereddüd ederim bazen. Nasıl bir mantık anlamak mümkün değil. Konjektör müsait olsa, aynı uygulamalara yine sahip çıkacak bu elit ya da kemalist zihniyet.
Eli kanlı örgütleri çabuk harekete geçirmek belki de ırkçılıkla mümkün. Irkçılıkta, hissiyat ve övülmek damarı, hararetli ve hareketlidir. Bundan dolayı da dış telkinlere her zaman açıktır. Bizim coğrafyada her iki ırkçı hareket, dozajları farklı da olsa dışa açık olmaktan kurtulamamıştır maalesef. "Kendi dilimi konuşmak, yazmak, yaymak istiyorum; kendi kimliğimin adı olsun istiyorum." gibi haklı isteklere kan bulaştırmak, akıl işi mi? Doğunun temiz, saf çocuğunun eline böyle masum talepleri sıkıştıran Marksist yapının bu taleplerinde samimi olmadığı da anlaşıldı. Çünkü bunların çoğu karşılanmasına rağmen, sesi hiç çıkmadı. TRT Kürdi'yi kuranları, Kürtçeyi serbest hale getirenleri ve bunun bu serbestliği mahkemelerde de sağlayanları görmezden geldi. Görmezden gelmek, siyasî olabilir ama bu icraatları takdir bile etmedi. Niye acaba? Arka plandaki maksatları farklı olduğu için mi acaba?
Kürtçe bir kurs açılmış bir ilde, hiç ilgi olmadığı için kapanmış, diye bir arkadaş söylemişti. Yasaklamak bir şeyi daha talepli hale getiriyor bu fakire göre. Kimlikten tut dil meselesine kadar her türlü yasak, bütünüyle kalkmalı. Meş'um yapıların ortaya çıkış maksatları, ellerinden tamamen alınmalı.
Aynı mesele, 1920 yılının başlarında bir devlet kurma fikriyle de gündeme gelmiş; dil meselesinin problem olmadığı Osmanlı döneminde de üstadın "camiya-i İslamiya" dediği iki kardeş milletin birlikteliğinden, Kürtleri ayırmak için gayretler olmuş. Bu gayretlerden biri de Fransa'da bulunan Ermeni Boğos Nubar Paşa ile Osmanlı diplomatı Şerif Paşa'nın gayretleridir. Nubar Paşa, Doğu'da Ermenistan Devletinin kurulmasını talep edince, Şerif Paşa da Ermeni Devleti kurulursa, Kürt Devletinin de kurulmasını istemiştir. Bu haber İstanbul'da yayılınca üstad dönemin İkdam gazetesinde buna şiddetle karşı çıkan yazılar neşreder. Ermenilerin maksadı çok az olan sayıları ile bir devlet kurmak değil tabii. Ama sayıca çok olan Kürtleri bu emellerine alet etmeye çalışmaktaydılar.
Bu istek sonradan 1920 Paris konferansında da dile getirilir. Bunun üzerine 17 Mart 1920'de Sebilürreşat dergisi üstad Bediüzzaman Said Nursi'nin bu konuyla ilgili daha önceden yazdığı yazılardan bir derleme yaparak neşreder. Bu fakire göre çok ehemmiyetli bu yazının genel ve yerel basında bu günlerde yeniden neşredilmesi gerekir. Eski Dönem Eserlerinden Makâlat Bölümünde olan bu yazı uzun. Ama bazı kısımları aynen alıyorum.
"Kürtler camiayı İslâmiyeden ayrılmaya asla tahammül edemezler. Bunun aksini iddia edenler, mutlaka makasıd-ı mahsusa tahtında hareket eden ve Kürtlük namına söz söylemeye salâhiyettâr olmayan beş on kişiden ibarettir..."
"Ermenilerin maksadı, Kürtleri aldatmaktan başka bir şey olamaz. Çünkü ileride Kürtlerin kemiyeten hâl-i ekseriyette bulunduklarını inkâr edemezseler bile, keyfiyeten yani ilmen, irfanen kendilerinden aşağı oldukları bahanesiyle Kürtleri bir millet-i tâbia hâline getirecekleri muhakkaktır. Buna ise, aklı başında olan hiçbir Kürt taraftar değildir. Zaten Kürtler bu beyannameye yalnız sözde değil bilfiil muhalif olduklarını ispat ediyorlar. Kürtlük davası pek manasız bir iddiadır. Çünkü her şeyden evvel Müslümandırlar, hem de salabet-i diniyeyi taassup derecesine isal eden hakiki Müslümanlardır. Binaenaleyh Ermenilerle aynı ırktan bulunup bulunmadıkları meselesi onları bir dakika bile işgal etmez..."
"Hakiki Kürtler kimseyi kendilerine vekil-i müdafi olarak kabul etmiyorlar. Onların vekili ve Kürtlük namına söz söyleyecek ancak Meclis-i Mebusan-ı Osmaniye'deki mebuslar olabilir. Kürdistan'a verilecek muhtariyetten bahsediliyor. Kürtler, ecnebi himayesinde bir muhtariyeti kabul etmektense, ölümü tercih ederler. Eğer, Kürtlerin serbestiyet-i inkişafını düşünmek lazım gelirse, bunu Boğos Nubar ile Şerif Paşa değil, Devlet-i Âliye düşünür. Hulâsa Kürtler bu hususta kimsenin tavassut ve müdahalesine muhtaç değildir."
Evet dostlar, tarih boyunca sevinçte ve kederde bir olmuş iki millet, karanlık oyunların oyuncağı olmuş bir yapının esiri değildir ve olamaz. Doğru metotlar ve doğru hedeflerle şanlı mazinin izinde birkısım "izimlerin ve izlerin" zincirlerini de kıracak ve birlikteliğini sürdürecektir.
Selam ve dua ile.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.